Taliban, laiklik, kadın hareketi

Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesi ve ABD ile müttefiklerinin apar topar kaçmaları Yeşil Kuşak’ın son sahnesi gibi geliyor bana. Batılı güçlerin komünizmi siyasal İslam’dan daha tehlikeli buldukları dönemde 1970’lerde ilk tohumları atıldı bunların.

YASİN DURAK

Taliban rejiminin gündeme getirdiği sorunlar ekseninde laiklik ile kadın mücadelesi ilişkisini Fevziye Sayılan’a sorduk.

ABD ve NATO güçlerinin Afganistan’dan çekilmesiyle yönetimi ele alan Taliban’ın kurmak istediği şeriat düzeni, bilhassa kadınlara yönelik zulüm politikalarıyla endişe yaratıyor. Şu sıralar Taliban rejimini tanımaya pek hevesli olan uluslararası topluma karşı en şiddetli isyan ise Afgan kadın hakları savunucularının çığlığında hissedildi. Siz İslam ülkelerindeki kadınların mücadelesini daha önce de pek çok kez gündeme getirmiştiniz. Bu olguyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Afganistan Taliban’a teslim edildi. “Kadınlar zor durumda,” Bütün manşetler ve demeçler bu yönde. İşgalciler yirmi yıl önce de Afganistan’a girerken ‘kadınları özgürleştirme’ söylemini kullanıyorlardı. Şimdi arkalarında panik, kargaşa ve kaos bırakarak çekildiler. Bugün yarattıkları trajediyi daha çok kadın haklarıyla ilgili bir mesele olarak sunuyorlar. Bunun keşke Afgan kadınlarının durumunu iyileştirmeye bir katkısı olsa. Taliban da şeriat çerçevesinde kadınlara bazı haklar tanıyacağını vurguluyor. Taraflar durumun vahametini kadınlar üzerinden tartışıyor. Afgan kadınlar ise bu ikiyüzlülüğün farkında. Afgan Kadın Hakları Ağı’ndan Mahbouba Seraj Tüm dünya liderlerine ve tüm dünyaya 20 yıldır Afganistan'a yaptıklarınız için “Utanın” diyor.

Maalesef durum vahim. Eli silahlı radikal İslamcı bir grup, büyük bir ülkeyi ele geçirdi. Afganistan önce işgalciler tarafından mahvedildi, şimdi Taliban tarafından ele geçirildi. Elbette durum tüm geride kalanlar ve özellikle de kadınlar açısından tehlikeli. Taliban’ın neler yapabileceğini daha önce yaptıklarından dolayı biliyoruz. Taliban iç savaş koşullarında 1996’da başkent Kabil’i ele geçirdikten sonra kadınların sahip olduğu tüm hak ve özgürlükleri ortadan kaldırdı. Şeriat düzeni içinde kadınlara ve kız çocuklarına katı yasaklar getirildi. Kadınların yanında bir erkek olmadan ve saçlarını ve bedenini saklayacak şekilde tamamen örtünmeden evden çıkması, eğitim alması, siyasete atılması ya da kamusal alanda konuşması yasaklandı. Kadınlar, Taliban'ın şeriat yasaları altında erkek egemenliğinin ve şiddetinin dayak, kırbaç, sokak ortasında taşlanmak gibi en kötü biçimlerine maruz kaldılar. Taliban kadın ve toplumsal cinsiyet kimlikleri konusunda diğer İslamcı örgütlerle (Hamas, Müslüman kardeşler gibi) ortak bir gündeme sahip ancak fazlası da var. En vahşi ve özel biçimlerini daha önce Irak ve Suriye’de IŞİD’in Ezidi kadınlara yaptıklarında gördüğümüz kadın düşmanlığı. Radikalleşen dinin en fanatik ve tehlikeli türü bu gibi görünüyor.

Afganistan örneği göz önüne alındığında, toplumsal cinsiyet özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalarını yıllardır kademe kademe gerçekleştirdikten sonra, bugün artık İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmiş olan Türkiye’deki iktidar göz önüne alınırsa, kadın hakları mücadelesinin laiklik ile ortak paydaları var mıdır?

Dinin siyasallaşması içinde bulunduğumuz bölgede kadınlar açısından ortaya karanlık bir tablo çıkardı. Türkiye’nin de içinde bulunduğu Fas’tan Endonezya’ya kadar uzanan İslami patriarkal kuşak içinde dinin radikalleşmesi, Batılı emperyalist güçler -özellikle de ABD- tarafından teşvik edildi yıllardır. Görünüşte liberal hak ve özgürlükleri savunan ve kendi ülkelerinde liberal demokratik düzeni bir biçimde sürdüren bu ülkeler, özellikle Afganistan’da sol partinin iktidara gelmesi ve ardından gelen Sovyet müdahalesi sonrasında, yani soğuk savaş atmosferinde Peşaver’de yetiştirdikleri mücahitlerle Afganistan’a müdahale ettiler. Yıllarca süren iç savaş içinde oluştu Taliban, açılan bu yolda gelişerek daha da radikalleşti ve giderek özerkleşti. Bugün dünyanın başına gelmiş bir ‘bela’ olarak sunuluyor. Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesi ve ABD ile müttefiklerinin apar topar kaçmaları Yeşil Kuşak’ın son sahnesi gibi geliyor bana. Batılı güçlerin komünizmi siyasal İslam’dan daha tehlikeli buldukları dönemde 1970’lerde ilk tohumlar atıldı bunların.

Türkiye’de kadınlar ve toplumsal cinsiyet ilişkileriyle ilgili bahsettiğiniz gerilemeleri 12 Eylül darbesi ve ardından gelen 20 yıllık AKP iktidarı altında olan biteni bu bağlama yerleştirmek gerekir. Darbeciler ve ardından gelen sağ iktidarlar tarafından solun önünü kesmek ve toplumsal tabanını eritmek için din meselesi siyasal ve toplumsal alana dâhil edildi. Bu ortamda Batı ve kapitalizm dostu ‘ılımlı İslam’ büyütüldü ve iktidar teslim edildi onlara. Ilımlı İslam ve yeşil kuşak doğrultusunda bütün bir bölge işgaller altında tarumar oldu, siyasal mekanizmalar, toplumsal doku ve ilişkiler alt üst edildi. Dolayısıyla bölgemizde ve Türkiye’de kadınların hayatı zorlaştı. Genel olarak hak ve özgürlükler alanında bir daralma oldu. Kadınlar ise daha önceden kazanılmış hak ve özgürlüklerini kaybettiler. Seküler yaşam alanları da tahrip oldu. Buradaki işbirlikçi ılımlı formuna karşılılık, işgale uğrayan ülkelerde işgalcilere karşı bir tür direniş motifini de içinde barındıran bir yöne evirildi bu örgütler ve yaratıcılarından özerkleştiler. Bu tür İslami radikalizmler seküler yaşam tarzlarını ve toplumsal cinsiyet düzenini giderek batılıların ve işgalcilerin hayat tarzı olarak gören bir tepkisellikten de besleniyor gibi. Nitekim burada da daha zayıf bir tema olarak kısmen bir tür siyasi meşruiyet kazanmaya yönelik böyle bir alt söylem de var. Burada toplumsal cinsiyet eşitliğini hedef alan uygulamalar adım adım gündeme geliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) özel bir misyon üstlenmesi, eğitimin dinselleşmeye açılması, karma eğitim ve seküler toplumsal hayatı geriletmeye yönelik hamleler, toplumsal cinsiyet kimlikleri konusundaki yasakçı ve yok sayıcı tutumlar; radikal İslam’ın karanlık gündemini DİB’in kimi söylemlerinde ve ‘dini nikahın meşruiyet kazanması’ gibi kimi uygulamalar içinde zaman zaman görüyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme ise yeni bir evreye girdiğimizi gösteriyor. Bugüne kadar verili iktidarın bir tür ılımlılık içinde adım adım sürdürdüğü toplumsal cinsiyet karşıtlığı politikası, radikal azınlık grubun söylemine doğru açılıyor artık. Azınlıktaki bu grup ve odaklar Saray ve mevcut siyasal mekanizma üzerinde bu konuda oldukça etkili görünüyor.

OHAL’den bu yana en sıkı tahakküm söz konusu olduğu günlerde bile durdurulamayan, sokakları arşınlayan kadınların ve LGBTİ+’nın sürekli olarak bir hassasiyet söylemi çerçevesinde, “ezanı protesto ediyorlar” gibi kaba bir dincilikle linç rejimine hedef gösterildiğine tanıklık ediyor ve eylemcilerin cesaretine hayranlık duyuyoruz. Önümüzdeki süreçte bu mücadelenin ortaya çıkaracağı yeni değişkenlerin neler olacağına dair tahminleriniz nelerdir?

Bu hamleler karşısında bir tepki var ama hala kurucu dönemin kazanımlarını tüketmekle meşgul toplumsal muhalefet ve kadın örgütleri. Bu dönemin sağladığı (laik anayasa, laik yasalar, laik eğitim ve seküler toplumsal hayat) rehavet içinde, laik bir ülkede olmanın keyfini süremesek de ‘burada olamaz’ rahatlığı içinde siyaset yapıyoruz. Burada kadınlar batılı hemcinsleri gibi ‘iyi gün feminizmi’ yapamadı elbette. Feminist söz, siyasal İslam’ın yükseldiği koşullarda ortaya çıktı ve toplumsal görünürlük kazandı. Ne yazık ki dinin siyasallaşmasıyla ilgili derli toplu ve yön gösterici bir yönelime giremedi. Bu konudaki kaygı ve duyarlılık siyasal kutuplaşmanın ve siyasal İslam’ı iktidara taşıyan merkez kaç kuvvetlerinin yarattığı savrulma içinde etkisizleşti ve kapsayıcı bir siyasal söylem oluşturulamadı. Şimdi parçalı biçimde bir tepki var ama hala laikliği aşındırmaya ve geriletmeye yönelik giderek olağan karşılanan hamleler ile ilgili gündem ve söylem oluşturmada sıkıntılar var. Siyasal İslam’ın dindar toplum yaratma hedefinin olmazsa olmaz koşulu kadınların zapturapt altına alınmasıyla ilgili. Kimliğinin ayırt edici özelliği kadın ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinde somutlanıyor. Siyasal İslam bu alanları tıpkı feminizm gibi siyasallaştırıyor. Bu nedenle toplumsal cinsiyet kimlikleri ve ilişkileriyle ilgili haber ya da olaylar hiç gündemden düşmüyor. Yine de sosyal medyaya yansıyan tepkilere bakarak, mevcut iktidarın siyasi kimliği ile yönelimi konusundaki toplumsal farkındalığın en azından yükseldiğini söylemek mümkün.

İslami coğrafyada ise, feministler laiklikle kadın hak ve özgürlükleri arasındaki sıkı ilişkinin farkında. Geçen günlerde yapılan Ortadoğu Kadın Konferansı’nın başlıca gündemi laik bir sisteme ulaşmakla ilgili oldu . İslamcı ülkelerdeki feminist gündemin öncelikleri laik bir anayasal düzene ulaşmak etrafındaki taleplere kilitlenmiş durumda. Kadınların temel insan haklarına ulaşmasının koşullarının seküler anayasal düzenle garanti altına alınabileceğine ilişkin vurgular dikkat çekici. Dolayısıyla feminist gündem bu ana sorunsal etrafında şekilleniyor. Afgan kadınların dayanışma çağrısına uyarak bölgedeki feminist kadın çevreleriyle irtibatlanmak ve dayanışma geliştirmek bu dönemde özel bir önem kazanmış durumda.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Şimşek’in Programı: İşsizlik, borçluluk, daha fazla yoksulluk Şişli Meydanı’nda üç kız Şimşek, ekonomi ve gerçek “Gurbeti ben mi yarattım?” Şeriatçılar neden şimdi sahnede?