Sünnet yasağı ve liberalizmin sefaleti

SELAMİ İNCE

Almanya’da sünneti yasaklayan mahkeme diyor ki: “Çocuğun bedensel bütünlüğünün korunması, ailenin dinsel inancından ve çocuğu yetiştirme haklarından daha önceliklidir… Bize yetki veren insanların koyduğu kurallara uymayı, kimin koyduğu belli olmayan kurallara uymaktan daha çok önemseriz…” Aslında mahkemenin hatırlattığı ve liberallerin savunması gereken bu kuralları da sosyalistler savunmak zorunda kaldı

Köln Mahkemesi’nin 26 Haziran tarihinde verdiği “sünnetin yaralama suçu” olduğuna dair karar, Almanya’da üç önemli tartışmanın başlamasına yol açtı. Daha doğrusu mahkemenin verdiği bu kararın gerekçesini oluşturan üç temel, sekülerlik, din, aile, devlet, anayasa ve çok kültürlülük gibi Avrupa liberal demokrasinin önemli kavramlarını yeniden düşünmeye çağırıyor.  Türkiye’de sadece “Yasakçı Alman sünneti de yasakladı” ya da “Alman hükümeti sünnet yasağına çözüm arıyor” biçimde yansıyan olayda, mahkeme kararının gerekçeleri ve mahkemenin mantığı şöyle özetlenebilir:

1.    Çocuğun bedensel bütünlüğünün korunması, ailenin dinsel inancından ve çocuğu yetiştirme haklarından daha önceliklidir.  Devlet her şeyden önce çocuğun bedensel bütünlüğünü korumakla yükümlüdür. Sağlık açısından bir zorunluluk taşımayan, dini geleneksel tercihlere göre yaptırılan sünnet “yaralama suçu” oluşturur.

2.    Almanya Anayasası, dinsel özgürlüğü garanti altına almıştır ve ailelerin çocuklarına inandığı dinsel geleneği aktarma, bunun eğitimini verme ya da çocuklarını dinsiz yetiştirme hakkı da garanti altındadır. Ancak, mahkeme, dinsel özgürlük ve dinsel haklarla dünyevi hakların çeliştiği noktada dünyevi haklardan yana tavır alır. Yani, mahkeme için, mahkemeye yetki veren parlamentonun ve halkın koyduğu kural, insanların kendi koymadıkları, inanılan bir gücün koyduğu kurallardan daha önceliklidir.

3.    Dini aidiyetin bireysel bir tercih ve bireysel bir inanç olduğu düşünülürse, küçük bir çocuğun, “dinsel olgunluğa” erişmeden, ileride bir daha değiştiremeyeceği bir biçimde cerrahi operasyona tabii tutulması ve bu operasyon sonrasında dinsel aidiyetinin başlaması “dinsel tercih” özgürlüğüne karşıdır. Ailenin “çocuğunu yetiştirme” hakkı bu operasyonu yapma hakkını tanımaz. Dini olgunluk yaşından sonra çocuk dini kararlar almalı.   

ALMANYA’DA SÜNNETİN YASASI YOK
Şimdi meselenin ayrıntılarına bakalım biraz. Olay Mayıs ayında Müslüman bir ailenin iki gün önce sünnet ettirdiği 4 yaşındaki oğlunu “kanaması durmuyor” diye hastaneye getirmesiyle başladı. Hastane daha önce, başka bir klinikte Müslüman bir doktor tarafından sünnet edilen çocuğun durumunu polise bildirdi. Hastane yönetimi,  çocuğa tıbbi zorunluluğu olmayan bir cerrahi müdahale yapıldığını bildiriyordu. Savcılık olaya el koydu.

Doktor, çocuğun ailesinin izni olsa dahi, tıbbi zorunluluk olmadan küçük bir çocuğun bedensel bütünlüğünü bozmaktan yani “yaralama” suçundan yargılandı. Ancak, doktorun Almanya’da bu işlemin yasal olmadığını bilmediği ortaya çıkınca, doktor beraat etti. Doktor beraat etti ama mahkeme eylemin suç olduğunu vurguladı. Evet, her yıl belki de milyonlarca kez tekrarlanan sünnetin Almanya’da yasal olmadığı da böylelikle ortaya çıktı.

Beklenildiği gibi mahkemeye karırına Yahudi cemaati ve İslami çevreler karşı çıktı. Karar birden toplumda hemen her kesimin fikir beyan ettiği bir tartışma konusu haline geldi. Elbette uzman kişiler ve kurumlar da fikir beyan etmeye başladı. Örneğin Alman Tabipler Birliği “yasal statü belli oluncaya kadar” hiçbir doktorun sünnet yapmaması çağrısında bulundu.  Berlin’deki Yahudi Hastanesi de mahkeme kararına uyarak sünnet yapmayacağını açıkladı. Hekimler birliğinin ve hastanenin açıklamaları, kararın yanlış ya da doğru olduğunu tartışmayan, öncelikle doktorları korumak için yapılmış açıklamalardı. Mahkeme kararını Almanya Çocuk Hakları Dernekleriyle Çocuk Cerrahları Birliği de desteklediğini açıkladı. Bu destek, mahkeme kararının “doğru”   sünnetin “yanlış” olduğunu da söylüyordu.   

Ayrıca, hastanelerde yapılan sünnetin sigorta kapsamında olup olmayacağı, sağlık açısından bir zorunluluk olmayan müdahalenin estetik operasyon olarak mı değerlendirileceği gibi dünyevi tartışmalar da başladı. 

SOL PARTİ DIŞINDAKİ PARTİLER SÜNNETÇİ
Tartışma siyasal düzemde de devam etti. Mahkeme kararını Die Linke (Sol Parti) hariç bütün partiler “yanlış bulduğunu” açıkladı.  Meclis’te grubu bulunan sosyal demokratlar, Hıristiyan demokratlar, liberaller ve yeşiller Die Linke’yi dışlayarak sünneti yasal kılacak bir formül için çalışmaya başladı. Başbakan Angela Merkel, “Almanya’nın Yahudi ritüellerinin yerine getirilmesine izin vermeyen tek ülke olamayacağını” açıkladı ve en kısa zamanda sünnete izin verilecek yasal düzenlemenin yapılacağını belirtti.

Hatta geçen hafta Perşembe günü toplanan Federal Meclis, sünnetin yasal hale getirilmesi için hükümete yasa tasarısı hazırlaması konusunda çağrıda bulunulan karar tasarısını, büyük çoğunlukla kabul etti. Yasa sonbaharda çıkartılmış olacak. (Die Linke daha önce Afganistan’a asker gönderilmesi gibi ‘önemli’ kararlar alınırken hep dışlanmıştı.)

Almanya’da gelecek yıl genel seçimler olduğu için partilerin “sünnet “konusunda ne kadar samimi olduğunu anlamak kolay değil ama hiçbir partinin genel nüfusun yüzde 5’ini oluşturan Yahudi ve Müslümanların oyunu küçük bir deri parçasının kesilmesine engel olmak yüzünden kaybetmek istemeyeceği kesin. Yeşillerin tutumuna, “çok kültürlü dünya” ütopyasına göre siyasal söylem geliştirme çabasını da eklemek lazım tabii.

SOL PARTİ: OY İÇİN PRENSİP BOZULAMAZ 
Her ne kadar “sünnet koalisyonu” Die Linke’nin “sünnet yasağını” onayladığını söylese de aslında Die Linke’de de koalisyondakiler gibi düşünenler var. Hatta Meclis’teki tartışmalarda da bu yaşandı: Bazı milletvekilleri “sünnet kolasiyonuna” doğrudan karşı çıkarken, bazı milletvekilleri çekimser kaldı. Ancak yine de, Die Linke Din Politikaları Sözcüsü Raju Sharma, Genel Yönetim Kurulu Üyesi Halina Wawzyniak ve Federal Milletvekili Sevim Dağdelen’in açıklamaları partinin genel tutumunu belirledi. Müslüman göçmenlerle Yahudilerden de oy alan, hatta çoğu yerde bir göçmen partisi görüntüsü sunan Die Linke’nin oy uğruna prensiplerden vazgeçmediği görülüyor.

Die Linke, yöneticileri mahkemenin karar gerekçesindeki temelleri savunur bir tutum içinde. İlk açıklamayı Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung’a yapan Raju Sharma şöyle diyor: “Sünnet, çocuğun fiziksel bütünlüğüne yapılmış ciddi bir saldırıdır… Öncelikle devlet çocuğun fiziksel bütünlüğünü korumak zorundadır. Bunun karşısında ebeveynin dinsel geleneğe dayanan istekleri geri durmalıdır… Mahkemenin kararı özünde doğrudur… ”  Sharma, bu karara karşı çıkmanın  “dinsel geleneğe dayanarak her türlü biçimde çocuk yetiştirmeyi meşru görme anlamına geleceğini söylüyor ve aynı gerekçeyle “kadın sünneti” veya “eğitim için dayağı” da meşru görme talepleri olacağını vurguluyor.

Sharma’ya en büyük destek Sevim Dağdelen’den geliyor. Hukuk politikaları açısından kararı “çok doğru” bulan Dağdelen Tagesspiegel gazetesine şunları söylüyor:  “Devletin ve yasaların en önemli görevi insanının bedensel birliği ve bütünlüğünü sağlamaktır. Din bu bütünlüğe saldırının gerekçesi olamaz…”

Halina Wawzyniak ise, mahkeme kararının “Müslüman ya da Yahudilerden bağımsız düşünülmesi gerektiğini, başka dinden ya da dinsiz birinin de bebekken sünnetine karşı olunması gerektiğini” vurguluyor ve kararı desteklemenin camii ya da sinagoga karşı olmak anlamına gelmeyeceğini belirtiyor.

Sharma da Brandenbrug taban örgütlenmesine yazdığı mektupta bu konuda şunları söylüyor: “İnsanın bedensel bütünlüğü bizim hukuk devleti anlayışımızın temel prensibidir. Yahudi ya da Müslüman toplumları kızdırırız diye bu prensibimizden vaz mı geçelim? Bunun dışında, dinsel özgürlük sadece aile için değil aynen ‘meme çocuğu’ için de geçerli olmalı. Bir dini topluluğa ait ya da karşıt olmayı her özgür vatandaş, reşit olduğunda karar vermeli…”

DİNSEL REŞİT OLMA YAŞI
Die Linke Din Politikaları Sözcüsü Raju Sharma’nın “Bir dini topluluğa ait ya da karşıt olmayı her özgür vatandaş, reşit olduğunda karar vermeli” cümlesi aslında sosyal liberallerin sorması gereken bir sorunun cevabı.  Sosyal Liberaller ne  “Neden sünnet yasağı bireysel özgürlük açısından ileri bir adımdır?”  sorusuyla ya da cevabıyla ilgileniyorlar ne de “Dinsel aidiyet,  kişisel karara göre mi belirlenmeli yoksa kişinin bir nesil öncesinin dinsel aidiyetine göre mi?” sorusu ve cevabıyla. Anlaşılacağı gibi sosyal ya da değil “liberaller” Almanya’da da “ilerici” rolünü çoktan kaybetmiş.

Hele Avrupa’da birçok ülkede Hıristiyanlar için “dinsel reşit olma, dinsel olgunluk yaşı” yasayla belirlendiğine göre,  hangi dinden olduğunun açık ve dönülemez karar verme biçimlerinden biri olan sünnetin tartışılmasız kabul edilmesi,  liberal Avrupa düşüncesiyle de temelden çatışmakta. Avrupa’nın birçok ülkesinde aileye çocuğun doğuşundan, itibaren ne din seçimi ne de dinsel eğitim verme hakkı tanınıyor. 

Örneğin Almanya’da bir çocuk 10 yaşından itibaren yetiştirildiği dinsel ortam hakkında ne düşündüğünü söyleme aile de çocuğa soru sorma hakkına sahip. 12 yaşından itibaren çocuk, kendisine sorulmadan bu zamana kadar içinde bulunduğu dinsel atmosferden ayrı bir dinsel atmosfere taşınamaz. 14 yaşından itibaren ise, çocuğun din seçip seçmeyeceğine, seçtiği dine giriş yapabilmesine karar veriliyor. Bu yaşından itibaren çocuk, din değiştirme, dinden çıkma ve eğer dinden çıkmışsa, din dersine girip girmeme hakkına sahip.

Almanya’da çocuk sonuçta hem dinini hem dinsizliğini kendi seçiyor hem de kiliseden ayrılmışsa din dersi alıp almayacağına 14 yaşından itibaren kendisi karar veriyor. Bu zamana kadar da “zorunlu olmayan” din dersine girip girmeyeceğine ailesi karar veriyor. Bizdeki liberal ve İslamcılar ne derse desin, durum bundan ibaret.

DİNDEN ÇIKMA YOK DİN DEĞİŞTİRME VAR
Avusturya’daki uygulama da aşağı yukarı Almanya’daki gibi ancak Avusturya’da bir farklı uygulama var. Çocuk 12 yaşına kadar hangi dinin atmosferi içinde yetiştirilmişse, 12 yaşından itibaren çocuğa sormadan başka bir dinin etkisiyle yetiştirilemez.  İsviçre’de “dinsel reşit olma” yaşı daha da büyük ve bir genç 16 yaşını bitirdiğinde ancak kendi dinini seçebilecek olgunluğa erişiyor. Avrupa’dan örnekler çoğaltılabilir ama şunu söylemek gerekiyor ki, hiçbir ülkede Müslümanlardaki ya da Yahudilerdeki gibi bir doğuştan kazanılmış dini aidiyet yok.

Müslümanların ya da Yahudilerin “çocuk doğuştan bir dine ait olsa, sünnetli olsa bile reşit olduğunda başka bir dine geçebilir” tezi ise, Avrupa’yı oluşturan eski - özgürlükçü teze göre, “psikolojik konsepten koparılarak oluşturulan bir tez” olarak değerlendiriliyor. Kaldı ki, İslam ve Yahudiliğin Hıristiyanlıktaki “dinden çıkma” gibi bir seçenek sunmaması sadece din değiştirmeyle bu iki dinden çıkılabileceği kuralının olması  “aydınlanma yaşamış bir din olarak” Hıristiyanların kabul ettiği bir şey değil. Ancak önümüzdeki yıl seçim olması bütün bu tartışmaların üstünü örtüyor. Hıristiyanlık, 14 yaşından sonra kiliseye kabulden sonra bireyin dine girdiğini, istediği zaman da dinden çıkacağını hükme bağlıyor. Elbette, bebek vaftizi gibi istisnalar da var.

Bir de Almanya’daki “sünnet yasağı”na Türklerden ya da Müslümanlardan çok Yahudiler tepki gösterdi. Bunun iki nedeni var gibi görülüyor: Birincisi, Yahudiler elbette Müslümanlar çok daha güçlü ve örgütlü. Ayrıca, Yahudiler, çocuk doğduktan 8 gün sonra sünnet ettirmek zorunda. İkincisi, herhalde Türkler ve Müslümanlar, “nasıl olsa biz buranın yerlisi değiliz, bizim başka ülkelerimiz de var. Sünneti de yazın memlekete gidince yaptırırız” diye düşünmüş olabilir. Hem Türkiye’de de her yaz, “aşkı için Müslüman olmuş” birkaç Alman Hans’a da sünnet düğünü yapılmıyor mu?

Bütün bunların üstüne bizde sünnet üzerinden dönen “erkek muhabbetine” girmeye gerek bile yok.

***

Yetişkin sünnetine kimse karışamaz
Passau Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Holm Putzke, “sünnet yasağı”nın hukuki dayanağını oluşturan gayri resmi “bilirkişi raporunu” yazanlardan biri. Putzke, Almanya’nın Sesi Radyosu’nun konuyla ilgili sorularını yanıtladı.  Putzke’nin 27 Haziran tarihinde Stephan Karkowsky’nin sorularına verdiği yanıtların ve cevapların bazıları şöyle:

 
-  Hakkınızda çok kötü şeyler söyleniyor ve hiddetle üzerinize geliyorlar. Size karşı yöneltilen tehditler ve hakaretlerin boyutu ne?
Çok ileri derecede tehdit alıyorum. 2008 yılında iki doktor arkadaşımla Alman doktorlarının dergisinde bu konuda makale yayınladığımızda da zorla sünnet edilmem gerektiğinden boğulmam gerektiğine kadar çeşitli tehditler aldım. Tabii bunların hemen hepsi isimsiz ve benim düşüncemi sürekli Nazi dönemiyle kıyaslamalarına da alıştım. Genel olarak bu tür tehditlerde bulunanlara karşı bir karşı tez geliştirmenin hiçbir anlamı yok. Çünkü bu tür insanların tezlerle ve akılla bir ilgileri yok.

-  2008’deki makalenizi okuyanlar biliyor ki, siz makaleyi yazarken başınıza bu tür işlerin geleceğini biliyordunuz. Neden buna rağmen yazdınız? 
Böyle bir konu hakkında yazıp da duygusal bir tepki gelmeyeceğini sanmak fazla naif olurdu. Ve saldırıların rasyonel tezlerle yapılacağını düşünmek de daha naif olurdu. Bunları tahmin ettim, bu yüzden kimsenin bana acımasına gerek yok. Benim yazımı dinlerine bir saldırı olarak görenlerin benimle ilgili acıma duygusu geliştirmelerini zaten beklemiyorum. 
Ben bu konuyla uğraştım çünkü bu konu ne hukuki metinlerde geçiyordu ne de sürekli çocuğa karşı şiddet konusunu işleyen toplumsal tartışmalarda  bu konuya yer vardı. Alman hukukunda kesin bir hüküm var: “Çocuğa, yetiştirme amaçlı olsa da şiddet uygulanamaz. “ Herkes bununla ilgili ama dinsel sünnetle kimse ilgilenmiyor, yok sayılıyor.
 
Buna çok şaşırdım ve bilimsel açıdan konuyla ilgilenmeye başladım. Şunu söylemek zorundayım ki, bilimsel çalışma anlamında ben ilk değilim. Tıpçılar bu konuyla sağlık açısından ilgilenmişler. Sağlık açısından sünnetin hiçbir zorunluluğu ya da yararı yok. 
 
- Neden bu konu yok sayıldı, hiç tartışılmadı?
Bence bu konuda spekülasyon yapılabilir. Birincisi, yanlış anlaşılmadan kendini korumak istiyor herkes ikincisi ise, korku. Karşımızda dünyanın iki büyük dini var: Müslümanlık ve Yahudilik!

Elbette çetrefil bir konu olduğunu kabul ediyorum.  Almanya’da Yahudilerin yeterince çektiğini hatırlarsak  bu konunun hassasiyetini daha iyi anlarız. Bunu hiç kimse reddetmiyor. Bunun için bilimsel eleştiriler bile çekingen ve dikkatli oldu hep.

-  Sizce tıbbi olarak mecburi olmayan bütün sünnet operasyonları yasaklanmalı mı?
Hayır, yetişkinlere kimse dinsel sünnet olmayı yasaklamayı düşünmüyor.  Yetişkinlere kimse estetik operasyon yaptırmayı da yasaklamıyor ki. Yetişkinlerin kendi haklarında karar verme hakkı,  bedensel olarak onlara uygulanacak operasyonlarda rızalarının alınması, hukuki olarak her türlü operasyonu meşru kılar. Bu durumda o operasyonu yapan doktor herhangi bir “yaralama suçu” ile suçlanamaz.

- Bugün bir Facebook sayfasında okudum. Bir Müslüman diyor ki, ben sünnetli olmazsam evlenecek Müslüman bir kadın bulamam. Bu Müslüman birinin sünnet olması için önemli bir nende değil mi?
Evet, ama ben hukuki değil de buna tamamen normal biri gibi cevap vereyim: Müslümanlar, bütün diğer insanlar gibi 14 yaşından önce evlenmiyorlar değil mi? İnsanlarda 14 yaşından sonra olgunluğun başladığı kabul ediliyor ve Müslüman bir çocuk da eğer devam etmek istiyorsa, 14 yaşından sonra sünnet olabilir. Bunu dini için mi yapıyor, evlenmek için mi, yoksa başka bir şey için mi bu o zaman kimseyi ilgilendirmez. Yahudilerde ise 8. Günde sünnet olmak zorunda. Ama ben olayı din paradigması içinde düşünemem. Bu benim alanım değil ve buna dair ben bir öneride de bulunamam.

 

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
‘Öldü’ denilen itirafçı, 8 ay önce Jandarma’da memurmuş Diyanet’ten hadisli 1 Mayıs mesajı İşe yeni girdim hasta olduğumda ne yapacağım? Abdülhamitçiler, Osmanlıcılar, İslamcılar; nerdesiniz? Hoş geldin kadınım