Krizdeki ilk hedef göçmenler

Özde ÇELİKBİLEK

Emperyalist zorbalığın siyasal İslamcılarla birlikte yıkıma sürüklediği Suriye yakın tarihin en büyün insanlık trajedilerinden birine sahne olurken çatışmalar da sığınmacı akını da devam ediyor. Ülke dışına çıkmak zorunda kalan yaklaşık yedi milyon Suriyeliden 4 milyona yakını Türkiye’de barınıyor. AKP iktidarı ilk günden itibaren hayata geçirdiği “Açık Kapı” politikası çerçevesinde ülkeye gelen ve mülteci olarak kabul edilmeyen Suriyelilere “Geçici Koruma Statüsü” verilmiş durumda.

Sığınmacıların bir kısmı kamplarda yaşarken bir kısmı ülkenin dört bir tarafına dağılırken bir kesiminin de herhangi bir kaydı bulunmuyor. Her üç kategorideki sığınmacıların da kendi yaşadıkları sorunlar birbirinden farklı. Kamplarda yaşayanlar bir kesimi sadece Birleşmiş Milletler (BM) denetimine açık. Sınır hattındaki kampların bir bölümü her türlü ulusal ve uluslararası denetime kapalı.

Milyonlarca sığınmacı bin bir türlü zorlukla hayatta kalmaya çalışıyor. Barınma, beslenme, eğitim, sağlık, güvenlik vb. ihtiyaçları bakımından ciddi problemler yaşıyorlar.

Türkiye'de geçici koruma altındaki Suriyelilerin özellikle eğitime ve sağlığa ulaşımda büyük zorluklarla karşı karşıya. Bu dezavantajlar siyasi iktidar tarafından sümen altı edilmeye çalışılırken acı gerçek hem sivil toplum örgütlerinin hem de uluslararası kurumların raporlarına yansıyor.

KOZ OLARAK KULLANIYOR

Suriye’de devam eden çatışmalar ve istikrarsız beraberinde yeni sığınmacı akınına yol açarken bu durum mevcut sorunlara yeni sorunlar eklemekte.

AKP, bir tarafta “dünyanın en fazla barındıran ülkesiyiz” diye övünürken diğer taraftan sığınmacıları Avrupa Birliği’ne (AB) karşı bir siyasi koz olarak kullanıyor. İktidarın Suriyeliler için AB’den aldığı yardımları nerelerde nasıl harcadığı belirsiz. Muhalefet partilerine göre bu yardımların sadece bir kısmı kamplarda kalan sığınmacılar için kullanılıyor. 18 Mart 2016 tarihinde AB ile imzalanan Geri Kabul Anlaşması beşinci yılını geride bırakırken Ankara-Brüksel hattında Suriyeliler üzerinden sürdürülen “pazarlık” göçmenlere bakışı özetliyor.

Ankara pazarlıkta elini yükseltirken Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, AB'nin, ağırladığı göçmenler dolayısıyla Türkiye'ye yardım etmek zorunda olduğunu söyledi.

AKP hükümeti ise daha fazla sığınmacının ülkeye giriş yaptığını belirterek anlaşmanın yükümlülüklerinin yenilenmesini gerektiğini ve daha fazla maddi yardım yapılmasını talep ediyor.

Sığınmacıların yaşadıkları sorunlar sadece insani yaşam koşullarının kötülüğü değil aynı zamanda ciddi bir güvenlik sorunuyla da karşı karşıya.Milliyetçi hamasetin ırkçı, şovenist saldırılarına maruz kalan Suriyeliler sık sık saldırılara uğradıkları gibi her türlü hak ihlaline de uğruyorlar. Bireysel saldırıların yanında toplu linçlere uğrayıp, evleri, mekanları yakılabiliyor.

Suriyelilere karşı yetkililerin, yerel idarecilerin kullandığı nefret söylemi sığınmacılar açısından yaşamsal bir tehdide dönüşebilmekte. Özellikle kadınlar ve çocuklar en ağır bedeli ödeyen, en ağır yükü taşıyan kesim olmaya devam ediyor.
İktidarın plansız, programsız sığınmacı siyaseti nedeniyle ne Suriyeliler ne toplumsal yaşama entegre olabiliyor ne de insanca bir yaşama kavuşabiliyor. Suriyelilerin büyük kısmı artık Türkiye’de kalıcı. Savaş bitse dahi büyük bir kesim yani milyonlarca sığınmacı geri dönmeyecek. Bütün ülkenin, kurumların, siyasetin ve de toplumsal yapının bu gerçeklikle yaşaması bir zorunluluk. Türkiye, Suriyelilerle bir arada yaşamayı öğrenmek zorunda.

BURJUVAZİ GÖÇMENLERİN TOPLUMA ENTEGRE OLMASINI İSTEMİYOR

Halihazırda eğitime uyum sürecinde olan Suriyeli çocukların, salgınla birlikte Eğitim Bilişim Ağı'na (EBA) erişimde ve ders içeriklerini takip etmekte güçlüklerle karşılaştığını belirten Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Gümüş, pandemi döneminde ekonomik gelir kaybına uğrayan hanelerde, çocukların ev içi emeğe ya da hane bütçesine katkı sağlamak adına çalışmaya başladığının altını çizdi. Gümüş, “Çocukların eğitime ara verme ve eğitimden kopma riskine” dikkat çekti.

Salgın süresi boyunca Suriyeli çocukların mevcut yaşam koşullarında eğitime erişebilmek adına internet ve gerekli altyapılara erişememesi nedeniyle eğitimden uzak kaldığını belirten Adnan Gümüş, “Bu durum entegrasyonun en önemli aracı olan dil becerilerinin gelişememesine neden oldu diğer yandan yeterli dil becerilerinin olmadığı için olumsuz yönde etkilenmesine yol açtı” ifadelerini kullandı. Gümüş, “Okullaşma ve eğitime uyum süreci hali hazırda devam eden Suriyeli çocukların, uzaktan eğitime erişimlerini kısıtlayan durumlarla karşı karşıya kalıyor. Eğitime erişebilen çocuklardan bazıları ise ders içeriklerini takip etmekte zorlanıyor. Yüz yüze eğitim süresinde dil gelişiminin daha hızlı olduğu bilinen bir gerçek, ancak uzaktan eğitime erişemeyen çocukların dil edinim süreci yavaşlıyor, toplumla kaynaşmalarının süreci uzuyor ve okuldan uzaklaşıyorlar” dedi. Okuldan uzak kalınması ve salgın koşullarının daha fazla derinleştirdiği yoksulluk ile birlikte çocuklar ucuz işgücü piyasasına katıldığının aynı zamanda diğer kayıt çalışanların da özlük haklarının gaspa uğradığını altını çizen Gümüş, “Burjuvazi bu durumu kullanıyor. Kayıt dışı çalıştırdıkları hem çocuk işçi göçmenler hem yetişkin onlar için daha ucuz bir işgücü haline dönüşüyor” dedi.

Bugün entegrasyon süreci asimiterik entegrasyon olarak sürüyor. Gerek Türkiye gerek dünyada çoğunlukla "Gelen mülteci göçmenler entegrasyon yapmak istemiyor" şeklinde suçlanıyor. Bu durum tersine bir yansıtma mekanizmasını oluşturuyor. Aslında tam askine gerek Türkiye'de gerekse dünyada göçmenler bütün şartlara ve olanaklara uyum sağlamak istiyorlar, o toplumun içerisinde kendilerini var etmek istiyorlar. Savaştan kaçıp gelen göçmenler entegrasyona yönelik hiçbir dirençleri yok. Bir an önce toplumun içerisinde kendileri var etmek, hatta yurttaşlığa kadar entegre olmak istiyorlar. Barınma ve iş bulmanın yanında kaliteli eğitim, sağlık, sosyal güvence, buralarda mülk edinme, işyeri açma ve mümküne de kalıcılaşma ve yurttaş olma arayışları var. Tam da bu noktada tersine bir entegrasyon daha açık bir anlatım kuracak olursak, "asimetrik" entegrasyon süreci başlıyor. Asimetrik entegrasyondan kastımız şu: Göçmenlerin entegre olması, gittikleri ülkedeki yerleşik güç ilişkileri ve burjuvazi tarafından istenmiyor. Çünkü göçmenler o topluma entegre oldukları zaman yasal haklarına da kavuşmuş oluyorlar. Bu yerleşik güçlerin, sermaye sahiplerinin bu göçmen grupları istediği gibi kullanmasını azaltıyor. Çünkü özlük haklarına sahip olacak konuma yerleşmeleri, burjuvazi açısından hem kirli hem de ucuz işçi gücünü karşılaması açısından uygun bulunmuyor. Bu grupları çok rahat kullanabilmek için tam tersine entegrasyon süreçleri tamamlamaları engelleniyor.

KRİZDE İLK HEDEF GÖÇMENLER

TOBB Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Başak Yavcan, savaştan kaçıp Türkiye’ye gelen bu insanlar yaşamlarını devam ettirmek adına kayıt dışı işlerde düşük ücretlere çalıştığının altını çizdi.

Evrensel olarak bütün kitlesel göç olaylarında çalışma hakları önemli bir yer tuttuğunu belirten Yavcan, "Türkiye’de işçiler salgın önlemleri çerçevesinde istisnai durumlar dışında işten çıkartılamazken, devlet tarafından ayda 1,200 TL destek alırken, Suriyeli sığınmacıların çoğu kayıtsız çalıştıklarından bu desteklerden faydalanamıyor. Çoğu kayıt dışı ekonomide, gündelik işçi olarak çalışıyor" dedi. Suriyeli işçilerin Türkiye’nin birçok yerinde çalıştığının altını çizen Yavcan, "Çoğu işçi uzun saatler çalışmak zorun kalmakta ve asgari ücretin altında ücret almakta" ifadelerini kullandı. Suriyeli kadınların ise, erkeklere göre daha düşük ücret aldıklarını belirterek, eşitsizliğin diğer yönüne dikkat çekti.

Avrupa Birliği ve Türkiye arasında 2016 yılında imzalanan göçmen mutabakatı kapsamında, Türkiye'ye taahhüt edilen fonların ülkeye girdiğini ve bunun ülkedeki göçmenler, aynı zamanda yerel halk için de harcandığını belirten Yavcan, medyada çıkan yalan haberlerin göçmen düşmanlığını beslediğinin altını çizdi. Yavcan, "Ekonomik kriz dönemlerinde ilk hedefe alınanlar ne yazık ki dışardan gelenler oluyor. Devlet kurumlarının yerel halkı bilgilendirmesi ve göçmen politikalarını şeffaf bir şekilde anlatması gerekiyor. Aksi halde bu güne kadar ortaya konulan olgunluk ve yüksek düzeyde toplumsal kabul, kısa sürede nefrete ve düşmanlığa da dönüşebilir. Halihazırda, Türkiye’de yerli halkın oldukça geniş bir kesiminde sığınmacılara yönelik politikalara dair ciddi bir dezenformasyon ve bunun sonucu önyargı var. Buna ek olarak gerek istihdam, gerekse kamusal alanı paylaşma rekabetinden kaynaklanan bir mağduriyet algısı yaratılıyor ve bu kamuyu etkiliyor" dedi.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Lübnan karışırsa Ortadoğu yanar KFC İsrail boykotuna katıldı: 108 şube kapatıldı ABD üniversitelerindeki Filistin’e destek gösterileri: Gözaltı sayısı bine ulaştı Öğrenciler ayakta, polis dayakta Üst düzey AB yetkilisi tarih verdi: Pek çok üye ülkenin Filistin devletini tanıması bekleniyor