Çin, ABD’nin yerini mi alıyor (4)

Trump yönetimi artık doğrudan Çin Komünist Partisi’ni (ÇKP) hedef almaya başladı. Geçenlerde Global Times gazetesinde yayınlanan bir köşe yazısı “ABD’li yöneticilerin ÇKP liderliğini hedef almalarının nedeni, ABD hegemonyasına karşı ortaya çıkan direnişin temel nedeni olan Çin’in hızlı gelişmesinin yaratıcıları olmalarıdır” diyordu. Yazıda söylenenler -metnin propaganda dili bir tarafa- gerçeğe işaret ediyor. Bence o yazıda eksik olan tespit şu: Trump’ın ÇKP’yi doğrudan hedef almasının nedeni Parti yönetimine-liderliğine bir türlü boyun eğdirememesi ve kendi döküntülüğüne uygun “iş bitirici” ahbap-çavuş ilişkileri kuramaması.

Önceki yazımda geçmişte ABD’nin Çin’i yarı-sömürgeleştirme veya en azından kontrol etme amacı taşıdığından bahsetmiştim. ABD, Çin politikasının bir fiyasko olduğunu ne zaman fark etti? İşlerin umdukları gibi gitmediğinin, Çin’in kendi yolunda ilerlediğinin farkında olsalar bile, ABD için alarm zilini çaldıran iki etmenden söz edilebilir: (1) Teknolojik üstünlüğü Çin’e kaptırmak üzere olduklarını görmeleri ve (2) Xi Jinping’in Devlet Başkanı seçilmesi.
Teknolojik üstünlük ABD için en önemli hegemonya aracı sayılır. Bu üstünlüğü kaybetmek ekonomik üstünlüğü ve giderek hegemonyayı da kaybetmek demek.

Teknolojik üstünlük derken teknoloji üretiminden bahsediyorum. Konuya üretim yerine gündelik yaşamda teknoloji kullanımı açısından bakıldığında Çin, sadece ABD’ye değil dünyanın geri kalanına da zaten birkaç tur bindirmiş durumda -hem de kendi ürettiği teknolojiyle. Gazeteler Çin’deki bu “teknoloji salgını” haberleriyle dolu. ABD’nin korkusu yersiz değil. Çin’in bugün değilse bile yakın gelecekte teknolojik üstünlüğü ele geçireceğini söylemek falcılık sayılmaz. Teknoloji hırsızlığı suçlaması ise büyük ölçüde safsata. Teknoloji hırsızlığını becerebilen herkes yapıyor. ABD ne kadar yaptıysa, Çin de o kadar yapmıştır -belki biraz daha fazlasını (kapitalistlerin birbirinden çalması benim için çok eğlenceli). ABD, “Çin teknolojisi özellikle son kırk yılda üniversitelere ve araştırma kurumlarına ayrılan devasa bütçelerin, akıtılan milyarlarca doların ve nitelikli bilim insanlarının yani bilime yapılan büyük yatırımın eseridir” diyemediği için “çalıntı teknoloji” olarak değersizleştirmeye çalışıyor.

Xi Jinping’in ÇKP Sekreteri ve Devlet Başkanı olarak seçilmesini sadece ABD’nin “ÇKP içine elini uzatma-dizayn etme, ÇKP’yi bir şekilde ABD hempası kılma niyeti-projesi”nin kesin iflası açısından ele alacağım. Şimdi bahsedeceğim olay doğası gereği ne doğrulanabilir/doğrulatılabilir ne de yanlışlanabilir/yanlışlatılabilir bir konu. Yine de yazmam gerektiğine karar verdim; ama dikkatli bir dille, isim vermeden ve ayrıntıya girmeden (yoksa RTÜK bizi kapatabilir. Ne de olsa 1.4 milyon Çinli bizi izliyor). Devlet Başkanı olarak Xi’nin seçilmesi birçok insan için sürpriz, ABD için ise adeta şok oldu. Çünkü ABD-İngiltere emperyalizmi başka birine yatırım yapmıştı. O kişi, Mao ile birlikte savaşmış ve daha sonra önemli görevler üstlenmiş bir Halk Ordusu subayının oğluydu. Yani ÇKP’nin prenslerindendi. Çinlilere göre epeyce uzun boylu, atletik yapılı, yakışıklı, iyi bir konuşmacı, görev yaptığı bölgelerde halkın sevgisini kazanmış karizmatik biriydi. Bir film-pop yıldızını andırıyordu (ABD-İngiltere’de olsa bu özellikler ona seçim kazandırırdı, kesin). Adeta bir pop konserini andıran miting ve toplantıları aslında bir PR çalışmasıydı. Yaklaşan ÇKP Sekreterliği ve Devlet Başkanlığı seçimine hazırlık çalışması… Fakat batıdaki seçim mitinglerini çağrıştıran yollarla edinilen popülarite burada pek muteber bir şey değildir. Dolayısıyla, umulanın aksine, ÇKP Merkez Komitesi üstünde olumsuz bir etki yaptığını düşünüyorum. Hong Kong doğumlu bir İngiliz iş insanıyla (ABD-İngiliz istihbarı için çalışan biri diye anlayın) olan fazla yakın, sıkı-fıkı ilişkisi her ikisi için de iyi olmadı. O iş insanı Devlet Başkanlığı seçiminden bir-iki ay önce Çin’de kaldığı otelde ölü bulundu. Seçimden birkaç ay sonra da bahsettiğim “olası Başkan adayı” o kişiyi öldürtmek suçlamasıyla tutuklandı. Üstelik ilk başta ölüm nedeni kalp krizi olarak bildirilmişti, tıbbi kayıtlara öyle geçmişti… Bunlar olup biterken dönem ABD’de “Demokrat” Obama dönemiydi.

Bugünkü Çin politikasının temelleri Obama döneminde atıldı. Çin’i kuşatma politikası Obama’nın eseridir. Trump’ın bu konudaki en önemli icraatı Amerikan devlet aklının oluşturduğu o politikayı berbat etmekten ibaret. Trump, “göz alıcı karizmasını, çok az insana nasip olan o emsalsiz aklını-dehasını ve müthiş pazarlık becerisini” kullanarak Obama’dan çok daha iyisinin başarabileceğine, beceriksiz Amerikan yöneticilerine “sorun nasıl çözülür dersi” vereceğine inanıyordu. Ne de olsa o Trump reisti… Çin, Vietnam ve Kuzey Kore ile yaptığı onca kişisel görüşmeden umduğu sonucu elde edemeyince başa döndü. Amerikan diplomasisinin zaten bildiği ve kendisine de anlattığı Çin gerçeğini sonunda Trump da duvara çarparak öğrenmiş oldu.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Lübnan karışırsa Ortadoğu yanar KFC İsrail boykotuna katıldı: 108 şube kapatıldı İskoçya Başbakanı Hamza Yusuf istifa etti Üst düzey AB yetkilisi tarih verdi: Pek çok üye ülkenin Filistin devletini tanıması bekleniyor İran’da gergin bekleyiş