'Yavruma ismini verdiğim aslan yoldaşım'

Esenyurt'un eski Belediye Başkanı Gürbüz Çapan Esenkent'te "Özgürük Parkı" yapacaklarını ve parka, Mustafa Kemal'den Mahir Çayan'a, Deniz Gezmiş'ten Ulaş Bardakçı'ya pek çok devrimcinin heykelini dikeceklerini söylemişti. Ne o

Esenyurt'un eski Belediye Başkanı Gürbüz Çapan Esenkent'te "Özgürük Parkı" yapacaklarını ve parka, Mustafa Kemal'den Mahir Çayan'a, Deniz Gezmiş'ten Ulaş Bardakçı'ya pek çok devrimcinin heykelini dikeceklerini söylemişti. Ne oldu o park, yapılabildi mi? Gürbüz Çapan Esenyurt'ta son seçimi kazanamadığına göre, sanırım yapılmadı. Yapılmış olsa bile, Çapan'dan belediyeyi teslim alanların, özgürlük parkına ve parktaki heykellere tahammül göstereceğini sanmıyorum. Bırakalım parkı, Çapan döneminde başlatılan sanatsal, kültürel faaliyetlerin bile durdurulduğunu yazdı gazeteler.

Oysa, nasıl da yakışırdı Ulaş Bardakçı o parka. İsmini taşıyan delikanlılar uğrak verirdi, ayda birkaç kez. Zamane alışkanlığı; kendini, hayatı sorgulama ihtiyacı duyuyor gençler. Doğayla, kendisiyle baş başa kalmak isteyenler için bulunmaz bir fırsat olurdu, Ulaş'ın karşındaki bankta geçirilecek birkaç saat. Hayatın anlamını çözemeyen, hayatına anlam katamayanlar, ismini taşıdıkları gencin kısa süren ömrüne bakıp iç rahatlatıcı sonuçlar çıkartabilirdi. O'na layık olmak gibi bir saplantıya takılıp kalmadan yapabilirlerdi hem de bunu. Özgürlük için yola düşen Ulaş, bir başkasını baskılanma altında bırakmazdı. Gıpta edilen, kendi hayatı olsa bile.

Delikanlılar, isimlerinin anlamını merak eden sevgililerinin ellerinden tutup getirirlerdi örneğin, Özgürlük Par-kı'na. Malum; sevgililer merak sarar böyle konulara. Çocukluk fotoğrafları, çocukluktan kalma anılar, isimlerini kimin koyduğu, diz dize sohbetlerde vesile olur birbirini daha yakından tanımaya.

Çocuğuna Ulaş ismini koyan anne ve babalar da gelir giderdi ara ara; işten güçten arta kalan zamanlarında. Kimisi Ulaş'ın arkadaşıydı, kimisinin gençlik hayallerini süslemişti Ulaş. Ulaş öldürülmüş, onların hayatı devam etmişti. Ulaş gibi olmayı düşledikleri zaman artık çok gerilerde kalmıştı. Kim bilir, belki de o yüzden koymuşlardı ismini çocuklarına; geçmişlerinden bir köprü olsun istiyorlardı şimdiki hayatlarına. Aralarında en delişmen Ulaş'tı, en gözükara. Pratik konulardaki zekası herkesi hayrete düşürürdü. 'Yaşı benzemesin ama varsın başı benzesin' diyenler vardı aralarında, hiçbir şeyi benzemesin diyenler de. Her ne düşünürlerse düşünsünler, biliyorlardı ki, Ulaş hoş görürdü, hepsini. Ulaş'ı sevmelerinin nedeni biraz da buydu.

Tüm yakışıklılığı ve güven veren yüz ifadesiyle parka hâkim bir yüksekliğe koysalardı heykelini. Gelen geçen sorsaydı 'kim bu delikanlı' diye. Gelen geçen okusaydı heykele iliştirilecek birkaç satır yazıyı, ne vardı sanki.

YANAN KOMMER'İN ARABASI
Devrimci Gençlerin anti emperyalizm ile yanıp tutuştukları yıllardı. ABD Büyükelçisi Robert Kommer, rektör Kemal Kurdaş tarafından OD-TÜ'ye davet edilmişti. Tarih 6 Ocak 1969'du. Büyükelçi makam arabasının forsu açık halde okula gelmiş, rektörlük binasının önüne öylece park etmişti. Büyükelçi pek forsluydu; gençler onun fiyakasını bozmaya kararlıydı. Bozdular da. Akın akın geldiler binanın önüne. Devrimci gençler hep bir ağızdan "Ho Ho Ho Şi Minh, İki Üç Daha fazla Vietnam" diye bağırıyordu. Grubun önünde kimler mi vardı? Ulaş Bardakçı, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Taylan Özgür ve daha niceleri. Daha niceleri gibi, Ulaş, Yusuf, Sinan ve Taylan sonraki yıllarda öldürülecekti. Kah bir dağ başında, kah darağacında.

Arabayı devirmek için el atanlar arasındaydı, 1947 yılında Hacıbektaş'ta doğan delikanlı. İsmi Ulaş'tı. Az bulunur bir isimdi o yıllarda. OD-TÜ'ye girdiğinde hem ismi, hem ya-kışıklığı hem de bitip tükenmez devrimci yönüyle dikkat çekmişti. Dev Genç'liydi. Gençlik içindeki tartışmalarda ağırlığını hissettiriyordu. Özellikle Milli Demokratik Devrim tartışmalarında Mahir Çayan'la birleşen yolları bir daha ayrılmamıştı. THKP-C'yi kurarken de yan yanaydılar, Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçarken de. Bir tek, cezaevinde Ulaş'ın sırtını yere getirmek için yapılan güreşler de Mahir karşı tarafı tutardı. Kimseler sırtını yere getiremezdi çünkü Ulaş'ın. Teke tek güreşleri bir kalemde geçelim, üç kişi bile baş edemezdi. Hayranı çoktu ama hiç sevgilisi olmamıştı Ulaş'ın. Hatta gazetelerde boy boy fotoğraflarının çıkmasından sonra hayranları epey çoğalmıştı. Gazete kupürlerini kesip saklayan genç kızların başının derde girdiği haberleri geliyordu, cezaevine. Böbürlenmesine böbürleniyordu ama bu, içine hüzün çökmesini engellemiyordu.

SIRRI ÖZTÜRK FAŞİZMİ
Lakabı "Fukara"ydı Ulaş'ın. Yüzündeki mahzun ifade için mi böyle deniliyordu, yoksa bir başka nedeni var mıydı bilmiyorum. Ama fedakâr, arkadaş canlısı olduğu kesindi. THKP-C sanıkları Maltepe Askeri Ce-zaevi'nde yatıyordu. A koğuşunday-dı hepsi. Sırrı Öztürk A koğuşunun temsilcisiydi. Mahir Cayan uzun süren hücre hapsinden sonra dava arkadaşlarının bulunduğu A koğuşuna verilmişti. Oldukça zayıflamıştı, bitkin haldeydi. Mahir'e iyi bakılması şarttı. Toparlan-malı, eski sağlığına kavuşmalıydı. Olanaklar kısıtlıydı. Herkese düşmeyecekti Mahir için ayrılan besinler. Her gün yarı pişmiş bir dalak yemesini istemişti doktorlar. Mahir, Sırrı Öztürk'ün talimatlarıyla başlayan muameleden oldukça rahatsızdı. Ayrıcalık istemiyordu. "Kimsenin yiyemediği bir şeyi ben nasıl yerim" demiş, onu ikna etmek de Ulaş'a düşmüştü. Mahir'in kendisinden daha inatçı çıktığını gören Ulaş, Sırrı Öztürk'ün ağabeyliğinin arkasına sığınarak, "Bu koğuşta sana dalak yedirmemizi problem yapacak kimse bulunmuyor. Yiyecek ve kendine geleceksin. A koğuşu işçi sınıfının koğuşudur. Korkma, sana laf edenin alnını karışlarız. Öyle kolay mı zannediyorsun? Ayrıca burada Sırrı Öztürk faşizmi hâkimdir" demiş ve Mahir, bu sözler üzerine inadından vazgeçmişti.

Şairliği de vardı Ulaş'ın. Şiir derken, kendi halindeydi şiirleri, hayatı gibi. "Anadolu çıplak/ Yalınayak/ Karnı aç/ İstediği/ Bir lokma ekmek/ Bilmez tatlı yemez/ Girer patronun cebine emek/ Bir yanda/ Kadehler yan yana/ Şampanyalar patlar/ Yalınayak çocuklar/Yok bir lokma ekmek/ Karnını doyurmak gerek/ Suçları fakir olmak/ Ağlamak istiyorum/ Ağlamak."

1970'li yıllarda devrimciler tarafından düzenlenen gecelerde, mitinglerde bir şiir okunurdu. "Yürüyor, yürüyoruz yolunuzdan önderlerimiz/ iflaslarımız/ Mahirlerimiz.../ diye başlardı şiir. O günlerin bir klasiği sayılırdı. O klasiği icra etmek görevi ağırlıkla Cahit Ak-çam'a düşerdi. Akçam'ın gür, sert ve kararlı sesi, dinleyenlerin bütün tüylerini havaya kaldırırdı. 19 Şubat 1972'de İstanbul Arnavutköy'de öldürülen Ulaş Bardakçı'nın o güzelim anısına şiirde geçen, Ulaş'la ilgili dizelerle sonlayalım yazıyı. "Sen Ulaşım/ militanım/ Yavruma ismini verdiğim aslan yoldaşım."

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Hoş geldin kadınım Abdülhamitçiler, Osmanlıcılar, İslamcılar; nerdesiniz? Sezai Özdemir’i anlamak Cam kırığının uğuru Latin Amerika’nın üniversite derbisi