Yüzüncü yılına girerken Cumhuriyet’imizin dramı

"AKP’nin yıldızı yükseliyor, Türkiye’nin dramı, “kara komedi”ye dönüşüyordu. “Kara komedi”de, sahnede korkunç şeyler olur; olanlar akla ve mantığa o derece uzaktır ki, seyirci koltuğundakiler kahkahalara gömülür. Ama seyretmeyip yaşıyorsanız, kara komedi sizin trajedinizdir…"

ERENDİZ ATASÜ

Çocuklukları çöken Osmanlı’nın enkazı altında ezilmiş, gençliklerinde Cumhuriyet coşkusuyla dirilip ayağa kalkmış kuşakların, Cumhuriyet devrimlerine ve onun büyük önderine bağlılıklarını, adanmışlıklarını bugünün insanları kavrayamaz. Kavrayabilmek için o trajediyi yaşamak gerekir, açlıktan ve sıtmadan kırılan köylerde, devlet maaş ödeyemediği için kocalarının madalyalarını satarak çocuklarına ekmek yedirebilen şehit dullarının yoksul evlerinde yaşamak gerekir. Ve sonra, tarlaları sürülen, fabrika bacaları tüten, taşraya demiryolu, köylere okul götüren, Cumhuriyet’e gönülden bağlı hekimlerin, hemşirelerin, eczacıların tüm Anadolu’da veremle, frengiyle çarpıştığı; sıtmayı, Güneydoğu’da trahomu yendiği bir ülkenin yurttaşı ve ortak çabaya alın teri dökmüş isimsiz kahramanlardan biri olmak gerekir. Malum “trajedi”, muazzam bir güç karşısındaki insanın felaketidir; “dram” ise kendi hataları ya da vazgeçemediği saplantıları yüzünden ayağı eteğine dolanan insanı anlatır. Cumhuriyet, Osmanlı devletinin trajedisinden doğdu, “kimsesizlerin kimsesi” olmak üzer yola çıktı; oldu da; ama zaman içinde bir dramın içine düştü; bugün, dram “kara-komediye” dönüşüyor…

Belki devrimlerin kaderi bu; erdemli ideallerle işe girişmek, sonra bizzat devrimcilerin bir kısmının – belki idealin hayatın çamuruna bulanınca duruluğunu yitirmesi yüzünden- sapmalara yönelmeleri, bunu gözlerden gizlemek için ortalığın boş bir törenselliğe boğulması ve laf kalabalığının arasında idealin büsbütün kaybolması… Galiba, Fransız Devrimi, Sovyet Devrimi ve bizim devrimimiz az çok bu yolu izliyor. Şevket Süreyya Aydemir, Atatürk’ün hayatını anlattığı “Tek Adam”da boşuna mı der, “İhtilal evlatlarını yer” diye! Ancak sonuçta nereye varılırsa varılsın, Cumhuriyet’imizin başlangıç idealleri, emperyalizme, cehalete ve bağnazlığa karşı durmak; bağımsız bir ülke kurmak; kadın özgürlüğünü, yurtta ve dünyada barışı savunmak; endüstriyi geliştirmek; kamu yararını gözetmek; beylerin paşaların değil, hukuk ve adaletin üstünlüğünü, kadınla erkeğin, zenginle fakirin, köylüyle şehirlinin, filan bölge halkıyla falan bölge halkının yasa, kurumlar ve toplum önünde ayrımcılığa uğramadan, eşit haklardan yararlanabilmelerini sağlamak; bireyin özellikle kadın bireyin özgürlüğünün güvencesi olan laik düzeni kurmak ve korumak bugün için de geçerli olan yol göstericilerdir ve bu idealler uğruna mücadele etmiş tüm insanlarımızı gururla ve teşekkürle anmak, onların kazanımlarını korumak günümüz insanlarının, bizlerin görevidir. Onların eksik bıraktıklarını sonra gelenler tamamlamalıydı… Ama öyle olmadı… İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’yi, şu parti ya da bu parti, şu asker ya da bu sivil, ama hepsi de sağcı olan iktidarlar yönetti, iktidar korosunun arasında solcu sesler yükseldi yükselmesine ama şu ya da bu biçimde bastırıldı, özgürlükçü 1961 Anayasası’nın rafa kaldırılması örneğindeki gibi; ve korunan kamu yararı değil, feodal artıkların yerel iktidarları ve palazlanan burjuvazinin çıkarları oldu. Cumhuriyetin eğitim devrimiyle, özellikle Köy Enstitüleri’yle gürleşen kitlesel “aydınlanma”, ekonomik gücü elinde tutan ve ucuz emeği yeğleyen kesimleri ürküttü; komünizm korkusu özellikle 1950’lerde Soğuk Savaş’ın da etkisiyle histeri boyutuna ulaştı! Cumhuriyet’in aydınlanma damarı güçlüydü, kolay değildi onu kesmek, anesteziye ihtiyaç vardı, tarihin en eski narkozu imdada yetişti, hem acıyı dindiren hem zihni uyuşturan narkoz! Tanrı ile insan arasında aracı kabul etmeyen İslam dininin hem el altından hem devlet eliyle kurumlaştırılmasına oynanıyordu. Osmanlı’dan kalma, atalete çekilmiş tarikatlar canlanıyor, o çok tehlikeli tarikat-ticaret-işbirliği ortalığı ele geçiriyordu.

Dünyada ise, özellikle 1980‘lerde, kendine “Hür” adını takan kapitalist blok, Sovyet sistemini yıkabilmek için siyasallaşmış İslam’ı desteklemeye ve silahlandırmaya başladı. Sol, Dünya’da bunalıma girmişti. Türkiye’de genel seçimlerde taş çatlasa yüzde 5 oy alan İslamcı partilerin ardılları, yoksullaşan ülkede dine sarılmış kitlelerin ve ticari tarikat ehlinin oyunu almaya başladı. AKP’nin yıldızı yükseliyor, Türkiye’nin dramı, “kara komedi”ye dönüşüyordu. “Kara komedi”de, sahnede korkunç şeyler olur; olanlar akla ve mantığa o derece uzaktır ki, seyirci koltuğundakiler kahkahalara gömülür. Ama seyretmeyip yaşıyorsanız, kara komedi sizin trajedinizdir…

Ve trajedilerden yepyeni kahramanlar doğar!

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sınavı: Türkiye birincisi mülakatta elendi Selahattin Demirtaş'tan aylar sonra ilk paylaşım SGK vurgunundan eski bakanın hastanesi çıktı 4 il için gök gürültülü sağanak uyarısı İş cinayetlerini 'kader'e bağlayan Erdoğan'dan CHP'ye ihmal eleştirisi