Toplumsal dönüşüm ve hak talepleri (1): Motokuryeler

Onur Alp Yılmaz

BirGün Pazar’ın 777. sayısında yazdığım yazıda CHP üzerinden Türkiye’nin toplumsal dönüşümünü gözler önüne sermiş ve başta CHP olmak üzere hemen hemen tüm muhalif partilerin adeta birer “esnaf odası” gibi davranarak esnaf merkezli söylem ve politika geliştirmelerinin yanlışlığına işaret ettim. Bunun nedenini de bir yandan esnafların her gün azalan sayısı ve artık Türkiye’de seçmenin yalnızca yüzde 3,5’unu temsil etmelerinden kaynaklı olduğunu ifade ettim. Siyasi partilerin esnafların yerine esnek çalışma ve insanlık onuruna aykırı koşullarına hapsedilmiş olan motokuryeler, AVM çalışanları ve çağrı merkezi çalışanlarını dikkate almaları gerektiğini veriler üzerinden açıkladım. Ben bu yazıyı yazdıktan hemen sonra Türkiye’nin çeşitli yerlerinde ve çeşitli şirketlerdeki motokuryeler hak arayışına giriştiler. Trendyol emekçilerinin başlattığı bu dalga, HepsiJet, Scotty, Aras Kargo, Sürat Kargo, Yurtiçi Kargo ve Yemeksepeti Banabi çalışanlarının eylemleriyle büyüdü. Bu, beklenmedik bir sonuç değildi. Aylardır farklı mecralarda bu üç grubun ne kadar kötü koşullarda çalıştırılmaya mahkûm edildiklerini anlatmaya çalışıyorum.


Öyle ki günden güne çalışan sayısı artan güvencesiz işlerde sığınmacıların yarattığı baskıya bir de son yıllarda yaşanan işsizlik eklenince, emekçi grupların hem bu insanlık dışı çalışma koşullarına boyun eğmesi kolaylaştı hem de sınıflar-arası cereyan etmesi gereken mücadele sınıf-içinde ortaya çıkarak emekçiler birbiriyle rekabet eder hâle geldi. Tüm bu yaşananlar dolayısıyla toplumsal huzursuzluklar baş gösterdi. Örneğin Uluslararası Sendikalar Birliği Konfederasyonu’nun (ITUC) 2017 tarihli raporuna göre bu huzursuzlukları bastırmak için çevre ülkelerde hak ihlalleri yaşandı. Türkiye de Bangladeş, Katar, BAE, Mısır, Kazakistan ve Kolombiya gibi demokrasi açısından aynı ligde bile olmaması gereken ülkelerle beraber bu listede kendisine yer buldu. Herhalde iktidar partisinin liderinin OHAL’in sürdüğü bir esnada huzursuzlanan işverenlere dönerek “Grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz” diyerek onları sükûnete davet etmesi de ITUC’un ortaya koyduğu bu durumdan bağımsız değildi.

Türkiye’de “iş bulma ümidini yitirenler” ve “iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar”ın 2002’deki yaklaşık 820 bin sayısından 3,7 milyon gibi ciddi bir sayıya yükselmesi de bu umutsuzluk ve güvensizliğin işsizlikle arasındaki korelasyonu ortaya koyar niteliktedir. Ayrıca, işsizlik de insanları ya tamamen güvencesiz alanlarda ya da niteliğiyle ilgisiz işlerde çalışmaya zorlamaktadır. Hatta çoğu durumda da bu iki durum birbiriyle iç içe geçiyor. Örneğin Türkiye’de kayıtlı olan yalnızca 100 bin motokurye varken, gerçek sayılarının 900 bine vardığı Tüm Anadolu Motosikletli Kuryeler Federasyonu (TAMKF) tarafından ifade ediliyor.
Motokurye emekçilerinin bir bölümü işçi statüsünde istihdam edilirken bir diğer bölümü de “esnaf-kurye” modeliyle çalışıyor. Esnaf-kurye modeli aslında mikro düzeydeki taşeronluk sisteminin kuryelikteki adı. Yani bu emekçiler, şahıs şirketi, üst şirkete hizmet veriyorlar. Aslında bu çalışma düzeni şirketler açısından bir ast-üst ilişkisi kurulmadığı ve bir iş akdi ortaya çıkmadığı için avantajlı. Çünkü bu sistem, şirketleri hak taleplerinden bağışık kılıyor. “Kendi işinin patronu olma” gibi bir meşruiyet aracıyla olumlanan bu sistem aslında işvereni maaş, ihbar ve kıdem tazminatı ve SGK primi gibi kendi açısından yük olarak gördüğü çıktılardan kurtarıyor. Bunun yanında esnaf-kuryeler işçi statüsünde olmadıkları için sendikal örgütlenmeye katılamıyor ve dolayısıyla kolektif hak arama ya da işveren üzerinde bir baskı mekanizması kurma haklarını da kullanamıyorlar. Esnaf-kuryeler, şirket kurma, şirketin yükümlülüklerini yerine getirme ve kuryelik yapmak için motor alma, motorun yakıt, kaza ve yıpranma giderleri gibi ciddi maliyetleri üstlenerek girdikleri bu işte paket başına ödeme alarak hem karın tokluğuna çalışıyor hem de çalışmadıkları her günün maliyeti kendi sırtlarına yüklendiği için yıllık izin ya da hafta tatili gibi asgari insani ihtiyaçlardan dahi mahrum kalıyorlar.

Dolayısıyla da tam bu noktada işçi statüsündeki kuryeler ile esnaf-kurye statüsündekiler arasındaki hak talepleri farklılaşıyor. İşçiler, enflasyonun altında ezilen maaşlarına zam isterken, esnaf-kuryeler ya devletten kendilerine dönük özel bir statü tanınarak şirketler karşısında konumlarının güçlendirilmesini ya da işçi statüsünde istihdam edilmeyi talep ediyorlar. Elbette bu taleplerin ortaklaşan yanı, asgari bir yaşam standardıdır. Bu son derece anlaşılabilir, meşru ve yukarıda ifade ettiğim sektörlere de sıçrama ihtimali yüksek bir taleptir. Çünkü Türkiye toplumunun 2000 yılında yüzde 48,6 oran ücretli emekle geçinirken 2016 yılına geldiğinde bu sayı yüzde 66,9’a yükselmiştir. Ancak buna karşın Tüketici Hakları Derneği’nin henüz emekçi kesimler enflasyonun altında bu kadar ezilmeden evvel, 2021 Haziran’da yayınladığı verilerine göre bile Türkiye’de 66 milyon insan açlık ya da yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Dolayısıyla bu tablo, ücretli emek toplumuna dönüşen Türkiye’de mutlu bir azınlık haricinde kimsenin toplumsal dönüşümden hakkı olan adil payı alamadığını gözler önüne seriyor. İşte bu noktada, kuryeler özelinde esnaf-kuryeliğin kaldırılması, kuryelere hem sabit bir maaş tanımlanması hem de çıktıkları kurye sayısı belli bir sınırı aştığında bir prim sistemi tanınması gibi tedbirler, muhalefet tarafından mutlaka gündeme alınmalı. Ayrıca bu standartların sürdürülebilir kılınması için tüm diğer emekçi gruplarda olduğu gibi motokuryelerin de örgütlenme haklarının nasıl güvence altına alınacağı da tartışılmalı.

Motokuryelerle başladığım bu diziye, AVM ve çağrı merkezi çalışanlarıyla devam edeceğim.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Şimşek’in Programı: İşsizlik, borçluluk, daha fazla yoksulluk “Gurbeti ben mi yarattım?” Dizi önerileri Şeriatçılar neden şimdi sahnede? Devlet, burjuvazi ve AKP iktidarı