12 Eylül Darbesi çırılçıplak bir işkence gerçeğidir

Genelkurmay Başkanlığı Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’yı yargılayan Özel Yetkili 12. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne...

CAN BURSALI

Genelkurmay Başkanlığı Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’yı yargılayan Özel Yetkili 12. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne 3 çuval belge gönderdi. Radikal Gazetesi’nin haberine göre, gönderilen belgelerde  işkence ve kötü muamelenin gizlenmeye çalışıldığı iddia ediliyor.

Cunta tarafından oluşturulan Psikolojik Harekat Planı’nın Genelkurmay’a gönderdiği raporlardan birinde “12 Eylül öncesi devleti yıkmak için her türlü yıkıcı bölücü eylemi gerçekleştiren uluslararası terörizmin maşaları aşırı solcu anarşist ve teröristlere karşı insan haklarına saygı adı altında asılsız ve mesnetsiz iddialarla kamuoyu acındırılmaya çalışılmakta, iç ve dış kamuoyunun baskılarıyla adalet sistemine tesir edilerek alacakları cezalar hafifletilmeye çalışılmaktadır” deniliyor. Oysa ki devletin uluslar arası terörizmin maşaları, aşırı solcu anarşist ve terörist olarak nitelendirdiği, zel eğitimden geçirilmiş, insanlığı alınmış, canavarlaştırılmış işkencecilerin yaptıkları, 12 Eylül faşizminin muhatapları tarafından anlatıldı, yazıldı.

O günlerde işkence tezgahlarından geçenlerin ifadelerinden derlenmiş 12 Eylül İşkence Merkezi: DAL adlı kitapta cuntanın canavarlarının yaptığı işkenceler, 12 Eylül tutsaklarının ne şartlarda yaşadıkları, ‘hiçbir insani değerden nasibini almamışlara, yana yana, kemikleri kırıla kırıla onurlarından vazgeçmemeyi, inandıkları değerler uğruna ölümü göze alabilecek kadar yiğit olmayı’ nasıl gösterdikleri anlatılıyor. İşte kitaptan bazı alıntılar:

Elektrik şoku, dayak, ekmek su vermeden ayak parmaklarının ucunda bekletme, falaka, soğuk-tazyikli suyla işkence, Filistin askısı, kollardan hücre duvarlarına asılma, tırnakların arasına iğne batırma, yumurtalıkların sıkılarak patlatılması, ırza geçme, copla-şişeyle tecavüz gibi yöntemlerle yapılan işkencelerin yapılış yöntemlerini, deyim yerindeyse ağzından kaçıran komutanlar polisler de olmuş tabii ki.

...Eski sıkıyönetim komutan vekili Turgut Sunalp ‘sorgu’ olarak nitelendirdiği işkence anlarında, bazen kendisinin de işkencehanede olduğunu, sorguya alınan kişinin gözleri bantlı olduğu için kendini göremediğini, konuşmadan, nefes dahi almadan anlatılanları dinlediğini anlatıyor.Sedat Caner adındaki işkenceci bir polis memuru ise, işkence başlamadan önce kişinin çırılçıplak soyundurulduğunu, karşı koyan olursa bunun zorla yaptırıldığını, işkenceye alınan kişi kadın olunca da durumun değişmediğini ve yine çırılçıplak soyundurulduğunu anlatıyor...

“...Cerrah dedikleri birisi beni masadan indirdi, çıplaktım, beni yere yatırdılar, olanca gücümle bacaklarımı sıkı sıkıya kapatıyordum, kollarımı yukarıda tutuyorlardı, biri sol bacağıma şiddetli bir tekme vurup bacaklarımı zorla açtı, o sırada birisi üzerime abandı, son bir gayretle gözbağımı açtım. Üzerime abanan kişi açık renk gözlü, açık renk tenli, çilli yüzlü tıknaz birisiydi.O sırada ‘yolcu seni gördü’ dediler. Bu kişi ırzıma geçerken yüzüme şiddetli bir tokat patlattı, sonrasını hatırlamıyor ve ne kadar süreyle orada kaldığımı bilmiyorum” diyor bir işkence mağduru..."

...12 Eylülcülerin abi dediği, kurduğu partiyi desteklediği Turgut Sunalp, “Yine bir kıza tecavüz edildiği iddiaları var. Affedersiniz ama elimizde taş gibi delikanlılar var.20 yaşında 21 yaşında çocuklar dururken, bu yolla işkence yapılacaksa copa, şişeye ihtiyacımız var mı” diyerek yaşanan vahşeti ne kadar rahat dile getiriyor...

...İşkenceci bir başka polis memuru ise “ Soyunmaya direnince görevliler zorla soyuyordu.Cop, şişe sokma kadına da erkeğe de uygulanıyordu. Coca Cola şişesinin üstüne oturtulursa bütün şişe kan doluyordu” diyerek marifetlerini anlatıyor...

Bir başka işkenceci polis memuru Rahman Gümrükçü “Sanığa ifadesi okunuyor.Doğru olup olmadığı soruluyor. Doğru değil diyorsa bitişikteki yere gönderip nasıl olduğunu düşün gel diyoruz. Gönderdiğimiz yerde herhalde görevli arkadaşlar var. Sanık tekrar yanımıza geldiğinde doğru olup olmadığını soruyoruz. Bu sefer doğru olduğunu söylüyor” diyerek işkenceyle, zorla nasıl ifade alınır itiraflarında bulunuyor.

...Ankara Sıkıyönetim Savcısı Albay Nurettin Soyer, Uğur Mumcu’ya soruşturmaları hangi şartlarda yürüttüklerini, Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun’un işkenceci polisleri ve kendine bağlı bir birim olan DAL’ı nasıl koruduğunu şu şekilde anlatıyor. “Behçet Dinlerer adında bir çocuk emniyette sorgulanıyor.Sorgulanırken komaya giriyor. Tıp fakültesine kaldırılıyor.Esasında Gülhane’ye gönderilmesi lazım. Tıp fakültesinde10-15 gün tedavi ediliyor ancak kurtarılamıyor. Çocuk, efendim örgüt üyesiymiş. Bu beni hiç ilgilendirmez. Kanunlara göre böyle bir sonuç çıkarsa ben zaten idam cezası isterim ama o iş başka. Cezasını mahkemeden başka bir yer veremez. Tabii eğer hukuk devleti devam edecekse. Yoksa orada kendilerine göre suçlu gördükleri kişiyi vurup öldüreceklerse… Biz bu işlere karışmayız. O zaman bize de aynı şeyler olabilir. Bunun için çok dikkatli davranıyordum. Savcı arkadaşlardan ikisini görevlendirdim. Gidin hastaneye duruma bir bakın, soruşturun dedim. Gittiler. Ağabey dediler, bu konuda doktorlar arasında baskı altında olanlar var. O zaman tahkikatı derinleştirin dedim. Sabahtan akşama kadar ifade aldılar. İlk yaptığımız tespit, tıp fakültesinin dekanı –ki çift tabancayla dolaşıyormuş- Celal Sungur’un Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun’un direktifleriyle doktorlara baskı yaptığı. Biz hemen Celal Sungur’u da kapsayacak şekilde soruşturmayı genişletiyoruz. Gün içerisinde benim adliyede olmadığım bir anda Komutan Recep Ergun arıyor, derhal dosyayı bana getirin, göreceğim dosyayı diyor. Komutan dosyaya bakıyor, dosyayı gösteren arkadaşımız Erkan Başarel’e dosyanın kendinde kalacağını söylüyor. Aslına bakarsanız buna yetkisi yok. Dosyayı ancak adli müşavir aracılığıyla inceleyebilir. Ama tabii komutandır, Recep Ergun gibi bir komutan hem de. Erkan Başarel bir şey diyememiş. Sonra beni aradı Erkan. Durumu bildirdi. Ertesi gün sabahleyin 6 da telefon çaldı. Ben Recep Ergun, acele yanıma gel dedi. Komutanlıkta büyük bir telaş var. Herkes koşuşturuyor. Yanına gittiğimde elime bir yazı tutuşturdu. ‘Nurettin Soyer, yetkiniz olmadığı halde üniversitenin bir dekanını müşkül durumda bıraktınız, buna yetkiniz yok’ deniyordu yazıda.”...

...İşkencede aklını yitiren bir başka 12 Eylül tutsağı ise, abisine yazdığı mektupta yaşadıklarını şöyle anlatıyordu : "Emniyette bana cereyan verdiler. Fakat ben cereyandan kurtulmak için beynimde toplayarak sanki bir yere gitmek istercesine beyin enerjisine çevirdim. Böyle olduktan bir hafta sonra ilkel metotlarla konuşmaya başladım. Önce çok zor oluyordu. Daha sonra konuşma açıldı ve düşünceyle karşılıklı bilim adamlarıyla konuşmaya başladım"...

Aklını yitiren kişi Veysel Kubat'tı. Veysel Kubat'a cereyan verenlerin kim olduğu, cereyan verenlerin sonunun ne olduğu dahi araştırılmamıştır. Ancak Adli Tıp Kurumu'ndan çıkan rapor "Yakalandığı tarihte ceza ehliyetinin tam olduğu, ancak halihazırda şahsın göstermekte bulunduğu ve tutuklanmasından sonra oluşan şizofreni form şeklinde gösteren hapis psikozu nedeniyle infazında mahsur bulunduğu, kişinin şifası tıbben tebeyyün edinceye kadar bir akıl hastanesinde tedavi altına alınması ile şifasından sonra mahkemede takdir edilmiş bulunan cezasının infazının uygun olduğu oybirliği ile mütalaa olunur" işkencenin devlet tarafından da kabul edilip belgelendiğini gösteriyordu.

İşkenceci polis Sedat Caner, bir başka itirafında "Şahsın el ve ayak başparmaklarına bir kablo, cinsel organına bir kablo bağlanır, bir kabloda boşta bırakılır. Bu boşta kalan kablo bazen şahsın burnuna, bazen kulak memesine, yani acı verecek yerlerine değdirilip, şahsa sorular sorarak istenilen cevap alına kadar bu işleme devam edilir" diyordu.

...İşkencehanelerde ters askı yöntemiyle konuşturulmaya çalışılan bir 12 Eylül tutsağı ise "Şuursuzca dövdükleri için çenemi iki yerinden kırmışlardı ve beyin sarsıntısı geçirmiştim. Bundan dolayı hastaneye kaldırılıp ameliyat edildim. Hastaneden DAL'a geri getirildiğimde bana işkence yapmayacaklarını düşünüyordum. Üç gün sonra işkenceci polisler gelip beni sürükleye sürükleye işkence odasına götürdüler. Tam gözdağı veriyorlar diye düşünürken üzerimdeki giysileri çıkarıp ayak bileklerimi ve ellerimi bağladılar. Ayaklarımdan bağladıkları ipi tavandan bir yerden geçirmişlerdi ki ipi çektikçe başım aşağıda olmak üzere havalanmaya başladım. Bir süre sonra ayaklarımdan asılmış hale geldim. Elektrik tellerini parmağıma ve yeni ameliyat olduğum çenemdeki dikişte bulunan metal tamponlara bağladılar. gelen elektrik şoklarıyla, ağzım dikili olduğu için bağıramıyor, sadece inliyordum. Ama bağırmak için zorlayınca çenemdeki dikişler sökülmeye başladı. Akan kanlar burnuma ve gözümün içine dolmaya başladı. Bacaklarım iki kütük parçası gibi cansız kalmıştı. Bir süre sonra gövdemle bacaklarımın birbirinden ayrılacağını sanmaya başladım. Biraz sonra bağrış çağrışlar gittikçe uzaktan gelmeye başladı ve bayıldım" diyerek, cuntanın canavarlarının neler yapabileceğini anlatıyor...

...Sınırsız işkence yöntemi öğretilen işkencecilerin marifetlerinden birini de Devrimci Yol Davası sanıklarından Memduh Mahmut Uyan yaşadığı vahşeti şöyle anlatıyor "Emniyette bir elim ranzaya bağlı yatıyordum.Konuşma ve içki kokusundan sarhoş olduklarını anladığım işkenceciler yattığım yere geldiler. Adının Fikret olduğunu öğrendiğim bir polis dizleriyle karnıma bastırarak tokat ve yumrukla bana saldırdı. Bir süre sonra avucunun içiyle burnuma bastırmaya başlayıp 'Burnunu öyle bir ezeceğim ki kendi kendine, kaşıdıkça yara yapacaksın, acısından duramayacaksın' diyerek yukarı aşağı sağa sol doğru sürtmeye ve zorlamaya başladı. Biraz sonra burnum şişti ve kanamaya başladı. Keskin bir acı duyuyor, gözlerimden gayri ihtiyari yaşlar akıyordu. İşkenceci sarhoştu, durmuyordu ancak yanındaki ayık olan bazıları telaşa kapılıp işkenceciyi durdurmaya çalışıyordu. 'Şimdi biraz akupunktur yapalım diyerek' elindeki iğneyle kanayan burnuma, dudaklarıma, boynuma, göğsüme batırarak ev adresimi soruyordu. Acıdan, katlanmak için sarfettiğim efordan sırılsıklam ter içinde kalmış, yorulmuştum"...

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Hoş geldin kadınım Abdülhamitçiler, Osmanlıcılar, İslamcılar; nerdesiniz? 2007'den bizde kalanlar Bilimler ve Teknolojide "Yakınsama" Fizy’nin bir bedeli var