Yeni “maarif” ve “müfredat” üzerine: Tümü reddedilmeli

Programların içinde ayrıntılara takılıp kalmak yerine, Ortaçağcı felsefe ve ona dayanan dinci eğitim tüm yönleriyle reddedilmeli; onun yerine çağdaş, bilimsel ve laik eğitim inatla savunulmalıdır.

Adnan ERKUŞ*

Ülkemizdeki 22 yıllık mevcut iktidarın, ekonomiden sağlığa, hukuktan eğitime her alanda neler yaptığı ve neler yapmakta olduğu ve hatta neyi amaçladığı herkesçe bilinmektedir. Ülkemizi “dar-ül harb” ilan edenlerin nasıl davranacakları beklenen bir durumdu ve öyle de oldu. Eğitim konusundaki gerçek amaçları/niyetleri son yıllarda artık açıkça dilendirilir olmuştur ve ÇEDES ile MESEM uygulamalarıyla da gözler önüne serilmiştir. Bu sözde yeni(!) diye sunulan son eğitim-öğretim programındaki her bir program incelendiğinde, ağdalı bir dilin ve takıyyenin altında yatan gerçek amaç ne kadar örtülmeye çalışılsa da son derece açık bir şekilde görülmektedir: Tüm okullarımızı imam hatiplere benzetmek ve derslerin içeriğini de dinselleştirmek!

İşte “yeni” programdan bazı inciler: “Öğrencilerden günlük hayatlarında Allah ile nasıl bir ilişki kurduklarına dair örnekler…”, “… Müminun suresinin 14 ve Zümer suresinin altıncı ayetlerinden yararlanılarak insanın anne rahminde geçirdiği evreler ve insanın oluşumu hakkında edinilen bilgiler arasında bağ kurulur…”, “… öğrencilerin manevi değerler ile ruhsal gelişimine özen göstermesi, … inançlarıyla uyumlu bir şekilde düşünerek…” gibi dinsel temaların da ötesinde artık “cihat” da programlara giriyor.  “Ders dışı etkinlikler”in ne olduğu ÇEDES’te görülmüştür.  Bu örnekler, gerçek amaçlarını ortaya sermektedir. Öyleyse, bu programın satır aralarında kaybolmak ve oyalanmak yerine bu program tümden ret edilmelidir.

Bu program tümden reddedilmelidir. Çünkü, hazırlanış yöntemi doğru değildir; sendikalar eğitbilimciler, dernekler vd aktörler sürece hiç sokulmamışlar; yer alanların da ne tür kafalar oldukları ortadadır; görüş ve öneriye sunulması da “de facto” bir duruma figüran sağlama çabasıdır. Programa uygun kitapların bile birilerine yazdırıldığı konuşulmaktadır ki doğruluk payı olabilir, daha önceki uygulamalarda örneği çoktur.

Bu program tümden reddedilmelidir. Çünkü, “MEB’in var olan uygulamaları ve bu programın temel felsefesi çağdaş, bilimsel ve laik eğitimden uzak, hatta ona karşıttır; bir tek dinin ve mezhebin istediği kindar-dindar, boyun eğici, merak etmeyen, sorgulayıcı ve araştırıcı olmayan, şükür eden, yanlışa ve “büyükleri”ne karşı çıkmayan, söz dinleyen, manevi(!) değerlerine bağlı, özgür düşünemeyen, kaderci bir mürit nesil” yetiştirmeye yöneliktir. Şeriat rejimi, ümmete dayanan, Ortaçağın köleci-feodal yönetim biçimidir ve ekonomisi talan ve ganimet, ideolojisi dindir, sosyal yaşam anlayışı ve uygulaması günlük yaşamı cehenneme çevirmektir. Felsefesi metafizik, dogmalara dayanır. Bu felsefeye göre, her şeyi bir yüce irade bir anda yaratmış, canlıların kaderini önceden belirlemiş tek nedendir; bu bakımdan olayların gerçek nedenlerini araştıran bilim yapmak günahtır; her şey fıtrattır! Eğitim de elbet bu felsefeye uygun olmalıdır: Dogmaların ezberlenmesi ve sürekli tekrar edilmesi (daimicilik), dinozorların kemiklerinin keşfiyle tarihin çöplüğüne gitmiş olan yaradılışçı görüşe uygun, bilimin olduğu gibi özgür aklın da ret edildiği, hurafelerle dolu bir medrese eğitimi! Bomboş kafalar ve bomboş bakan çocuklar, kula kulluk yapacak kıvama getirilirler. Bu yolda epey yol alınmıştı, şimdi iyice kökleştirmeye çalışıyorlar. Zaten programlarda bilim derslerinin ağırlığı azaltılmış, felsefe kuşa çevrilmişti; bu “yeni” programda şimdi tüm bilim derslerinin de içi dinselleştirilmiş durumdadır. Hangi dinin-mezhebin? Ülkemizde hemen her dinden ve mezhepten yurttaşlarımız vardır; ancak eğitim programlarında sadece bir dinin ve mezhebin anlayışı bulunmaktadır. Değerler kimin ve hangi değerler; ya evrensel değerler? Yalan söylemek, hırsızlık yapmak, talan etmek, küçücük çocukları istismar etmek nerede? Bunlar “ilimi” savunurlar bilimi değil, “âlim” de bilimci değildir! Bu eğitimle ne bilim yapılabilir ve ne bilişim çağı yakalanabilir, ne de ayakta kalınabilir; sadece ve sadece bilimsel bilgi üreten kapitalist-emperyalistlerin müşterisi ve kuklası olunur ve tarikat ve cemaatlerin ‘yolunacak’ müritleri çoğalır. 21. yüzyılda, bilişim çağında, biz tonlarca kumla beton yaparken, bilimsel bilgi üretenler bir avuç kumla çip üreterek ülkelerine binlerce misli değer katmaktadır. Ortaçağcı eğitimle tüm çocuklarımızın tertemiz beyinleri zehirlenmekte, geleceğimiz karartılmakta, bilimsel bilgi üretenlerin yemleri haline gelmektedirler. Aslında bu bile bu Ortaçağcıların, emperyalistler tarafından nasıl planlı-programlı desteklendiğinin belirtileridir.

Bu program tümden reddedilmelidir. Çünkü, programlar ve içerikleri çocuklarımızın bilişsel, duygusal, duyuşsal, sosyal vb gelişimlerine uygun değildir. Programların hedefi yaşlardaki çocukların devlet, Allah, değerler, cihat, cennet-cehennem gibi soyut kavramları anlayabilmeleri olanaklı değildir; zaten bu nedenle, günah işlemek ve cehennemde yanmak temaları sürekli işlenerek insanın en ilkel organı olan amigdalayı harekete geçiren korku duygusu sürekli canlı tutulur. İskandinav ülkelerinin cehenneminin “buz diyarı” olduğunu hatırlatarak, yaşama umutla bakması, neşe ve oyun içerisinde geleceğe hazırlanması gereken tertemiz-körpe beyinler dogmalar ve korkuyla doldurularak çocuklarımızın ve elbette ülkemizin geleceği karartılmaktadır. Çocukların bilişsel (bir anlamda düşünsel) gelişimleri de basitten karmaşığa doğru gelişir; bilişsel açıdan somut işlemler döneminde olan ilkokul çocukları somut nesneler aracılığıyla düşünürler, bu nedenle fasulye ve nohut gibi nesnelerle matematik öğretilir. Bu yaş çocukları mecaz sözleri, deyimleri, soyut kavramları anlayamazlar: “Etekleri zil çalmak” deyimini, bir kadının eteklerinde gerçekten somut zil olduğu ve hareket ettikçe ses çıkardığı şeklinde anlarlar. Soyut kavramlar, 12-13 yaş sonrası o da ancak merak edici, sorgulayıcı bir eğitim verilmişse anlaşılır hale gelmeye başlar; böyle bir eğitimden geçmemiş olan yetişkinler de soyut işlemler dönemine geçemezler; özgürlük, demokrasi gibi kavramları anlayamazlar. Çocukların doğru-yanlış, hak-adalet, kurallara uyma/uymama-ceza, demokrasi gibi evrensel ahlâk gelişimi de bilişsel gelişimlerine paralel gelişir. Bilişsel düzeyi soyut işlemler düzeyine ulaşamamış çocuklar ve yetişkinlerin başkalarının haklarına saygı, empati kurma, vicdan, acıma ve utanma duyguları da gelişemez. Yetişme süreçlerinde bağımlı oldukları kişi ve otoritelerin koyduğu kurallara uyarlar, çünkü uymazlarsa (itaat etmezlerse) cezayı hak ettiklerini düşünürler; ne zaman ki soyut işlemler dönemine doğru bilişleri gelişir, ahlâki yargıları da değişir ve gelişir; önce sosyal düzenin devamı için kurallara uyan çocuklar yavaş yavaş “kuralları insanlar koymuştur, iyi değillerse yine insanlar tarafından demokratik olarak değiştirilebilir” düzeyine ve oradan da diğer uluslar, halklar, hayvanlar ve doğa için de evrensel ahlâk ilkelerini edinirler. Ortaçağcı kafaların “ahlâk” sandıkları şeyler, bir dinin-mezhebin sosyal yaşam ritüelleri ve kültürel ‘normlar’ından başka bir şey değildir ve normlar yere, zamana ve gruba değişiklik gösterirler; zaten bilişleri somut işlemler dönemini, evrensel ahlaki yargıları da geleneksel düzeyi geçemez.

“Ben hep 50TL’lik benzin alıyorum, bana ne zamdan.”, “Her köşe başında bir kişiyi sallandıracaksın, bak nasıl düzeliyor”, “Tükürürüm böyle sanatın içine!” diyenler, soyut sanattan anlamayıp yıktırıp yerlerine somut işlemler düşünce düzeyine uygun ucube limon, koyun vb heykeller(!) dikenler, kadınları öldürenler, piknikte herkesi rahatsız edici müzik dinleyenler ve çöplerini bırakanlar, hayvanları arabalarının ardında sürükleyerek öldürenler vb düşünce açısından somut işlemler (hatta işlem öncesi), ahlâki gelişim açısından da geleneksel (hatta gelenek öncesi) dönemi aşamamış kişilerdir. Bu sanattan politikaya, hukuktan (şeriattan) trafikteki davranışlara kadar her alanda kolaylıkla görülebilir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni anlamaları ve kabul etmeleri olanaksızdır. Hani, bizlere garip gelen açıklamalar ve uygulamalar var ya işte onlar zeki düşünce ürünü taktik ve stratejiler değiller, onlar zaten öyle düşünüyor ve davranıyorlar! Bizim gibi insanlar onlarla aynı düzeyde düşünmüyor, hissetmiyor ve davranmıyoruz ve bu nedenle acı çekiyoruz…

Bir devlet “nasıl bir insan tipi istiyorsa”, eğitim felsefesi de eğitim programları da ona göre şekillendirilir. MEB’in bugüne kadarki uygulamaları, amaçlarını çoktan tescillemiştir.

Öyleyse, programların içinde ayrıntılara takılıp kalmak yerine, tam da bu Ortaçağcı felsefe ve ona dayanan dinci eğitim tüm yönleriyle reddedilmeli; onun yerine çağdaş, bilimsel ve laik eğitim inatla savunulmalıdır. Ancak, bu eğitime ve eğitim programlarına neden karşı çıkıldığı da bilimsel temelde ele alınarak; broşür, kitap, teve-radyo konuşmaları, konferanslar-paneller, tüm aydınlanmacı oluşumların oraya-buraya çekmeden yapacakları ortak mitingler vd çeşitli yollarla kamuoyu ve özellikle veliler aydınlatılmalıdır. Öte yandan, gerici eğitim sonuçlarının ve halkımızın cahil bıraktırılmasının önüne geçmek için de tüm ülke çapında, köylerden sitelere, köylülerden işçilere-esnaflara, sürekli bir şekilde bilim temelli, hurafe ve dogmalardan kurtulmayı sağlayan Kent Enstitüleri, Halka Açık Dersler gibi bir uygulama ve örgütlenmeyi de bir an önce hayata geçirmek ve sürdürmek durumunda olmalıyız.

Çünkü hammaddemiz insan ve bu ülke bizim!

*(Em. Prof. Dr., Psikolog-Psikometrist)

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Öğretmenlere yasaklar geliyor Adalet Bakanı Tunç'tan Kobani Davası kararlarına ilişkin açıklama Meclis’i camiye çevirdi İBB tarihi binasını geri alıyor Erdoğan imzaladı: 28 Şubat hükümlüsü generallere af