Yeni anayasa Saray'ın can simididir

Yeni anayasa tartışmasının da iktidara sunduğu en önemli imkânlardan biri halk nezdinde iktidar karşıtlığı bu raddeye yükselmişken, kendisini ana muhalefet nezdinde bir muhataba dönüştürebilme çabasıdır.

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

AKP, seçim sonrasında anayasa gündemini yeniden ısıtmaya başladı. İktidarın bugün bu gündeme bu kadar çabuk sarılmasının sebebi kuşkusuz, önümüzde seçimsiz geçmesi öngörülen 4 yıl varken artık sağlanamaz hale gelen meşruiyet krizi ve rejimin geleceğine ilişkin büyüyen soru işaretleri. 

14 Mayıs seçimlerinde muhalefet, toplumdaki öfke ve karşı çıkışı, kendi koltuk kavgaları arasında temsilsiz bırakarak, düzen sınırları içerisine sıkışıp seçim atmosferi iktidarın yönlendirmesine izin vererek, başkanlığı Erdoğan’a hediye etti. Ardından gelen yerel seçimde ise, performansa dönüşen siyaset alanının tüm heyecansızlığı ve vasatlığı içerisinde, halkın kendiliğinden tepkisi muhalefeti birinci parti yaptı. Yani halkın iktidara öfke ve karşıtlığının giderek büyüdüğü, ekonomik krizin giderek ağırlaştığı bir süreçte anayasa tartışması gündeme geliyor.

Dahası bugün, yükü zaten 5 yıldır emekçi milyonlara ödetilen ekonomik krizin “bastırılması” için yeni halk düşmanı politikalar yürürlüğe konurken, gerici kuşatma tüm hızıyla sürerken, toplumsal muhalefeti baskı altına almak, halkın öfkesini sessiz kılmak için anayasa hiçe sayılırken, gündeme sokulan anayasa tartışması tam da rejimin kendi meşruiyet krizine dönük yanıtıdır.  

Erdoğan’ın yeniden seçilme imkânı, 40+1, havuç niyetine sunulan “af” ve “demokratik reform” tartışmaları, esasında rejimin iki soruya yanıt veremeyişinden doğuyor: AKP’nin davranış örüntüsünün sac ayaklarını oluşturan acı reçete, gericileşme ve emperyalizme taşeronluk, böyle bir meşruiyet krizi içerisinde nasıl icra edilecek ve 2028’de saray son gücünü tükettikten sonra böyle kudretli bir iktidar, nasıl bir zeminde sağlanacak? 

Bugünden baktığımızda, iki seçim arasında bile oy kaybeden bir iktidar partisi var. Bunun yanında Erdoğan’ın kendi oyuyla AKP’nin oyu arasında giderek yükselen fark, sarayın daha bugünden ittifaklara mecburiyetini gösteriyor. Tek adam devletinin görece “bonkör” davrandığı bu seçim yılına kıyasla çok daha ağır bir sürece gireceğimiz düşünülürse, bu erime de hızlanacaktır. Anayasa tartışmasını AKP’li siyasetçilerin ağzına sakız eden, Erdoğan’ı yıllar sonra ana muhalefetle yakın temasa mecbur eden de belli ki bu hızlanma. İktidar, oy oranları daha fazla gerilemeden ve Erdoğan’ın şahsına yönelik destek de bu oranda etkilemeye başlamadan bir erken seçim ve ikinci tur riski olmayan yüzde 41 barajını, can simidi olmasa da raf ömrünü uzatabilme imkânı olarak görüyor. Öte yandan, iktidarın Mayıs seçimleri sonucunda 2028’e kadar da iktidar imkânı varken, bu hamleleri tümüyle bir erken seçim veya Erdoğan’ın bir sonraki adaylığına yönelik hesaplarla da düşünmemek gerek.  

Yüzde 41 barajı, yalnızca Erdoğan’ı iki adaylı ikinci turda başarılı bir iktidar karşıtı blok riskinden alıkoymanın yanında, yüzde 51 için gereken müttefik yoğunluğundan da kurtaracağı hesap ediliyor. Fakat bunun da ötesinde böyle bir formül aynı zamanda Erdoğan sonrasında merkez sağ içerisinden uzlaşılacak bir aktörün, bu rejimi devam ettirebilme konusundaki en büyük imkânı. Tek adam rejiminin, Erdoğan dışında etkili bir isme tahammülü olmadığını çokça kez gördük. Dolayısıyla bu rejimin, ismiyle yüzde ellilere yakın oy alabilme imkânı olan ikinci bir isim çıkarabilmesi, yapısal olarak zor. 

Erdoğan Sonrası Bir Rejim Tartışmasıdır 

Ancak bugünkü meşruiyet krizinin başlıca sebebi, muhalefetin odaklandığı üzere isimler etrafında şekillenen bir siyaset değil. İktidar giderek kan kaybederken hem muhalefet hem de iktidar cephesinden yeni isimlerin konuşulması elbette şaşırtıcı değil fakat bunun yanıltıcı bir çekiciliği var. Birincisi, “Erdoğan sonrası” bir isimden öte rejim sorusu. Tüm iç ve dış ortaklarıyla, emperyalizm çerçevesindeki tarihsel gelişimiyle, her şeyden önce bu iktidarının kurduğu rejimin sürdürülebilme meselesi ve böyle farklı dinamikler üzerine kurulu bir zeminin temelinde bir siyasetçinin kudreti değil 22 yıllık bir dönüşüm var. Dolayısıyla bu rejimde Erdoğan’sız ısrarın etkileyeceği aktörler ile Erdoğan’lı “normalleşmenin” yarayacağı aktörler dahi farklı olabilir. Bu da tüm “sonrası” ihtimallerini bugünden bir spekülasyona dönüştürüyor. 

Ek olarak, önümüzdeki seçime görünürde 4 yıl varken, tek adam sarayında, tüm yetkileriyle duruyorken de bugünden bir sonraki seçimin adaylarına odaklanmak anlamsız. Keza bunca yetki tam da meşruiyetin sağlanamadığı yerde zoru en yetkin şekilde kullanabilmek için tek adama verildi. Özellikle seçimler dışındaki tüm demokratik süreçlerin tasfiye edildiği, siyaset alanının boşaltıldığı bugünkü atmosferin kurulabilmesi de bu sayede oldu. Yani muhalefet liderinin söylediklerinin aksine karşımızda tam da 2017 referandumunda getirilen anayasal yetkilere göre hükümet eden bir iktidar var. 

Meşruiyet Krizine Muhalefet Müdahalesi 

Keza muhalefet içerisinde ortaya çıkan isimlerin etkisi açısından baktığımızda; bugün iktidarın gerilediği yerden duyduğu endişeyle bir başka aktöre karşı hamle yapabilmek için en büyük motivasyonu içeriden çok dışarıdaki meşruiyet krizi. Erdoğan’a “CHP genel merkezine gideceğim” dedirten kaybedilen belediyeler değil, Almanya cumhurbaşkanı ziyareti ve ABD’den bir türlü buluşma tarihi kesilmeyişi oldu. Saray, son bir yıldaki keskin dönüşünün ve verdiği tüm tavizlerin gösterdiği üzere, siyasi ömrünü en çok emperyalizmin merkezinden gelecek bir onaya bağlamış durumda.  

Dolayısıyla bugün muhalefete uzatılan karanfil de rejimin ileriye dönük kalıcı bir normalleşme sinyali değil. Aksine, iktidarını hem iç hem dış aktörler nezdinde muhalefet açısından meşrulaştırarak, ucu iktidara çevrilen kutuplaşmayı ve meşruiyet krizini yüksek siyaset düzeyinde yumuşatma amacı taşıyor. Bunun sağlayacağı faydaların küçük bir örneğini, CHP, DİSK ve ana akım muhalif kalemlerin Taksim 1 Mayıs’ına dair iktidara sunduğu sessiz destekte görebilmek mümkün. İktidar bir yana, ana akım muhalefet aktörleri dahi anayasaya bağlı bir duruş sergileyemiyor! 

Nitekim yeni anayasa tartışmasının da iktidara sunduğu en önemli imkânlardan biri bu. Halk nezdinde iktidar karşıtlığı bu raddeye yükselmişken, kendisini ana muhalefet nezdinde bir muhataba dönüştürebilme çabası. Oysa anayasa için AKP’yi muhatap almanın, kurda kuzu teslim etmekten oransal olarak daha tehlikeli olduğunu geçtiğimiz 22 yıl sayısız örnekle gösterdi. 

Dolayısıyla ülke bugün yakıcı sorunlarla kavrulurken, anayasa tartışmasına savrulmak, en iyi ihtimalle rejime kaybettiği meşruiyeti sağlamak, en kötü ihtimalle bir dönem daha iktidar şansı tanımak olacaktır. Veyahut rejimin Erdoğan sonrasına ana ayaklarıyla uyum sağlayabilmesinin önünü açmak. En iyisini düşündüğümüzde bile, bugünkü “Cambaza bak” siyasetini gündeme almak, yürürlükteki IMF’siz IMF programına, giderek kurumsallaşan tarikat karanlığına, emperyalizmin güncel eğilimleri doğrultusunda ülkemizin ve coğrafyamızın daha fazla ateşe atılmasına karşı mücadele odağını dağıtmaya yarayacaktır. AKP’nin anayasa gündemi ülkenin değil, sarayın selametinedir. 

*** 

Halk Yararına Bir Anayasa Örneği: Kurucu Meclis 

İktidarın on yıllardır anayasaya dair tüm tartışmaları, kendi iktidarlarının selametine ve rejimin inşasına yönelik bir araç haline getirmesi, halkın sorunlarının yasal çerçevelerden, düzenlemelerden bağımsız olduğu sonucunu çıkarmıyor. Ancak, bugün ülkenin çıkarına herhangi bir değişikliğin, rejimle oturulacak bir masadan çıkmayacağını gösteriyor. Ancak, her ne kadar sonuç olarak kötü ve başarısız yönetilmiş olsa da Şili’deki anayasa süreci, yöntem ve ortaya çıkış biçimi açısından, halkın çıkarına bir anayasa yapım sürecine dair üzerine düşünülmesi gerekilen bir yöntem. Bilindiği gibi Şili’de 2019’da başlayan ve hedefine devletin neoliberal yönetimini alan kitlesel eylemlerin bir kazanımı olarak, ülkeye darbeyle gelen anayasanın değişikliği referanduma sunulmuş, ardından da anayasa değişikliği için kurucu bir meclisin seçilmesi kabul edilmişti. Bu meclis parlamentodan farklı bir biçimde, sıfır barajla, en direkt temsil imkânı sunmuş, böylece toplumsal örgütlenmeler, meslek örgütlenmeleri, sol-sosyalist partiler kendilerine geniş yer bulmuştu. Ancak anayasa yapma sürecinde, sol ve toplumsal örgütlenmeler içerisindeki özellikle liberal eğilimler, temsil sorunları, anayasa tartışmasını neoliberal devletin tasfiyesi tartışmasından odağı kaydırmış, meclisin çoğunlukla dışında kalan sağın propagandasını da güçlendirerek, kurucu meclisi çalışmaz hale getirmişti. İşleyişindeki tüm özel ve genel sorunlara rağmen, gerçekten kurucu bir anayasa için, halkın doğrudan temsilinin sağlanabildiği kurucu meclis gibi örnekler, yöntem olarak gelecek için de önemli bir tartışma imkânı olarak tarihe geçti. 

*** 

AKP’nin anayasa karnesi 

İktidarı boyunca AKP 3’ü referandumla olmak üzere, 177 maddelik anayasanın 104 farklı hükmünü değiştirdi. 22 yıl boyunca gündeme getirilen, gerçekleştirilen tüm anayasa değişiklikleri, bugün yaşadığımız rejimin eşikleri olmanın yanında, AKP’nin zikzaklı iktidar serüveninin bir özeti niteliğinde.  

■ “Yasakları kaldıracağız” vaatleriyle iktidara gelen AKP’nin ilk anayasa değişikliklerinden biri, AB uyum yasaları çerçevesince 12 Eylül’le kalıcılaşan Devlet Güvenlik Mahkemelerini kapatmak olmuştu. Kenan Evren’in “harbin eşiğinden geldik” sözleriyle gerekli gördüğü, hukukun bağımsızlığını hiçe sayan DGM’leri kapatan AKP, bunun yerine Özel Yetkili Mahkemeleri kurdu. DGM’lerin sahip olduğu hukuk üstü yetkileri aynı şekilde koruyan bu mahkemeler, Fethullahçı hâkimlerin elinde devlet içerisindeki tasfiye sürecinin aktif bir parçası olarak, AKP-Cemaat çatışmasına kadar varlığını sürdürdü. İktidar henüz 2004’teki bu ilk anayasa değişikliği ile 12 Eylül rejiminin temel aygıtlarını kaldırma değil, dönüştürme amacında olduğunun sinyalini verdi. 

■ AKP’nin iktidarı dönemindeki kritik anayasa değişikliklerinden biri ise henüz 2007’de 367 krizi sonrası referanduma götürdüğü cumhurbaşkanlığı seçimi oldu. İktidarın istediği adayı cumhurbaşkanı yapabilmek için referanduma gitmesi, AKP’nin anayasaya yaklaşımının özeti niteliğinde bir hamle oldu. Tüm referandum tartışmasını dönemin ana muhalefetinin de “yardımlarıyla” Hayrunnisa Gül’ün türbanına bağlayan iktidar partisi, Cumhurbaşkanını meclisin değil halkın seçmesini karara bağlayan değişikliği referandumdan geçirdi. AKP bu süreçte seçim sürecinin yanında, cumhurbaşkanlığı süresini 5 yıla indirip, ikinci kez adaylığın da önünü açarak, başkanlık rejimine yönelik ilk denemesini gerçekleştirdi. 

■ 2000’ler siyasi tarihinin en kritik anayasa değişikliklerinden biri ise 2010’da oldu. İktidar, sözde 12 Eylül ile hesaplaşma propagandası ile yargı bağımsızlığını referanduma sundu. Referanduma sunulan paket içerisine, “sivilleşme” havucu olarak YAŞ denetimi, siyasi parti kapatma kararında üçte iki oyçokluğu gibi maddeler konuşturulurken, bunun yanında AYM ve HSYK’ya üye gönderme kriterlerinde siyasetin belirleyiciliğini getiren değişiklikler ise iktidarın o dönemdeki müttefikleri tarafından görülmedi. Nitekim siyasi parti kapatmak için gerekli çoğunluğun üçte ikiye çıkarken, bu kararı verecek yargı mensupları iktidara bağlanarak, sonucunda AKP’ye parti kapatma yetkisi kazandırıldı. 

Dönemin sol liberallerinin desteği ile tüm tartışmanın odağı, 12 Eylül statükosu ile hayalî bir hesaplaşmaya kaydı. Kürt hareketinin boykotunun da kritik etkisiyle referandum geçerken, sonucunda yargılanması beklenen Kenan Evren’in maaşına zam yapıldı, yargı ele geçirilerek 6 yıl sonra darbe yapmaya çalışacak güçlerin önü açıldı.  

■ 2010 referandumu sonrasında rejimin elini en çok güçlendirecek anayasa değişikliklerinden biri ise mecliste CHP’nin desteği ile geçti. 2016 yılında dönemin ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun “İçimize sinmese de destek vereceğiz” açıklamasıyla milletvekillerinin dokunulmazlıklarına yönelik anayasa değişikliği meclisten geçti. Sonucunda dönemin HDP eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere bugüne değin Kürt hareketinden onlarca milletvekili ve CHP milletvekili Enis Berberoğlu hapse atıldı. 2010 referandumu ile yargıyı ele geçiren iktidar, bu kez ana muhalefetin desteği sayesinde, kurmaca davalar ile meclisi dizayn edebilme yetkisine sahip oldu.  

■ Türkiye tarihinin en kritik dönemeçlerinden biri ise 2017 referandumu oldu. Rejimde köklü değişiklikler yaratan anayasa değişikliği, başbakanlığın kaldırılarak yürütme yetkisinin cumhurbaşkanına verilmesi, cumhurbaşkanlarının kararname çıkarabilmesi gibi birçok kritik maddeyi içeriyordu. Toplumsal muhalefetin sokakta örgütlediği güçlü karşı çıkışa karşın, seçim günü Yüksek Seçim Kurulu’nun mühürsüz pusulaların da geçerli kabul edileceğine ilişkin skandal kararı ile referandum meşruiyeti tartışmalı bir biçimde yüzde 51 ile geçti. Toplumun yarısından fazlasının rıza göstermediği, OHAL şartlarında gerçekleştirilen ve bir YSK darbesi ile geçirilen anayasa değişikliği ile bugünkü tek adam rejimi yasal olarak somutlaşmış oldu. 

■ 2017 referandumu sonucunda kabul edilen yeni anayasa hükümlerinin verdiği güvence ile yalnızca 2018-19 yılları arası meclisten 600 maddeyi içeren 34 kanun geçerken, toplam 1915 maddeye dair 39 cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve 6 kanun hükmünde kararname yayınlandı. 2021 yılında İstanbul sözleşmesinden çekilme kararı, cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile gerçekleşebildi. 

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Güneşin aşkıyla kavrulan çiçek: Ayçiçeği Kendrick almış sancağını eline Aydının kapanışı Ben bir mezarlık çiçekçisiyim Şimşek, ekonomi ve gerçek