Depremde cezaevinde olmak

6 Şubat’tan beri “Deprem olursa ne yapacağız?” sorusuna kendi küçük evimizde cevaplar bulmaya gayret ediyoruz ama soruların asıl muhatabı Adalet Bakanlığı. Biz Bakırköy Cezaevi’nde olası bir depremde ne yapacağımıza ya da ne yapılacağına dair bir bilgi almadık.

Çiğdem MATER, Yapımcı
Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndan yazdı (Hücre G-37)

Dışarıda gündem neyse içeride de haliyle o. 6 Şubat sabahından bu yana, depremle yatıp depremle kalkıyoruz, sizin gibi. Hem olan biteni katlanılmaz bir çaresizlikle izliyoruz hem de olası İstanbul depreminden endişeleniyoruz, sizin gibi. Türkiye hapishanelerindeki 330 binden fazla tutuklu ve hükümlünün sizden farklı olarak, başka endişeleri de var haliyle.

6 Şubat, sabah depreme uyandıktan bir süre sonra, üç kişilik koğuşumuzda “deprem bölgesindeki hapishanelere ne oldu acaba?” diye dertlenmeye başladık. Mekânsal deformasyon, insan önce kendisiyle aynı koşullarda olanları düşünüyor. Düşünmekte haksız olmadığımızı ilerleyen günlerde bölük pörçük haberlerden ve sonra İHD raporundan anladık. Takip edebildiğim kadarıyla Maraş ve Hatay cezaevlerinde ne olduğu 50 küsur gün sonra hâlâ tam anlaşılamadı.

Deprem yaşayan cezaevlerinden gelen bu bölük pörçük haberler, zaten endişemiz tavan yapmışken beraberinde “Olası İstanbul depremine Bakırköy’de yakalansak ne yaparız?” sorusunu getirdi, ortaya cevapsız olarak bıraktı. Ben yine de kısaca yanıtlayayım. Bilmiyoruz. Ne yaparız? Bilmiyoruz.

***

Bakırköy Kadın Cezaevi bin küsur kadının, 30-40 kadar 0-6 yaş arası çocuğun kaldığı, herhalde 150-200 kadar da insanın çalıştığı bir yer. Tarihin aşırı tuhaf bir cilvesi olarak, koğuş arkadaşım Mücella, 2000’lerde Bakırköy yıkılıp yeniden yapılırken, binayı “denetlemeye” gelen ekipte mimar olarak yer almış. On aydır “kadın tedbirli, kalacağı yeri denetlemiş” diye eğlendiğimiz doğrudur. Mücella binayla ilgili aşırı endişeli değil, temelleri biliyor, zemini biliyor, o mânâda az buçuk rahatız denebilir. Ama bir yandan da ekim ayında Düzce’de meydana gelen depremde epeyce hasar alan Düzce Adliyesi binasının müteahhidiyle Bakırköy’ün müteahhidinin aynı olması insanı pek tabii epeyce ürkütüyor. Asıl endişemiz, meselemiz tahliye. (Tahliye olmak meselemiz elbette ama burada kastım deprem anında tahliye.

***

Dedim ya, burada bin küsur tutuklu ve hükümlü var, kimileri 30 küsur kişilik koğuşlarda kalıyor, kimileri tek kişilik hücrelerde. Tam sayı bilmiyorum ama tahminim olası bir deprem anında insanları tahliye etmek için 50’den fazla koğuş ya da hücrenin demir kapılarının açılması gerektiği. Kapılar gerçekten eski filmlerde gördükleriniz gibi, demir sürgüler üzerine asma kilitler. Normal zamanda bizim koğuşun kapısının açılması iyi ihtimalle 35-40 saniye sürüyor. Bu tabii herhangi bir panik yaşamayan, sıradan bir “kapı açma faaliyeti.” Deprem anında “kapıyı açmaları” beklenen memurların da depremzede olacaklarını, endişe ve panik yaşayacaklarını öngörmek zor değil. Koğuşların anahtarları zaten memurların üzerinde değil, anahtarları “bir yerden” almaları gerekiyor. Yani her şeyin çok iyi gittiğini varsaysak bile, kapıların açılması için memurların o karmaşada anahtarları bulması, kapılara görev paylaşımı yapılmış şekilde gitmeleri falan gerekiyor. Takdir edersiniz ki, bunun imkânsız olduğunu bilecek kadar uzun süredir bu memlekette yaşıyoruz hep birlikte. Diğer cezaevlerini bilmiyorum ama Bakırköy için şunu net olarak söyleyebilirim: Buradaki mevcut personelin böyle bir tahliye sürecini sayısal olarak yönetmesi imkânsız. Depremin mesai saatleri sonrası ya da hafta sonu olması halinde, zaten bittik demektir.

***

Bir mimarla yaklaşık bir yıldır birlikte yaşayınca, depremden önce de gündelik sohbetin bir kısmını deprem oluşturuyordu, 6 Şubat’tan sonra tabii arttı. Mücellâ tutuklandığımızdan beri durmadan söylüyor, cezaevlerinde merkezi olarak yönetilecek elektronik kapı sistemine geçilmeli, kapılar afet anında tek tuşa basarak açılmalı. Memura, yönetime, gelen avukata, vekile, herkese söylüyor. Zira durum net, bu kapılar açılamaz, imkânsız.

Tamam, kapılar açılmayacak. Bununla barıştık. Peki, biz içeride ne yapacağız? Biz, yine, şanslıyız. Mücellâ tabii ki deprem planını yaptı. Biz, üç odalı bir koğuşta üç kişi kalıyoruz. Alanlarımız epeyce geniş sadece üç kişi olduğumuz için çok da panik olmayacağımızı umuyorum ama 30 küsur kişilik koğuşlar için aynı şeyi söyleyemem tabii ki.

Mücellâ depremin gece, uykuda yakalaması halinde, odalarda yerlere sabitlenmiş demir ranzaların bizi koruyacağını düşünüyor, muhtemelen haklı. Ben ranzanın üst katında yatıyorum, vakitlice doğru zamanda uyanmam halinde, çapraz alt ranzaya “kayarak” inmem mümkün görünüyor, gülmeyin, denedim, oluyor. O ranza boş, deprem sonrası oraya altılı bir koli su koyduk. Aynı hafta idareye kantinde düdük ve fener satılması için dilekçe verdik, malum telefonumuz yok. Dilekçemiz aynı gün “söz konusu ürünler ceza infaz kanununda satılmasına olur verilen ürünlerden olmadıkları gerekçesiyle” reddedildi.

Deprem gece olursa istikamet ranza, yanımızda da su. Düdük ve fener yok, tamam. Peki, gündüz olursa? Koğuşun sabah 08.00’de açılıp akşamüstü 18.00’de kapanan havalandırması bir toplanma alanı olabilir, tabii oraya ulaşabilirsek. Ben günün büyükçe bir kısmını “ortak alan” denen mutfak katındaki masamda geçiriyorum. Mücellâ her gün gelip, yan yan bana bakıp masamı koruyucu olacağını düşündüğü taşıyıcı duvara uygun bir şekilde hizalıyor. Çatının çökeceğinden endişeli ama duvarın koruyacağına inanıyor, inşallah diyorum ancak, ne diyeyim.

***

6 Şubat’tan beri “deprem olursa ne yapacağız?” sorusuna kendi küçük evimizde cevaplar bulmaya gayret ediyoruz ama soruların asıl muhatabı Adalet Bakanlığı. Biz Bakırköy Cezaevi’nde olası bir depremde ne yapacağımıza ya da ne yapılacağına dair herhangi bir bilgi almadık, diğer cezaevlerini bilmiyorum. Adalet Bakanlığı’nın cezaevleri için de bir afet planı var mı, bilmiyorum. Cezaevi binaları 6 Şubat depremlerinden sonra kontrol edildi mi, bilmiyorum. Cezaevlerinde çalışan memurlar, olası bir afette ne yapacaklarına dair bir eğitim aldılar mı, bilmiyorum. Cezaevleri insan mânâsında dışarıdan çok farklı değil. Burada da çocuklar var, hastalar var, yaşlılar var, acil durumda ne yapacağını bilmeyen ama bilme hakkı olan bin küsur kadın var. Deprem ya da herhangi bir afette ne yapılacağına, nasıl hareket edileceğine dair en ufak bir fikrimiz yok. Diyeceksiniz “sanki dışarının durumu farklı, görmedik mi?” Çok haklısınız. Plansızlığı, programsızlığı, her şeyi çok acı bir şekilde gördük, ben buna pek de “görünmeyen” cezaevlerini de ekleyin diye yazıyorum.

Adalet Bakanlığı, Türkiye genelindeki cezaevlerinin tümünde, acilen tutuklu ve hükümlüleri bilgilendirmeli, memurlara gereken acil durum eğitimleri verilmeli. Deprem olursa, sel olursa, yangın olursa ne yapacağımızı bilmeliyiz. Bunların kontrolleri yapılmalı, raporlar alınmalı. Evimiz, işyerimiz için ne yapıyorsak, devlet hapishaneler için de yapılmasını sağlamalı, okullar ve hastaneler için yapması gerektiği gibi. Zira bu iş bizim, haliyle, kendi kendimize “planlayabileceğimiz” bir iş değil, malum kapalıyız, fenerimiz ve düdüğümüz bile yok!

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Cemil Çiçek: Anayasayı değiştirmek, Erciyes dağını taşımaktan zordur Cem Küçük köşeyi döndü Ali Erbaş’tan tercüman, dua ve Audi A8 savunması AKP'li başkanın makam aracı yayalara çarptı: Yaralılar var Şatafatlı odasıyla gündeme gelen eski AKP'li Belediye Başkanı: Benim evim de böyle