Sinemanın yüzüncü yılı ve Kürtler

Türkiye sinema tarihi “hazır giyim” ile üretilen bir başlangıç tarihini çıkış noktası alıyor, Türkiye yapısı gereği sivil olması gereken tarihini askeri bir momentle başlatıyor.

Türkiye sinema tarihi “hazır giyim” ile üretilen bir başlangıç tarihini çıkış noktası alıyor, Türkiye yapısı gereği sivil olması gereken tarihini askeri bir momentle başlatıyor.


Bu arada Kobani’de tanklar ve batı icadı ve yapımı silahlarla IŞİD saldırıyor. Türkiye’de pek çok kesim ise ciddi bir sessizlikle süreci karşılıyor, hata kimilerinin düşmanımın düşmanı söylemine sığındıklarını da anlıyorum.
IŞİD hakkında bilgi almak için NYT sitesini açarsanız, haritalar ve zaman içinde güç dengelerinin değişimi ile birlikte neler olduğuna dair “made in USA” haberler, haritalar ve yorumlar alabilirsiniz.


Sinema tarihçiliğimiz geçmişine göre çok zayıflamış durumda. Şimdi tarihimizi bir bütün olarak görmeye çalışan, geçmiş gelecek ve şimdiyi tek bir potada okumaya çabalayan eserler çok daha nadir görülüyor. Ortalıkta adı sanı bilinen insanların büyük bölümü aslında tarihçilik ve sanat cahili, hiçbir önemli eserleri yok, ama “biliniyorlar, çünkü üretilmişler”, arkalarında sermaye var yani.


Sinemamızın yüzüncü yılına da ithaf edilen Altın Palmiye’nin ardından bile bir tartışmanın çıkmaması, filmin geniş bir tartışma sürecine oturmaması, Yol ile birlikte Kış Uykusu’nun incelenmemesi, bunların yerine seviyesiz farklar, ortaklıklar üreten bir yaklaşımın olması durumun vahametini gösteriyor.


Bu sıralarda Türkiye’ye aylar öncesinde alınan rehineler getiriliyor, yaklaşık 3 ay sessizce yok sayar gibi duruyoruz ortalıkta. Elbette Yugoslavya’nın ardından dökülen şiddet Irak ve Suriye’de dökülen kanın kaçta kaçı onu merak ediyorum, Batılıların bırakın silah yardımı yapmayı, gıda yardımı bile yapmaktan çekindiği ve bölgenin binlerce yıllık kültürel geçmişi art arda siliniyor, elbette kadınlar savaşın ilk ve doğrudan kaybedenleri oluyor. Onlara dair haberleri okuduğumda insanlık adına utanıyorum, ne yazık ki böyle şeyleri görmemeyi ve aldırmamayı öğrenemedim daha, elimde olmadan tiksinti kaplıyor benliğimi.


Sinema tarihimiz büyük altüst oluşlar, en parlak nutukların atıldığı içeriden yenilgiye uğramış ve çöküş döneminin alametlerini gösteren dönemlerle, büyük çöküşler içinde yapılan çok kritik filmlerle şekillenmiş, ama bugün için tarihsel olaylara tanıklık etmek gibi bir misyonu yok, hoş geçmişte de yoktu. 1970’li yıllarda meydanları, grevleri, işçi tiyatrolarını, göçmenlerle yapılan söyleşileri sinemamız büyük oranda “gerçekleştirmemişti.” Bugün de ben açıkça beklediğimi söyleyeyim, -bazılarına garip gelebilir- Rojava’da, Musul’da ve Suriye’de olup bitenleri özellikle de Kürtlerin sinemasallaştırarak dünyaya anlatması gerektiğine inanıyorum. Bundan 75 yıl önce başlayan yolculuklarla, Uçan Hollandalı diye de anılan Joris Ivens’in İspanya’da, Çin’de, Vietnam’da çektiklerini bugün Kürtlerin yapmaması için bir neden göremiyorum. Nedense bu ülkede belgesele çok kıymet verilmiyor, ama benliğimin derinliklerinde belgesel sinemayı bugünün Türkiyesi’nde ben en çok Kürtlere yakıştırıyorum, tam da Latin Amerikalı kardeşlerimizin deyimiyle “gerilla tarzı film yapmak” deyimi için gün “bugün değilse ne zaman?”


Yıllar önce Süha Arın mükemmel bir yazı yazmıştı, Türkiye Sinema Tarihi yazılırken nedense belgesellerin yok sayıldığını gösteren ironi dolu bir yazıydı, oysaki o filmler bırakın yok sayılmayı özellikle anılmayı gerektiriyordu, zaman içinde ise sayılarının çok artması rehberlik için gerekli değil miydi? 30 yıllık Kürt savaşının görsel belleği olsaydı tarihimizle bizi daha derinden buluşturmaz mıydı? Gezi olayları için çok basit ve aşırı tezli örnekler dışında, tarihsel ana tanıklık eden belgeseller çekilmesini engelleyen nelerdi?


Biz tarihiyle kavga eden, tarihsel olguları öğrenmeden, onlara dair kemikleşmiş tezler üreten ve küçük burjuva zihninin bilime hükmettiği bir milletin ahfadıyız. Acılarımızın tanıkları yüzyıllarca bu topraklarda türkülerimiz olmuştu, şimdi halkın direniş destanları için aracı olarak sinema başucu kaynağımız olamaz mı?


Tarihimizden bir an geçiyor ve sinemamız yüzyıldır bunu kaydetmek için pek ateşli değil, tarihimizin birinci elden tanıklarını dinlemek için sinemadan daha iyi bir sanat olabilir mi?


Bazen insan daha iyi anlıyor, sanat, sanat içindir sözünün anlamsızlığını, sanat kimi zaman direnmek ve insan kalmak içindir. Kürtlerin Rojava’daki direnişine selam olsun, insanlık için dövüşüyorlar orada, hem de uluslararası bir örgütün acımasız kıyımlarına karşı.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Eğitim Bakanlığı Müsteşarı'nın kızına YGS'de VIP torpili! Hoş geldin kadınım Abdülhamitçiler, Osmanlıcılar, İslamcılar; nerdesiniz? ‘Öldü’ denilen itirafçı, 8 ay önce Jandarma’da memurmuş Diyanet’ten hadisli 1 Mayıs mesajı