Hatırlatmalar | 1 Mayıs: Emeğin mücadele ile yazılan tarihi

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

1 Mayıs, bugün dünyanın her yerinde Uluslararası İşçi Günü olarak kutlanıyor. İlk kez 1888’de ABD’de gerçekleşen 1 Mayıs,100 yıldan fazladır dünyanın her yerinde işçi sınıfının kutlama değil, hak arama mücadelesinin, insanca yaşam talebinin tarihi oldu. 

19. yüzyıl ortalarından itibaren dünyanın birçok noktasında insanlık dışı çalışma şartlarına karşı örgütlenen işçi sınıfının her yerde en öncelikli taleplerinden biri 8 saatlik işgünüydü.

Sanayi devriminin gelişimi sonrası ortaya çıkan ve dünyanın her yerinde kent yoksullarını oluşturan işçiler, günde 14-15 saat, hiçbir güvenlikleri olmadan, çok düşük ücretlere, kurulan yeni fabrikalarda çalışıyordu. İşten kalan saatlerin ve alınan ücretin yalnızca barınmaya, beslenmeye zorlukla yetebildiği şartlar, dünyanın her yerinde aynıydı. Devletler açısından, patronların kârı, sınai kalkınmanın ilerleyişi, işçilerin insani saatlerde, yaşamlarını idame ettirebilecek gelirlerle çalışabilmelerinden çok daha önemliydi. 

Friedrich Engels, 19. yüzyılda İngiliz işçi sınıfının durumunu şu sözlerle anlatıyordu: 

“Bu işçilerin kendilerine ait mal ·ve mülkleri yoktur; geçimleri tamamen ücretlerindendir, yani genelde elden ağza gider. Tümüyle atomlardan oluşan toplum onların durumu hakkında parmağını kıpırdatmaz; kendilerine ve ailelerine bakmalarını onlara bırakır, ama onlara bunun araçlarını etkin ve sürekli bir biçimde vermez. Her emekçi, hatta en iyileri bile, o nedenle, sürekli olarak işini ve aşını yitirme tehdidine, yani açlıktan ölmeye açık yaşar ve birçoğu böylece yiter gider” (İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, F. Engels). 

1 Mayıs, işçi sınıfının 19. yüzyılda yaşadığı sefaletle mücadelesinin günü olarak tarihte ortaya çıktı. Bu mücadelenin en önemli taleplerinden biri 8 saat çalışma hakkıydı. Avusturya’dan, Yeni Zellanda’ya yürütülen mücadelelerle bu hak kazanıldı. ABD’de Chicago’lu işçilerin 8 saat mücadelesi, 1 Mayıs’ı tarihe Uluslararası İşçi Bayramı olarak geçirecekti. 

“Emekçi olduğum için asılacağım!” 

1886 yılının 1 Mayıs’ına denk gelen cumartesi günü, merkezi Chicago olmak üzere ABD’nin onlarca eyaletinde işçiler genel grev ilan etti. İlk gün katılım sayısının 350 bin ila yarım milyon arasında seyrettiği eylemlerin merkezinde New York, Detroit, Milwaukee ve Chicago vardı. Grevin temel sloganı olan 8 saatlik çalışma talebi, eylem marşına da yansımıştı: “8 saat iş, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse!”  

4 gün süren eylemlerin sonunda, polisin işçilere ateş açmasıyla çatışmalar çıktı. 1 Mayıs grevini örgütleyen 4 işçi lideri tutuklandı ve idamlarına karar verildi. İdam kararının verildiği mahkemede, işçi önderlerinden Albert Parsons, “Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım!” dedi. Önderler, idam sehpasına götürülürken o dönemde Enternasyonal marşı olan Marsilya’yı söylediler. August Spies’in asılmadan önceki son sözleri “Gün gelecek sessizliğimiz, bugün astığınız seslerden çok daha büyük olacak” dedi.  

Sosyalist Enternasyonal, 1886 Amerikan grevi ve mücadelede hayatını kaybeden işçilerin anısına 1890 yılında 1 Mayıs’ı Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü ilan etti.  

Anadolu’da Bir Hayalet Dolaşıyor 

Dünyada işçi sınıfı mücadelesine paralel olarak, sanayileşen ve modernleşen Osmanlı’da da 19. yüzyılın ikinci yarısı işçi eylem ve grevlerine sahne olmaya başladı. Tanzimat döneminde ilk kez Hasköy tersanesinde, ücretlerini alamayan işçiler greve çıkarken, bunu aynı yıl telgraf işçilerinin grevleri izledi. 

Osmanlı’da işçi hareketinin en fazla yoğunlaştığı yerler, Selanik, İstanbul ve İzmir’di. Tanzimat’tan Abdülhamit dönemine kadar, zam, iş koşulları gibi gerekçelerle greve ve eylemlere çıkan Osmanlı işçi sınıfının yükseliş dönemi ise 1908 oldu. II. Meşrutiyetin ilan edildiği 1908 devriminde, “hürriyet” hakiki şekilde fabrikalarda, tersanelerde, demiryollarında direnişe geçen işçilerin mücadelesinde vücut buldu.  

Hükümetteki İttihatçıların grev ve sendika yasaklarına rağmen 1909’da ilk kez düzenlenen 1 Mayıs, 1908 grevlerinin yaktığı ateşi yeniden alevlendirdi. Aynı yıl yine Selanik ve Ürgüp’te başlayan grevler bu kez Anadolu’ya yayıldı, Bursa, Bilecik ve Adapazarı’nda işçiler greve çıktı. Dört dilde ortak yayınlanan 1 Mayıs bildirisinde, emeğe dair yasaların yanında herkes için seçme ve seçilme hakkı da istendi. Bursalı ipek işçisi kadınlar gazetelere mektup yazarak, sefaletlerini ve mücadelelerini ülkenin diğer illerindeki sınıf kardeşlerine duyuruyorlardı: 

“Daima eziyet, daima felaket. Daima sıkıntı ve sefalet. İşte günlük durumumuz, dileğimiz. Duyarlı insanlar, var olan toplumun bolluk ve mutluluğunu yöneten düşünürler topluluğu, işçi kızların genel çığlıkları karşısında niçin bu derecede dilsiz kalıyorlar?” 

1912 yılında ise ilk kez İstanbul’da Pangaltı’da 1 Mayıs eylemi düzenlendi. 1921 yılında işgal altındaki İstanbul’da Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın örgütlediği 1 Mayıs’ta Hürriyet Meydanı’nda işçiler Bağımsız Türkiye pankartı ile yürüdüler. 

Cumhuriyetin 1 Mayıs Meselesi 

Emperyalizme karşı ulusal kurtuluş mücadelesinin zaferi üzerine kurulan cumhuriyet, başlangıçta ilerici atılımlarla birlikte geldi. 1923 yılında kutlanan 1 Mayıs’ta yerli ve yabancı şirketlerde çalışan işçiler greve çıkarak yabancı şirketlere el konulmasını, 1 Mayıs’ın resmen işçi bayramı olarak tanınmasını, sekiz saatlik işgününü ve sendika, grev haklarını talep etti. 

Yürütülen mücadelenin karşılığı olarak 1923 yılında 1 Mayıs resmen işçi bayramı ilan edilse de hemen ertesi yıl gerçekleşen 1 Mayıs engellendi, sekiz saatlik işgünü talebinde bulunan işçiler tutuklandı ve 1 Mayıs’ta kitlesel gösteriler yasaklandı. Ardından 1925 yılında uygulamaya konulan Takrir-i Sükûn kanunu ile 1935 yılına kadar eylemler yasaklandı. Yeni rejim, milli kalkınma ve sermaye inşasında işçi sınıfının örgütlülüğünü, en temel taleplerini bir tehdit olarak görüyordu, yalnızca 1 Mayıs değil, işçi sınıfının grev ve örgütlenme hakları da yasaklanıyordu.  

Takrir-i Sükûn sonrasında ise 1 Mayıs’a yönelik yaklaşım, farklı hükümetler tarafından, günün anlamını ve sınıf mücadelesi ile bağını zayıflatmaya yönelikti. 1935 yılında 1 Mayıs “Bahar ve Çiçek” bayramı ilan edildi. Ancak işçi sınıfının kararlı mücadelesi, 1970’ler itibariyle 1 Mayıs’ı Türkiye’nin toplumsal mücadeleler tarihi içerisindeki en önemli günlerden biri haline getirdi. 1976 yılında Taksim Meydanı’nda cumhuriyet tarihinin ilk kitlesel 1 Mayıs’ı gerçekleştirildi. Ülkemizde 1 Mayıs; o tarihten bugüne, egemen sınıfların tüm baskı ve yasaklamalarına karşı sınıfsız, sömürüsüz, özgürce ve insanca yaşayabilecekleri bir dünya isteyen emekçi halkın, emperyalizme ve faşizme karşı meydanları doldurduğu bir mücadele günü olmaya devam ediyor.  

***

1 Mayıs 1977 Katliamı 

1 Mayıs 1977’de Türkiye’nin en büyük kitle gösterisi ve en vahşi katliamlarından birisi yaşandı. Emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazi CIA’sı, Kontgerilla (onun sivil kolu Ülkü Ocakları) ve MİT’in eliyle yükselen halk muhalefetini sindirmek için 34 kişinin hayatını kaybettiği büyük bir provokasyon planı hayata geçirildi. 

1 Mayıs sabahı Beşiktaş’ta yüz binlerce insan erken saatlerde toplanarak adı 1 Mayıs alanı olarak değiştirilen Taksim Meydanı’na yürümek için harekete geçti. Alanı gençlerden, işçilerden ve emekçilerden oluşan kitleler doldurdu. DİSK başkanı Kemal Türkler’in konuşmasını bitirmek ve son yürüyüş kolu alana girmek üzereyken, alanın Tarlabaşı tarafından duyulan üç el silah sesiyle katliamın fitili ateşlendi. Silah sesi sonrası miting alanının çevresindeki binalarda; Sular İdaresi ve Intercontinental Otel’inde pusuya yatan kişiler alandaki yüz binlerce insan üzerine otomatik silahlarla kurşun yağdırdılar. Yaylım ateşine paralel panzerler hücuma geçti. Ses bombaları ve otomatik silahların ateşi büyük bir panik yarattı. Kaçamaya çalışan birçok insan panzerlerin altında ve izdiham içinde sıkışarak can verdi. Panikle Kazancı yokuşuna sürüklenen binlerce kişi üzerine beyaz bir arabadan otomatik silahlarla ateş açıldı. Bu sırada yokuşa park edilen bir kamyon yolu tıkamıştı. Burada büyük bir izdiham meydana gelerek onlarca insan can verdi. Katliam başarıyla tamamlanmış; 34 insan katledilmişti. 

***

Katliam Sonrası Yalanlar ve Gerçekler  

Milliyetçi, Cephe Hükümeti kendi yaptığı katliamın üzerine örtbas etmek için katliamın Sol Fraksiyonlar (Sovyet taraftarları ile Çin taraftarları) arasındaki bir çatışmanın sonucu olduğu propagandasını seferber etti. Süleyman Demirel katliamın olduğu akşam Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası şunları söylüyordu;  

“Kemal Türkler, mitingi bir türlü sonuçlandırmadı ve uzattı. Kemal Türkler'in, bu caninin meydana getirdiği bu olaylar, 15 Haziran olaylarının bir devamıdır... Maoist grup tarafından yaratılmıştır... DİSK mitinginde, CHP'nin belediye başkanı Ahmet İsvan da vardı. TİP'ten elemanlar vardı. İşte komünizmi tehlike olarak görmezlerse olaylar buraya kadar varır."  

Yandaş basılı ve görsel medyada bu propagandaya paralel bir yayın politikası izledi. TRT, Günaydın, Hürriyet, Milliyet vb yayın organları sonraki günlerde 1 Mayıs’ı sol içi bir çatışma olarak lanse edecek haberler yayınlamaya devam etti. Oysaki mitinge katılanlar arasında en ufak bir çatışma meydana gelmemişti. Mitinge katılanların tanıklıkları, çekilen fotoğraflar, Intercontinental Oteli ve Sular İdaresi üzerinden kitleye ateş açıldığını kanıtlıyordu. Sonrasında bu olayın; CIA, MİT, kontrgerilla tarafından tertiplenen kanlı bir saldırı olduğu açığa çıktı. 

1 Mayıs katliamı üzerine yapılan araştırmalar, incelemeler, ifşaatlar kontgerilla faaliyeti olduğu gerçeğinin daha fazla anlaşılmasına imkân sağladı. MİT’ten sorumlu başkan yardımcılarından Sadi Koçaş 8 Mayıs 1987 tarihinde Hürriyet gazetesine verdiği röportajda 1 Mayıs katliamını kontrgerillanın yaptığını açıkça itiraf ediyordu. Kendisine sorulan soruları cevaplandıran Koçaş; “1 Mayıs olayının o gün ortaya çıkmadığını, 1968-1969 ve 1970’lerden itibaren en az 7-8 senelik olayların bir birikimi olduğunu” söylüyordu. Bu söylemden de anlaşılacağı gibi kontrgerillanın sadece 1 Mayıs olayında değil, geçmiş dönemdeki karanlıkta kalmış cinayet ve katliamlardan da sorumlu olduğunun itirafıdır. 1977 ve sonraki yıllarda hayata geçirilen provokasyon ve tertiplerinde bu karanlık ellerin sorumluluğu olduğu birçok kez kanıtlandı.  

Şunu da söylemek gerekir ki; 1 Mayıs 1977 katliamı öncesinde süren ve pek çok yerde tartışmadan çatışmalara dönen, polisin üniversite kampüsleri ve halk eylemlerine dönük saldırılarına sebep olan Çin-Sovyet tartışması da göz ardı edilemeyecek bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Sol içi çatışma ortamının 1 Mayıs Meydanı’nın kapısına kadar taşınması, hem miting alanının sınırına kadar hiçbir önlemin alınmaması hem de çatışmayı meydana taşımaktaki ısrarın yarattığı ortam katliama giden provokasyona da açık bir zemin oluşturmuştur. 

1977 1 Mayıs’ı 12 Mart sonrası yeniden yükselişe geçen toplumsal muhalefeti bastırmak için emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri tarafından hayata geçirilmiş büyük bir katliam olarak tarihe geçti. Sonrasında devrimci yükselişi durdurmak için Çorum, Maraş vb katliamlar tertiplendi. Yetmediği yerde ise egemen sınıfların çıkarları çerçevesinde 12 Eylül faşist darbesi gündeme gelecekti.  

***

Kavgamızın Meydanı Taksim 

1 Mayıs'ın memleket sathındaki tarihi boyunca görkemli direnişler, acı katliamlar ve büyük kutlamalarla anılan bir diğer simge ise Taksim Meydanı olageldi. Bugün de hâlâ emekçi halkın sembolik mekânı Taksim’in 1 Mayıs’a açılması tartışmaları yeniden gündemde. Yıllar içerisinde yasaklar ve direnişler; katliamlar ve kitlesel eylemlerle anılan Taksim Meydanı toplum hafızasındaki bu sembolik anlamı nasıl kazandı, bu uzun yolculuğu hatırlatmak hem 1 Mayıs’ın hem de Türkiye'de süregelen mücadelelerin de izini sürmek gibi olacaktır.  

Yakın tarihin en önemli toplumsal olaylarına ev sahipliği yapan Taksim Meydanı bir Cumhuriyet meydanı olarak tasarlanmış, geçit törenlerine, 6-7 Eylül 1955 tanıklık etmiş ve 1960 sonrası yükselen gençlik ve işçi hareketlerinin hızlanan mücadelesinin bir parçası olarak anlamını kazanmaya başlamıştır. Türkiye tarihinin sınıflar mücadelesinin seyrini belirleyecek büyük olaylara tanıklık eden meydan zamanla demokratik taleplerle halka yönelik şiddetin sıkça karşı karşıya geldiği bir mekân olarak hafızalara kazındı.  

Taksim Meydanı’nda akıllara kazınan ilk tarihlerden biri 6. Filo karşıtı eylemler ve izlerini bugünün gerici faşist dalgasında bulabileceğimiz Kanlı Pazar olmuştur. Hemen onu izleyen 15-16 Haziran büyük işçi direnişi için de yine yürüyüş hedefi Taksim Meydanı'ydı. Emekçi halkın taleplerini yükselttiği en önemli günü haline gelen 1 Mayısların Taksim Meydanı'yla anılması ise 1 Mayıs 1977 katliamı olacaktı. Türkiye tarihinin en karanlık günlerinden olan 1977 1 Mayıs'ının ardından geçen her yıl Taksim Meydanı için de bir mücadele olarak bugüne taşındı.  

İktidarların yasaklar ve şiddetle halkın ise direniş ve mücadeleyle hatırlandığı yıllar boyunca Taksim Meydanı hep gündemdeydi. 1980 darbesi ve sonrasında “devlet dersinde öldürülen” evlatlarını arayan Cumartesi Anneleri, 1 Mayıs 1977'nin hafızasıyla geçen 1 Mayıslar, 20 yıla yaklaşan tarihiyle kadınların eşitlik mücadelesinin sesi olmaya devam eden 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşleri, Cemaatin şifre skandalından sonra hakkını arayan liseli öğrenciler, sayısız yürüyüş, protesto ve nihayet bizim Haziran'ımız Gezi Direnişi… Taksim Meydanı kuşaktan kuşağa aktarılan bir direniş mekânı olarak bugüne kadar gelecekti. AKP iktidarı döneminde ilginç projeler, yasaklar ve polis şiddetiyle Taksim Meydanı sürekli hedef oldu. Meydanın bir parçası olan Gezi Parkı'nın yok edilmesine karşı başlayan eylemlerin yurt geneline yayılması, Türkiye tarihinin en kitlesel halk direnişlerinden birine vesile olurken, Taksim Türkiye’nin her yerinde direnişin sembolü olacak, emekçi halkın demokrasi mücadelesine bugün hâlâ etkileri süren unutulmaz bir Haziran bırakacaktı. Taksim yatay mimari, yayalaştırma derken her sene artan şiddet, yükselen polis barikatlarıyla direnişin ve kavgamızın mekânı olarak anlamını koruyan Taksim Meydanı’nda bugün de abluka ve direniş de sürüyor. Yakın tarihimizin en önemli mekânının tarihinin de bize gösterdiği gibi bir tarafta tertiplenmiş şiddet ve katliamların yarattığı bir güvenlik problemi diğer tarafta ise korkmayın biziz halk... 

***

1 Mayıs Marşı ve Hikâyesi 

Günlerin bugün getirdiği, baskı zulüm ve kandır. 

Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez, 

Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde. 

1 mayıs, 1 mayıs işçinin, emekçinin bayramı 

Devrimin şanlı yolunda,ilerleyen halkların bayramı. 

Söz-Müzik: Sarper Özsan 

1 Mayıs marşının hikayesi Brecht’in yazdığı oyunda bıraktığı boşlukla başlamıştır. Rutkay Aziz’in Ankara Sanat Tiyatrosu’nun sanat yönetmeni olduğu 1974 yılında Gorki’nin Ana romanından esinlenerek yapılan Brecht’in oyunu sahneye koyulacaktır. Metinde bütün sahnelere marş yazılmışken 1 Mayıs 1905’in canlandırılacağı sahne boş bırakılmıştır. Brecht bu sahneye dair sadece “işçiler marş söyleyerek sahneye girer yazar”. Sarper Özsan’dan bu sahne için marş bulması istenir. Özsan uygun bir marş bulamaz ve sözlerini kendisi yazarak besteler. Oyun gecesi marş seyircileri ve oyuncuları çok etkiler. O tarihten sonra “1 Mayıs marşı” kitleler tarafından benimsenir ve 1976’da ilk kitlesel 1 Mayıs’ta hep bir ağızdan söylenir. Ayrıca marş önce Cem Karaca ve Timur Selçuk, sonrasında ise birçok sanatçı ve topluluk tarafında seslendirildi. Bu özelliğiyle “marş” o tarihten bugüne 1 Mayıs’ın simgelerinden biri oldu. 

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Devrim Entelektüel sorumluluk ve eylem ve John Steinbeck “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller”den “aklıselim, kalbiselim, zevkiselim” nesillere Ve sen, ben obruklara karşı... Türkiye'nin 'yasal' karaborsaları: StubHub ve Viagogo