Ah Bahadırım...

Sen bizim çoğaltan yanımızdın Bahadır. Çünkü sen çoğaltmaların ve biriktirmelerin ustasıydın

> BAŞAK GRAMMEŞİN

Ah Bahadırım, ah benim kardeşim, sen ne zaman büyüyüverdin... Ankaralıların küçük kardeşiyken, sen ne zaman İstanbulluların abisi oluverdin? Cebeci’nin yokuşlarında gamsızca gezinirken, sen ne zaman yedi tepeli şehrin tüm derdine ortak oluverdin? Ah Bahadırım, ah benim kardeşim, sen ne zaman ölüverdin...

Ah Bahadır, artık seninle ilgili hiçbir cümlemiz ahsız başlamıyor. Çalınan hayatının hayatımıza düşen gölgesi gibi uzanıyor boylu boyunca ahlarımız. Yokluğunun, bir daha oldurulamazlığının altını çiziyoruz her cümlemizin başında. Yaşanmayacak bir hayatı hangi cümle anlatabilir ki... Ah ki cümleler bize yetmiyor artık Bahadır.

Eksik kaldık be Bahadır... Teklifsiz sokulganlığınla hayatlarımıza iliştirdiğin ne varsa eksiliverdiler birden. Neşemiz eksildi, sevincimiz eksildi, gülüşümüz eksildi, sürprizimiz eksildi, şarkımız-şiirimiz eksildi, umudumuz eksildi. Bizi alıştırdığın, bizi şaşırttığın, bizi şımarttığın günler eksildi. Haylaz çocukluğunun geçtiği evler, devrimciliğinle özgürleştirdiğin kampüsler, yürüdüğün sokaklar, dağıttığın bildiriler, astığın afişler, tuttuğun pankartlar eksildi. Yanlarından ayrılmadığın Tekel İşçileri, barikatına omuz verdiğin Gezi Direnişi, mülteci kamplarında rehberlik ettiğin Suriyeli çocuklar, Sulukuleli çocukların esmer ritimleri eksildi, Kazova’nın direniş halayı eksildi, tarih eksildi, tarihimiz eksildi Bahadır.

Çünkü sen bizim çoğaltan yanımızdın Bahadır. Çünkü sen çoğaltmaların ve biriktirmelerin ustasıydın. Sevdiğin şiirleri biriktirir gibi, gezdiğin şehirlerin fotoğraflarını biriktirir gibi, gazoz kapaklarını biriktirir gibi usulca ve inatla çoğaltmışsın hayatlarımızdaki yerini. Gidişinle fark ettik ki, birbirinden farklı bunca yaşama temas ettiğin her nokta, ortak bir doğum lekesi gibi benzeştiriyor şimdi hepimizi. Şimdi hepimiz aynı acının soyundanız.

Cenazende Melisa anlattı, Gezi’nin o görkemli döneminde barikatın içinden ayrılmayınca sen, uyarmak zorunda kalmış seni, başına bir şey gelmesin diye. “Benim başıma bi’şey gelmez Meloş” demişsin, “bi kere benim ismim uzun, benim ismimle slogan atılmaz ki…” Ah be Bahadırım, o gözü pek direniş günlerinde değil ama beklenmedik bir gece yarısında düştün kardeşlerinin kolları arasına. Bizler acımızı sığdıracak yer bulamazken, o güzel ismin “Baho’ya sözümüz halk iktidarı” sloganına sığıverdi işte. Kanınla ıslanmış cüzdanından Sinan’ın fotoğrafı çıktı ya hani, cenazenden dönerken senin fotoğrafın girdi cüzdanlara. Sözümüzü büyüttük isminle Baho, Sinan’a verdiğimiz sözümüzü... Seni karanlık bir Mayıs gecesinde aramızdan alanlara inat, güneşli Haziran günlerine olan inancımızı büyüttük isminle Bahadır...

Ah be Bahadır, biz şimdi aynı batında doğmuş iki dehşetli ıstırabı büyütüyoruz. Hangisinin yükü daha ağır ayırt edemiyoruz: Seni yitirmenin acısı mı, sana sahip çıkamamanın utancı mı... Öğreniriz elbette kardeşimizin acısıyla yaşamasını da, yoldaşımıza siper olamamanın utancıyla yaşamaya nasıl alışılır bilmiyoruz be Bahadır... Öğret bize Bahadır, affet bizi!

Ne çok şeyler anlatmak isterdim ardından aslında ama zor geliyor şimdi bu yazmalar. Acımızı terbiye etmesini öğrenememişiz daha...

O gece senle mesajlaştık, ben sana “Badiş” demiştim yazarken, sen de bana “sen bana Badiş diyince ben de kendimi küçük hissediyorum” yazmıştın. Yarın senin doğum günün küçücüğüm, doğum günün kutlu olsun kardeşim...
Ablan…

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Şimşek’in Programı: İşsizlik, borçluluk, daha fazla yoksulluk “Gurbeti ben mi yarattım?” Dizi önerileri Şeriatçılar neden şimdi sahnede? Devlet, burjuvazi ve AKP iktidarı