İtaat, biat, müfredat

Okul çocuğun öğrenme yolculuğundaki ana eşlikçisi, nesne değil, özne olmasını sağlayacak öğrenme ortamı olmalı. Çocuk kendini okulda özgürce inşa ve ifade edebilmeli. Bu müfredat, okulu çocuğa istediği biçimi verecek bir organizasyon, çocuğu ise şekil verilecek bir nesne olarak görüyor.

Ayşe Alan - Eğitimci, Yazar

Geçen haftanın gündeminde Türkiye Yüzyılı Yeni Maarif Modeli ismiyle yayınlanan yeni müfredat önemli bir yer tuttu.

Önümüzdeki eğitim öğretim yılından itibaren okul öncesi, 1., 5. ve 9. sınıftan başlayarak uygulanmaya başlanacak olan bu yeni programı hem pedagojik hem politik açıdan değerlendirmek gerekiyor. 

Müfredatta Yeni Olan Ne? 

Yeni bir model olduğu iddiasıyla sunulan bu programın, bazı konuların çıkarılması ve terminoloji değişiklikleri dışında, yeni bir pedagojik yöntem ortaya koyduğunu söylemek çok zor. Tek tek derslerin programlarını incelediğimizde birbirinden kopuk ve birkaç farklı yöntemin aynı çuvala konularak harmanladığı eklektik bir yapı görüyoruz. 

Kamuoyunda çoğunlukla öğretilecek konular bütünü olarak anlaşılan müfredat meselesi medyaya eklenen, çıkarılan konular bağlamında yansıdı. Oysa bunların ötesinde bir önemi ve anlamı var. Müfredat oluşturulurken neyin öğretildiği kadar, neyin öğretilmediğinin, yani “dışarıda bırakılanların” da anlamı büyüktür. Yaratılışçılığı müfredata koymak bir şeydir, Evrim Teorisi’ni müfredattan çıkartmak ise başka bir şey. Farklılıklarımızı müfredata koymak bir şeydir, farklı cinsiyet kimliklerinin adını anmamak başka bir şey. Benzer şekilde, özellikle matematik alanında integral konusunun çıkarılmasına yönelik yapılan eleştiriler de bilimsel içeriğin azaltıldığına dair durumu apaçık ortaya koyuyor. 

Muhafazakârlığın madde ve manası 

Müfredat aslında öğrencilerin, MEB’in tabiriyle “Türkiye Yüzyılı”nda tabi olacakları eğitim politikalarını belirliyor. Tabi olacakları diyorum çünkü yeni programda tariflenen insan, “vatandaştan” çok “tebaa”ya benziyor. Özellikle ortak metinde altı çizilen eğilimler ve değerleri incelediğimizde haklarını bilen ve kullanan aktif vatandaşı değil, akıl yerine kalbiyle karar veren muhafazakâr terminoloji ile tanımlanmış MEB deyimiyle “kâmil” insanı görüyoruz. 

Müfredatın çocuğun akademik, sosyal-duygusal becerilerini hassas bir dengede tutacak biçimde oluşturulması gerekir. Bu programda değerler eğitimi akademik eğitimin önüne geçmiş. Bu aslında yıllardır adım adım oluşturuluyordu. 2011 yılından beri değerler eğitimi okullara ders konuları ile bağlantı kurularak ya da çeşitli projeler vasıtasıyla adım adım giriyordu. Bu yeni modelde her öğrenme alanına, eski adıyla ünitelere, değerler eklenmiş.  

Ortak metinde, “milli ve manevi değerlerimize uygun evrensel değerler de benimsenmiştir” denilerek, evrensel değerler ikinci plana atılmış. “Programın ruhunda tabii bir şekilde yer alıyor” ifadesiyle bahsedilen değerler eğitiminde insan madde ve mânâdan oluşuyor, eğitimle kemale eriyor. Metin eski dilden kelimeler üzerine kurulu. İsminde bile eğitim yerine maarif kelimesi tercih edilmiş. Şahsiyetler, mefkureler, belagatler, aklıselimler, kalbiselimler, zevkiselimler havada uçuşuyor. Tam da söylendiği gibi programın ruhunda tabii bir şekilde muhafazakâr terminoloji var! 

Apaçık ortada ki yeni program çocuk odaklı değil, çocuğun yüksek yararını gözetmiyor. Çocuk bir siyasal ve ekonomik sistemin içinde kâmil insanlığa ulaşması gereken bir aparat. Özellikle yeni sistemin merkezine yerleştirilen “kökler” konusu Türk-İslam sentezine sıkı sıkıya bağlı bir anlayışı işaret ediyor. Türk-İslam mirası üzerine kurulmuş bir geçmiş anlatısına ek olarak, çok çarpıcı biçimde okul öncesi programında bile değer eğitimi “milli manevi” değerler ile bağlantılı. Üzerine sos olarak da örneğin ortaokulda ekonomi konusunda savunma sanayi yatırımlarının işlenmesi gibi militarist, Orta Asya’nın adının Türkistan olarak değiştirilmesi gibi Türkçü vurgular serpiştirilmiş. 

Müfredatın Hâkimi Din Eğitimi  

Ayrıca değerler eğitiminde “telkin” bir öğretim metodu olarak gösteriliyor. Değerin okulda öğretilecek bir konu değil, çocuğun yaşamında deneyimleyebileceği bir şey olması bir yana çocuğa herhangi bir fikrin/değerin telkin yoluyla aktarılması pedagojik kavrayışın yanından bile geçemez. Telkin bir eğitim değil, beyin yıkama yöntemi olarak kabul edilir. Bu tür yöntemlere yapılan vurgular, özellikle küçük yaştaki çocukların karakter oluşumunu, kendini ve içinde yaşadığı toplum ve dünyayı anlama sürecini kontrol etmek, onu bir nesne haline getirmeyi olağanlaştırmaktır.  

“Maarif Modeli”ni hangi derslerin programının yayınlandığı üzerinden de ele alalım. Programı açıklanan 26 dersin 7 tanesi din dersleri. Bu derslerden bazıları Peygamberimizin Hayatı ve Kuranı Kerim gibi seçmeli din dersleri. Programı açıklanan başka bir seçmeli ders yok! Hakeza yabancı dil derslerinin programları da açıklanmadı. Öğrencilerin 4. sınıftan 12. sınıfa kadar aldığı temel derslerin önemli bir kısmını Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi oluşturuyor. Çocuğun tüm öğretim hayatı boyunca sanattan, spordan daha çok din dersi alması başlıbaşına pedagojik bir sorun. 

AKP iktidara geldiğinden beri eğitimde sayısız değişiklik yaptı. Bu değişikliklerin beceriksizce yapıldığını söylemek büyük yanılgı olur. Kararların hepsi bilinçli bir şekilde, zamanlaması çok iyi hesaplanarak, kendi ideolojik planlarına uygun olarak alındı. Bu müfredat on yılı aşkın bir süredir hazırlanıyor derken kastedilen aslında tam da bu! 

On yıldır yapılan pedagojik bir hazırlık değil, çocukları iktidarın birer temsilcisi yaparak geleceğin Türkiye’sini sağ ve İslamcı bir iktidara uyumlama projesi. Sözde yeni modelin askıda kalma süresinin sadece bir hafta olması da niyetin katılımcı bir tartışma ortamı değil, bir oldubittiye getirme olduğunu açıkça gösteriyor. Bu yeni model de bilinçi bir tercihin ürünü. Yoksullaşan ve yoksullaştıkça nitelikli eğitimden uzağa düşen yığınları kontrol etmeyi kolaylaştıracak bir tercih. İktidar toplum mühendisliğinin bir aracı olarak gördüğü “maarifi” pervasızca kullanmaktan çekinmiyor. 

Müfredatta Eleştirel Zihnin Yeri Yok 

Eğitimin en temel amaçlarından biri insan zihnini özgürleştirmek olmalı. Bunun okuldaki karşılığı düşünme becerilerinin, özellikle eleştirel düşünmenin sınıf seviyesine uygun, tüm derslere yayılmış bir biçimde verilmesidir. Yeni müfredatta eleştirel düşünme bir beceri olarak mevcut, ancak buradaki kilit nokta eleştirel düşünmenin bilişsel olduğu kadar toplumsal yönünün de vurgulanabilmesi ve her anlamda farklılığın bir değer olduğunun merkeze alınması olmalıydı. Bireyi toplumsal bir varlık olarak ele almaması, programın en kritik eksiklerinden biri. Tariflediği toplumsallık demokratik ve insani bir varoluşu değil, cemaat benzeri bir tabiyeti önceliyor. 

Zihni özgürleştirmeyen bir eğitim, bireyi, pazarın ya da devletin hizmetine sunulan, kendisinin, yeteneklerinin ve gücünün farkında olmayan bir nesneden ibaret görür ve içeriği ona uygun olarak tasarlar. Bu müfredat, öğrencinin öğrenme ile kurduğu ilişkiyi faydacılığın ötesinde, kendini ve çevresini anlamlandırabilmesinin bir aracı olarak kurgulamıyor. 

Okul çocuğun öğrenme yolculuğundaki ana eşlikçisi, nesne değil, özne olmasını sağlayacak öğrenme ortamı olmalı. Çocuk kendini okulda özgürce inşa ve ifade edebilmeli. Bu müfredat, okulu çocuğa istediği biçimi verecek bir organizasyon, çocuğu ise şekil verilecek bir nesne olarak görüyor. 

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Kendrick almış sancağını eline Hatırlatmalar | 68 Hareketi: Paris’ten Dünya’ya eski dünya arkanda Güneşin aşkıyla kavrulan çiçek: Ayçiçeği Efsane ve teori arasında: Erken Budizm ve siyasal düşünce Aydının kapanışı