‘Adın batsın sonbahar’

Necati Tosuner, çocukluğunda yoksullukta da bir eşitlik olduğunu belirterek, “Herkes aynı şeylere sahipti. Köfte yoktu ama patates köftesi vardı. Şimdi çok değişti” diyor.

Kadir İncesu

Necati Tosuner, yazın dünyasına yetişkinler için yazdığı roman ve öykülerle girdi. 1975’te “Keleş Osman’ın Serüvenleri” ile çocuklar için de yazmaya başladı. Tosuner’in “Keleş Osman”, “Arda’nın Derdi Ne?”, “Dur Bakalım Petek”, “Dayım Balon Olmuş…”, “Kitabın Adı” kitaplarından sonra yeni öykü kitabı “Yaz Sevenler Kış Sevenler” Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlandı. Necati Tosuner ile yeni kitabı üzerine söyleştik.

► Siz çocukluk ve ilkgençlik dönemlerinde okuduğunuz kitaplarda neye dikkat ederdiniz? Sizi etkileyen ne olurdu?
Bir kere, çocuk kitabı diye özel olarak kitap okumadım. Kitap okurdum. Çünkü sakatlık nedeniyle uzun süreli yatmak zorunda kaldım. Hani kitap arkadaştır denir ya, geçekten de o yaşındaki Necati için en iyi arkadaş kitaptı. Evde kitap vardı. Babam da İstanbul’dan bir sürü kitap getirdi. O zamanlar çocuk kitabı diye bir ayrım yoktu. Kazım Taşkent’in Doğan Kardeş dergisi vardı. Kemalettin Tuğcu, Sümerbank gibiydi. Sümerbank vardı, herkes Sümerbank’tan giyinirdi, Kemalettin Tuğcu’yu okurdu. Ortaokulda yaz ödevinde kendim seçtiğim Kaptan Grant’ın Çocukları’nı okudum. Bayağı kalın, iki ciltlik kitaptı. Demek ki benden şunu alamıyorsun, çocukluğumda şu şu çocuk kitaplarını okudum, sonra da kendim ettim kendim buldum, çocuk kitabı yazarı oldum yok. Bir de Kadir, yazar adı diye bir şey bilmezdim. Sonradan bilinçli olarak okumaya başladığımda, çocukluk döneminde okuduğum kitaplara yeniden rastladım, okudum. Yazarı çok önemliymiş, bilmeden okumuşum. Kitaptaki en büyük şey yetişkin de olsan, kendini orada var görmek. Kendini orada bulabilmek. Bu da sonradan öğrendim ki ancak yazarın içtenliğiyle sağlanabiliyor. Çocuğu inandırmak kolaydır. Hep bu düşünülür, çocuk gözünü kapatır aya gider, inanır aya gittiğine… Ama aya yolculuk fikri bir yetişkin fikridir. Hem daha uçak bile olmayan bir dönemde, aya gitmek… O serüven duygusunu da çocuk yaşamak ister. Yalnızca çocuklarla sınırlamayalım. Yetişkinler için de… Polisiye de bir serüvendir. Aşk öyküleri de serüvendir. Benim kitapta aradığım, bitince, keşke bitmeseydi demektir…

► Çocukluğunda kaptan olmak istemenin o günlerde okuduğun kitaplarla ilgisi var mı?
Yok yok hiç ilgisi yok. Biraz matrak olması da beklenir bir kitaptan. Sulhi Dölek’in “Korugan” kitabı matrak bir kitaptır. Sulhi zaten yakayı kurtaramamıştır mizahçı olmaktan… Edebiyatçılar arasında anlaşılmaz bir şey var; bir kitabı okuyup hüngür hüngür ağlarsan yazınsal değeri yüksek, gülersen edebiyat dışıdır. Mizah gibi. Hâlbuki işte orada çocuğun serüvenlerinde, yetişkinler kendi çocukluklarından izler de bulabilirler. Bilmiyorum, çocuk kitabı diye ayırmak doğru mu? Doğruysa ne kadar doğru? En kestirmesi, hep söylediğim; terziye gidersin pantolon diker, çocuğa göre dikerse çocuk pantolonu olur. Bir yazar da bir çocuğa bir şeyler anlatıyorsa onun erişebileceği yere koymalıdır. Çocuk kendisi alıp içselleştirmelidir. Ama çocuklarda bir standart var mı? Bir çocuğa bir şey anlatıyorsan, öbür çocuk için de o geçerli mi? Yok, o standart şimdi hiç kalmadı. Bizim çocukluğumuzda yoksullukta da bir eşitlik vardı. Herkes aynı şeylere sahipti. Köfte yoktu ama patates köftesi vardı. Şimdi çok değişti, ama bu değişiklik iyi anlamda değil. Yaygın orta sınıfın kalmayışı çocukları da etkiliyor. Bir de iletişim araçlarında herkes görüyor, çocuk isteyecek elbette. Bizim zamanımızda televizyon yoktu ki özenelim. Şimdi hangi çocuğa sesleneceğiz. Onun için benim gözümde şöyledir, benim elimden gelen odur; yetişkinlere yazıyormuş gibi özenerek çocuklar için yazmak. Onu alan, okuyan mutlu olarak, bir şey öğrensin. Böyleymiş diye kendi öğrensin. Bak bu böyledir değil, böyleymiş desin…

► “Göklemesine değil yerlemesine” tanımlamanız dikkat çekici… Yalnızca bu tanımlama bile çocuklar için yeni ufuklar açabilir…
Şimdi, benim içinde yaşadığım apartman… Yatay bir apartman… Bir yerde konuşurken, yatay apartman desem, hemen yatay apartman olur mu derler. Yatay apartman olur mu ya?
Ama işte apartman yatay... 21 katlı apartmanı kesmişler, kesmişler, yan yana dizmişler, 7 katlı 3 apartmanı bitiştirerek bir apartman yapmışlar. O yüzden göklemesine değil yerlemesine… İstanbul göklemesine gelişmekle en büyük hatayı yaptı. Ben bunu kullanırken severek kullandım. Bir renktir. Kim fark eder? Bir grup içinde okunuyorsa gruptan birisinin fark etmesi ayırıcı özellik olur fark eden için? Kim için yazarsak yazalım gerçeküstü şeyler de kendi içerisinde mantıklı olmak zorundadır. Asimov’un “Kan Damarlarında Yolculuk” kitabında, bilim insanları beyne gidecek ameliyat yapıp hastayı iyileştirecek. Nasıl olabilir? İki yol var. Ya adamlar damara girecek kadar küçülecek ya da damarlar büyütülecek adamlar girecek kadar. Asimov, küçültmeyi seçmiş. Çünkü damarları büyütürse hastanın ter tanesi bile dert olacak. Demek ki bir mantık olacak.
Arkadaşlık, sevgi, aile, oyun gibi kavramları abartıya kaçmadan anlatıyorsunuz kitabınızda. Kim bu çocuklar?
Yazmak uydurmaktır. Uydurmak deyince hafif kaçıyor. Kurgu diyorlar. Kurgu deyince değerli oluyorlar. Bir takım çağrışımlardan çıkıyor. Bu kitaptaki öykülerden birisinin kahramanı olan Zeynep, Leman’ın ve benim yeğenim. Ayşegül de benim doktorum, hayatımı kurtardı benim. Ancak ikisinin de birbirinden haberi yok. Hep içimden gelen bir düşünce oldu. Öyle yazdım.
Sen kitabı beğendin mi?

► Beğendim…
Ne kadar beğendin?

► Çok beğendim. Kahramanları ve haliyle de okuru düşündüren bir kurgu vardı. Anlatıcı adı “Barış” da Ceren’i kollayan bir yapıdaydı. Bu durum yazarın da tavrı olarak değerlendirilebilir. Önceki kitaplarınızda da aynı tutum vardı. Doğru olan budur demiyor, düşündürüyorsun. Duyumsatıyorsun. Önemli olan da bu…
Evet, Barış’ın trajik olayını kendi başına bir öykü olarak yazmak yeterli olabilirdi, değil mi? Ama bunun bir devamı var, bitmiyor. Söyleyeyim, evimin hemen yukarısında Barış Parkı var. O park önceki roman ve öykülerimde de var. “Kasırganın Gözü”, şu balkonda oturan adamın kafasından geçenlerin ve Türkiye’nin nereye geldiğinin romanı, biliyorsun. Barış Parkı da geçer. Şimdi orada yağmur yağmış. Öyküdeki kız ve erkek de belli yaşa gelmiş, büyüyorlar. Ne kadar büyüdüklerinin farkındalar, fazla da büyümek istemiyorlar. Hızlı büyümek istemiyorlar. Yağmur felaket, dolu yağıyor. Yağmurdan kaçmıyorlar. Şairenelik, işte birlikte ıslanmak. Bunun güzelliğini çocuk niye bilmesin? “Birlikte” diye bir şeyin güzel olduğu fikrini söylemenin bir yolu bu. Sonra kız diyor ki. “Şimdi bir ceketin olsa da benim omuzlarıma koysan ne kadar güzel olurdu…” diyor. Sonra oğlan düşünüyor, elini alnına vuruyor ve buluyor: “Şimdi anladım dedem yaz günü neden ceket giyiyor.” Peki kitabın sonunu beğendin mi Kadir?

► “Aferin Necati’ye!” Siz de beğenmişsiniz benim gibi…
Evet, sonradan ekledim bu cümleyi… Güzel oldu. Herkes çok emek verdi. Kapağı da Huban Korman çizdi. Güzel şeyler yapılıyor, duyulsun, bilinsin istiyorum. Yoksa 75 yaşıma geldim, bir gelecek, yatırım düşündüğüm yok. Müzelik olmuşum zaten. Elimizden gelen budur, adımız Hıdır değilse de…

► Yazar yazdıklarının etkisini, okurda bulduğu karşılıkla mı tam olarak fark ediyor?
Bu olmaz, yazar okurunu görmez. Şimdi, paylaşmak diye bir şey var ya, Sait Faik okurlarıyla bir şey paylaşmazdı. Öyle bir derdi yoktu, oturur hikâyesini yazardı. Yazar bilmez, sadece etkilemeyi arzu eder. Ben 20 yaşımda İstanbul’a yazar olmaya geldim. Ufacık bir bekâr odası, uyduruk kontraplak bir masam, çekmecesinde öykülerim var. Köşede de de bir soba… Jack London’ı okuyorum. Ateş Yakmak öyküsüne gelince şöyle bir durdum sobaya baktım yanıyor mu diye. İşte budur. Jack London o öyküyü yazarken 15 dolarlık bir çek için mi yazdı, öldükten 50 yıl sonra Necati isimli hevesli, okuyup da dönüp sobaya bakacak diye mi?
Bilmezdi. Yazar yazdığından mutlu olur olabildiği kadar ve ölür gider. Sabahattin Kudret’in büyük lafıdır: 100 yıl sonraya kim kalacak? Büyük laf ederek de, paylaşarak da bilinmez…



► Sonraki yıllarda çocuk kitapları da sektörleşti…
Haa sektörleşmesi iyi oldu. Benim çocukluğum zamanında yoktu, belki de bizim çevreye gelmiyordu. 1970’li yılların başında Erdal Öz’ün Arkadaş Kitaplar ile büyük hizmetleri oldu.
Yayıldı, yazarlar ben de yazayım demeye başladı. Sırf çocuk kitabı yazan yazarları daha çok takdir ediyorum. Aynı zamanda resimleyenleri işin tam uzmanı. Hem yazıp hem resimliyorlar. Bu kitabı keşke resimleyebilsem, keşke öyle bir yeteneğim olsa.

Bazen de benzer şeyleri yazacağız ister istemez. Aynı dille, Türkçe sözlükle yaşıyoruz değil mi? Ama niye yazdıklarımız birbirinden bu kadar farklı dil bakımından… Genç bir yazarı okudum, ne kadar çok küfrederse o kadar gerçekçi olacağı gibi bir inanış var. Küfür gerekiyorsa, yazar. Çok yaratıcı bir küfürdür o… Herkesin bildiğinin dışında işlevi vardır. Sokaktaki dil o bakımdan evdeki dille uğraşıp okulda ortak bir dile dönüşecek. İşte o ortak dil de bir sorun var. Demek ki benim çocukluğumdaki durum yok. Nasıl diyeyim, tren gitti, gitmiş tren kokusu kaldı bize sadece.

► İlk çocuk kitabınız “Keleş Osman’ın Serüvenleri”ni 1975’te yazdınız… O günden bugüne çocuk yazınına bakışınız değişti mi?
Kendi yayınevimi kurdum, orada yayınlandı. Herkes yazıyordu, sen de yaz dediler.

Ben de yazdım “Keleş Osman’ın Serüvenleri”ni… İki kitapta kaldı. Yazamadım, yayınevi kapandı. Keleş Osman’ın yazarıyla bu yazar arasında bir fark yoktur. O zaman da çocuklara çocuk değil, yetişkin gibi davranmak gerektiğini düşünüyordum… Annesi Keleş Osman’a portakal veriyor, “Al oğlum bulamayanlar var,” diyor. Keleş Osman da bunları yersem benim mideme gidecek, onların midesine gitmeyecek ki diyor. Çocuk bundan bir şey alır. Der demez, önemser, önemsemez. Yaz Sevenler Kış Sevenler adı da güzel oldu. Yaz sevenler kış sevenler…

► Ben sonbaharı seviyorum.
Öyle mi? Tarancı’nın bir şiir var: “Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!” Yani ayva gibi sarı nar gibi kırmızı sonbahar… Ya da ayva çıktı, nar çıktı, sonbahar geldi. Ya da “sonbahar” geldi. Benim yaşıma gelince, “Adın batsın sonbahar!” diyeceksin.

► Zaten geldik…
Adın batsın sonbahar! Çocuklar ilkbahar, sonbahar aldırmaz. Onlar için kış gelince yaz, yaz gelince de kış özlenir. Onun için yemezler, satamadın yani…

► Çok iyi bir gözlemci olduğunuzu söyleyebilirim. Yazarın, herkesin göremediğini görmesi, düşünemediğini düşünmesi, anlatamadığını anlatması mıdır farkı?
Her şeyden önce dildir. Büyük ablam anlatırdı, ben 10 yaşımdayım. Ablam örgü örecek… İp karışık. Demişim ki; O yüzden onun adına “çile” denir. Bir türlü çözemiyor, yumak yapamıyor. Toplumdaki değer yargıları için farklı düşünmek zorundaydım zaten.

► Her kitabınızda sizden izler bulmak mümkün. Bu kitapta neredesiniz?
Ben her yerde varım.

Dışarıdaki hayat, dışarıdaki hayatın sıkıntıları… Bu öykülerin “Dayım Balon Olmuş…”tan farkı, bu öyküler çocuklar için yazıldı. “Dayım Balon Olmuş…”taki öyküler diğer kitaplardan seçilerek bir araya getirilmişti. “Yaz Sevenler Kış Sevenler” adını da şöyle buldum.

Keleş Osman ve köprü kitaplar üzerine bir kitap fuarında konuşmuştum: Bu kitaplar makarna seven çocuklara, pilav seven çocuklar, ikisini de seven çocuklara seslenir demiştim.

Oradan aklıma geldi yaz sevenler kış sevenler… Herkes kış öyküsü yazar. Ama Necati Tosuner için başka bir şey olması gerek. Çocuk arabanın üstündeki karları alacak, “Başkasının arabasının üstündeki kar başkasının mı olur?” diye soruyor. Baba, “Olmaz ama araba çizildi diye başkası kızabilir” diyor. Annesi balkondan kartopu atıyor. Anne atma başkasının arabasına, diyor. Çocuk işi olmayacak. Çocukça bir şeyler peşinde koşmak saçmalık olur.

Çocuksu bir şey önemli… Çocukça bir davranışla çocuksu bir davranış arasında dağlar kadar fark vardır.

***

‘Çocuklarla söyleşmeyi özlemişim’

Çağdaş edebiyatımızı zenginleştiren, eserleriyle sevilen, kısa öykünün büyük ustası Necati Tosuner, Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan “Yaz Sevenler Kış Sevenler” adlı kitabıyla Ataşehir Belediyesi Ahmet Telli Çocuk ve Halk Kütüphanesi’ne konuk oldu. Tosuner yeni kitabının yanı sıra diğer kitaplarını da okuyan çocukların yazın yaşamı üzerine sorduğu soruları yanıtladı. Söyleşi sonrası kısa bir değerlendirme yapan Tosuner, “Sağlık sorunlarım nedeniyle uzun zamandır söyleşilere katılamıyorum. Çok güzel bir gün geçirdim, umarım çocuklar da eğlenmişlerdir. Çocuklarla bir araya gelmeyi, söyleşmeyi özlemişim. Ataşehir Belediyesi’ne de çok teşekkür ederim,” diye konuştu.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Şimşek’in Programı: İşsizlik, borçluluk, daha fazla yoksulluk “Gurbeti ben mi yarattım?” Şişli Meydanı’nda üç kız Dizi önerileri Şeriatçılar neden şimdi sahnede?