Popülist siyasetin gölgesinde referandum: Cehenneme hoş geldiniz

Siyasal projesi açısından değerlendirildiğinde, iktidar referandumda kendi beklentilerini de aşan bir başarı elde etmiş görünüyor.

Siyasal projesi açısından değerlendirildiğinde, iktidar referandumda kendi beklentilerini de aşan bir başarı elde etmiş görünüyor. Kuşkusuz, sağlıklı bir ortamda, bu başarıyı sorgulatacak, Anayasa gibi bir konuda Türkiye’nin üç parçalı siyasi ve coğrafi bölünmesi de dâhil olmak üzere, çok önemli boyutlar var. Ancak tartışma ötesi olan bir konu varsa, referandum sonucunda iktidar etrafında örgütlenen hegemonya projesinin önemli bir mevzii kazandığı gerçeğidir.
Ufukta genel seçimin göründüğü bir dönemde, açıklama bekleyen konu bu başarının nasıl inşa edildiğidir. Bu nedenle referandumla ortaya çıkan tablonun farklı kesimler açısından sonuçlarını değerlendirmeyi daha sonraya bırakıp, referandum etrafında yoğunlaşan siyasal sürecin iktidar tarafından inşa ediliş biçimine yönelik bir tartışma yürütmek anlamlı görünüyor.

POPÜLİST MANTIK
Bütün bu sürecin sağlıklı biçimde anlaşılması temel bir tespiti yapmayı gerektiriyor; popülizm Türkiye’de siyasetin mantığında çok uzun süredir var olan bir unsur olmakla birlikte,  mevcut iktidar döneminde söz konusu mantık, sistematik biçimde, siyasal yaşamda belirleyici olmaya başlamış ve referandum süreciyle birlikte, çok daha çarpıcı biçimde, öne çıkmıştır. Bu nedenle, gerek referandum sonuçlarının anlaşılması, gerekse bundan sonraki döneme ilişkin sağlıklı değerlendirmelerin yapılması popülist siyaset mantığının anlaşılmasını gerektirir.


Tartışmaya, popülizmi tanımlayan iki temel özelliğin altını çizerek başlamakta yarar var. Birincisi, popülist siyaset, ezilen geniş halk kesimlerini ifade eden biz ve toplum üzerinde tahakküm kurmuş iktidar seçkinleri olmak üzere, iki kutuplu bir siyaset cephesi tanımlar. İkinci olarak biz bir yandan düşman olarak inşa edilen seçkinlere karşıtlık içinde kimlik kazanırken, diğer yandan da, toplumsal alandaki belli kesimlerin taleplerine hitap eden bir siyasi program ve söylem etrafında inşa edilir. Toplumsal alanda oluşan taleplerin tek tek karşılandığı demokratik/kurumsal siyaset mantığının giderek imkansızlaştırıldığı bir ortamda, popülist siyaset bu talepleri tek tek yanıtlamak yerine, bu taleplerden birini, diğer talepleri de temsil edip, eklemleyecek biçimde, öne çıkarır. Bu tekil talep, giderek diğer taleplerinde kendilerini içinde tanımladığı, bir üst temsilciye dönüştürülür. Bu temsiliyet başarılı olduğu ölçüde de, farklı kesimler hegemonik proje etrafında yoğunlaşırlar.

POPÜLİST SİYASET EGZERSİZİ OLARAK REFERANDUM

İktidarın hegemonya projesi uzun süredir bu tür bir popülist siyaset mantığını temel almakla birlikte, referandum süreciyle birlikte bu mantık çok daha katıksız biçimde öne çıkarılmıştır. Referandum toplumsal alana ve “özürlüklere pranga vuran iktidar seçkinleriyle” bir hesaplaşma olarak sunulurken, değişiklik paketindeki çok farklı içerikteki maddeler tek bir maddeymişçesine demokratikleşme üst göstereni etrafında oldukça maharetli biçimde tanımlanmış ve savunulmuştur. Söz konusu süreçte yargı bağımsızlığı, bir anlamda, iktidar seçkinlerinin halk iradesi karşısındaki hesap vermezliği olarak sunulurken, darbecilerin yargılanması ve askerlerin sivil yargı önüne getirilebilmesi gibi maddeler öne çıkarılarak, değişikliklerin demokratikleşme göstereni etrafına algılanmasının da, medya destekli biçimde, önü açılmıştır.

Kısaca gerçek demokrasi sağlandığında, Kürt sorunundan, türbana, yoksulluk ve işsizlik sorunundan, bürokratik tıkanmaya kadar tüm sorunlar çözüleceği yönündeki söylem referandum sürecinde daha da yoğunlaştırılmış biçimde üretilip, toplumsal alana pompalanmıştır. Başbakan’ın referandumda evet sonucu çıkarsa, “dışarıdan sermaye girişinin katlanacağı”, “ülkenin zenginleşeceği”, “özelleştirmelerden elde edilen gelirlerin artacağı” yönündeki değerlendirmeleri demokratikleşme üst dilinin konuyla en az ilişkili alanlara bile nasıl uzatıldığını göstermesi açısından ilginçtir.

Bütün paketin tek bir gösteren etrafında yoğunlaştıran bu popülist stratejiyle referanduma konu olan çok farklı konulardaki maddelerin tek bir paket olarak oylanması arasında da doğrudan bir bağlantı bulunduğu açıktır. Bu duruma karşı çıkanlar, demokratik/kurumsal siyaset mantığına başvurarak her maddenin ayrı oylanmasını isterken, genel popülist yönelimiyle tutarlı bir biçimde iktidar, bu talebi reddedip, bütün paketi demokrasi göstereniyle sararak tek bir madde gibi oylatmıştır.

Tam da bu noktada, popülist mantık açısından bakıldığında, referanduma konu olan maddelerin içeriği konusunda toplumun büyük bölümünün bilgi sahibi olmadığı eleştirisi de anlamsızdır. Bu konuda da itirazların kaynağında tekillikler üzerinden kurulan demokratik/kurumsalcı siyaset mantığı vardır. Oysa iktidarın popülist stratejisi bu tür bir kapsamlı bilgilendirmenin tam tersine, toplumsal alandan destek arayışını bir yandan liderine, diğer yandan da bu demokratikleşmede ifade bulan genelleştirici söylemine dayandırmış ve “demokrasiye ve prangalardan kurtulmaya inanıyorsan, evet dersin” söylemini görece başarılı biçimde topluma aktarmıştır.

BİR SAVAŞ DURUMU OLARAK REFERANDUM

Buraya kadar yaptığımız analizin iktidarın referandumdaki başarısı konusunda yanıtlamadığı bazı sorular var; karşımızda uzunca bir süredir iktidarda olmasına karşın, türban, Kürt sorunu, işsizlik, dışlanma, yoksulluk gibi konularda toplumsal alandan gelen taleplere tatmin edici yanıt üretmekte başarısız olan bir proje duruyor. Bunun üzerine bir de kendi kadrolarını ve yandaşlarını zenginleştirme, yolsuzluk ve usulsüzlüklerin yaygınlaşması gibi yıpratıcı olması gereken konular eklenince, iktidarın referandumda aldığı desteğin, yoksulluk yardımları gibi açıklamaların ötesine geçilerek,  analiz edilmesi gerekiyor.

Bu desteğin tek bir nedene dayanmadığı açıktır. Yeterli bir değerlendirme, muhalefetin konumlanış ve stratejileri de dâhil, birçok değişkenin dikkate alınmasını gerektiriyor. Ancak iktidarın sağladığı desteğe ilişkin açıklamanın bütün olumsuzluklara karşın yıpranmamayla ilişkili olan bölümü yukarıda tartıştığımız popülist stratejiyle de yakından ilişkili olduğundan, konun bu yönüne ilişkin kısa bir değerlendirme yapmakta yarar var.

İktidar seçkinleri olarak tanımladığı kesime karşı mücadelesinde iktidar, oldukça maharetli biçimde, iki boyutlu bir stratejiyi uzunca bir süredir görece başarılı biçimde üretiyor. Bu stratejinin birinci boyutunu iktidarın yaptığı biz ve siyaset seçkinleri ayrımında tanımladığı tarafları farklı düzlemlere oturtması oluşturuyor. İktidar seçkinleri olarak tanımladığı kesimi siyasal alana, kendisini toplumun geniş kesimleriyle birlikte, toplumsal alana yerleştiren bu strateji, siyasal alanın kendisine kapatıldığına toplumu inandırabildiği ölçüde, türbandan Kürt sorununa, ortaya çıkan başarısızlıklardan sorumluluk almamayı başarabilmiştir. Ergenekon, ordu içindeki darbeci yapılanmalar üzerin yapılan tartışmalar, yüksek yargı organı üyelerinin basına yansıyan konuşmaları gibi birçok unsur siyasal alanın işgal altında olduğu ve bu alanlara girilmesine izin verilmediği söyleminin başarılı biçimde üretilmesinde oldukça işlevsel olmuştur.

Nitekim referanduma konu olan değişiklik paketinin önemli maddeleri, yüksek yargının yeniden yapılandırılmasına ilişkindir. Başbakan’ın prangalarımızdan kurtulacağız diyerek tanımladığı bu değişim aynı zamanda iktidarı kullanamıyoruz anlamına da gelmektedir.

İktidarı başarısızlık yanında, yolsuzluk ve usulsüz dinlemeler gibi konularda yıpranmaktan koruyan stratejinin ikinci boyutunu işgal altındaki siyasal alanın kurtarılmasına yönelik toplumsal alandan verilen mücadele algısı oluşturmaktadır.  Siyasal alanda kendisine karşı konumlanmış güçlere karşı verilen mücadele iktidar tarafından adeta bir savaş gibi tanımlanmaktadır. Normal koşullarda skandal ya da istisna olarak kabul edilen eylem ve uygulamalar, savaş durumunda, ya düşmanın provokasyonu ve komplosu ya da savaş koşullarının mubahı haline gelmektedir. İktidarın yoğun biçimde kullandığı usulsüz dinleme kayıtları, ortaya çıkan görüntüler savaş koşullarının kabul edilebilir durumları olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir anlatımla, bu mücadele siyasal olmaktan çok askeri bir mücadele olarak tanımlanıp, benimsendiğinde, savaş teknikleri de istisna olmaktan çıkıp, kural haline gelebilmektedir. Toplumun geniş kesimi de bu tür bir durumu giderek savaş koşullarının olağan durumu olarak görebilmektedir.

Savaş durumu tanımlamasının en çarpıcı göstergeleri referandumun sonuçlarında kendini göstermektedir. Türkiye sadece toplumsal olarak değil, coğrafi olarak da, tıpkı bir savaş durumu gibi, cephelere bölünmüştür. Ancak bu coğrafi kutuplaşmayı,  sadece Güneydoğu, Ege/Akdeniz gibi bölgeler etrafında tanımlamak hata olacaktır. Aynı türden keskin sosyo-coğrafi bölünmeler semtler ve ilçeler çerçevesinde ayrışan biçimde büyük kentlerde de kendini göstermektedir.

POPÜLİST SİYASET MANTIĞI KARŞISINDA MUHALEFET

Popülist siyasetin diğer tarafına bakıldığında, öyle ya da böyle, orada da anlaşılabilir nedenlerle popülist siyaset biçiminin dışına sınırlı biçimde çıkılabildiği görülmektedir. Bu hattın liderliğini de facto olarak CHP ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu yaptığından muhalif cepheye ilişkin değerlendirmenin büyük ölçüde CHP üzerinde yoğunlaşması kaçınılmaz hale gelmektedir.

Kılıçdaroğlu liderliği etrafında CHP’nin yürütmüş olduğu kampanyayı popülist siyasetin iki kurucu unsuru üzerinden değerlendirmek yerinde olacaktır.  İktidarın kurmuş olduğu biz (mağdurlar ve ezilenler) ve onlar (ezen siyasal seçkinler) cephesinin bu süreçte en çok üzerinde gidilen konu olması anlaşılabilirdir. İktidarın kendisini ezilen mağdurlar arasında gösterdiği bir durumda, bu resmin doğru olmadığının havuzlu villa sembolü etrafında gösterilmesi çabası, gereğinden biraz fazla sürmüş olsa da, doğru yere parmak basan bir stratejiye işaret etmektedir.

Yürütülen kampanyanın görece başarısız görünen yönüyse, CHP’nin toplumsal taleplere seslenme konusundaki kararsızlığı olmuştur. Kuşkusuz bu durumda, CHP ‘de yaşanan değişikliklerin henüz tam tanımlanmamış olmasının payı vardır. Ancak bu tür bir süreçte Kürt sorunu (genel af) ve türban (üniversitelere giriş vs.) konusunda süren belirsizlikleri aşabilecek türden bir üst dilin kurulamadığı gözlenmektedir. İktidarın tersine CHP bu soruların her biriyle tek tek karşılaşmak zorunda kalmış, toplumsal tabandaki duyarlılıklar nedeniyle siyasal liderlik bu konularda belirsiz kalmayı tercih etmiştir. Bu konuda belirsizlikleri kısmen ortadan kaldırmaya yönelik genel af ve türban konusundaki hamlelerse, kısmen medyanın da etkisiyle, istenilen amaca ulaşamamıştır. Ufukta genel seçimin göründüğü dikkate alınırsa, CHP’nin bu konulara yönelik tercihleri konusunun hayatiyetini koruduğu söylenebilir.

Öte yandan, siyasal alana hakim olan popülist siyaset mantığına uygun biçimde CHP lider Kılıçdaroğlu oldukça aktif ve muhalif cephe içinde öne çıkan bir kampanya yürütmüştür. Öte yandan bu başarının ironik biçimde, hayır cephesinde konumlanan MHP tabanından oy kaymalarına neden olduğunu söylemek mümkündür. Toplumun geniş bir bölümü popülist siyasetin mantığına uygun biçimde, tercihi AKP (Tayyip Erdoğan) ve CHP (Kemal Kılıçdaroğlu) arasında yaptığı kanısına ulaştığında, MHP seçmenin kafasını sağa çevirmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.  MHP tabanı yanında, AKP’li olmayan merkez sağ seçmenin de benzer bir seçmen davranışı göstermiş olması muhtemeldir. Özellikle sosyalist partilerin de, kararlı biçimde hayır cephesi içinde yer almasının, iktidara yakın olmayan sağ seçmen üzerinde iktidara yaklaşma yönünde bir baskı yaratmış olması muhtemeldir (Kürt siyaseti ve sosyalistlerin referandumdaki tutumu ayrı bir değerlendirmeyi gerektirdiğinden burada bu boyuta girmeyeceğim).

Son değerlendirme doğruysa, referandumun sonucu ve yol açacağı sonuçların olumsuzluğu açık olmakla birlikte, sosyal demokratların ve sosyalistlerin elde ettiği sonucun küçümsenmemesi gerekir. Bu iktidar açısından yeni bir mevzi anlamına gelmekle birlikte, sol açısından bu sonucu bir bozgun olarak algılamak yanlış olacaktır.

Bu tür bir bozgun algısı en çok popülist siyaseti en uç noktasına, yani otoriter popülizme taşımak istekliliğinde olduğunu, referandumun sonuçlandığı akşam başkanlık sistemine geçişi gündeme getirerek, bir kez daha ifade eden iktidarın işine yarayacaktır.

 

 

 

 

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
‘Öldü’ denilen itirafçı, 8 ay önce Jandarma’da memurmuş Diyanet’ten hadisli 1 Mayıs mesajı İşe yeni girdim hasta olduğumda ne yapacağım? Abdülhamitçiler, Osmanlıcılar, İslamcılar; nerdesiniz? Hoş geldin kadınım