Zanaat sanat olunca, belgesel fotoğraf/çı …

18. yüzyıla kadar sanat zanaatla eşdeğerdi. Aynı kökten gelen bu iki kelime Avrupa’da sanatın türediği kök Hint-Avrupa dil kümesinde

18. yüzyıla kadar sanat zanaatla eşdeğerdi. Aynı kökten gelen bu iki kelime Avrupa’da sanatın türediği kök Hint-Avrupa dil kümesinde düzenleme ve bitişme düşüncesini dile getiren ar kökünden türemiştir. (O. Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü) Avrupa dillerinde sanat anlamını dile getiren art sözcüğü, aynı zamanda “zanaat”ı da içerir. Sanat ve zanaat kavramalarının birbirinden ayrı kullanımı kapitalizmin palazlanmaya başladığı dönemdir. Yabancılaşma ile birlikte sanat ürünü üreticisine, üreticilerin de birbirlerine yabancılaştığı süreçtir bu. Zanaat bu dönemde maddi gereksinimi karşılamak amacıyla gerçekleştirilen küçük ölçekli üretimin adı, sanat ise 18. yüzyıldan başlayarak kendisine biçilen ilerici, değiştirici, dönüştürücü konumu zaman içinde kapitalizmin ekonomik ve siyasal küresel yayılmacılığının araçlarından biri olmuştur.
Zanaat ya da sanat üretimi için kullanılan alet edevatlar da bu süreç içinde teknolojinin ilerlemesi ile birlikte değişmeye başladı. 1830 yıllarından itibaren makine bütün gücü ile yaşama yerleşti. Seri ve daha fazla üretime yol açan makine üretimi, el emeğinin yerini alarak onu yok etmeye uğraştığı sıralarda, sanatsal kültürü de temelinden o güne kadar rastlanmadık şekilde sarsıntıya uğrattı. Sanat makineye/teknolojiye ve seri üretime karşı duramaz oldu. İnsan eliyle şekillendirilmesi mümkün olmayan biçimler, makine yardımıyla kolaylıkla yapılabildi. Endüstriyel devrimle birlikte, insanla doğa arasında aracı konumda bulunan teknik yapı, zamanla emek sürecini doğrudan üretici insana değil de, makineye bağladı. Fotoğraf için bu durum çok daha belirgin oldu. Karanlık odadan günümüze, ışığı ve enstantaneyi kendi hesaplayan makineler, çekilen fotoğrafların işlenmesine kolaylık sağlayan fotoshop programları fotoğrafçıların işini kolaylaştırdı. Bu da doğal olarak yaratıcılıkta önemli olan hatanın/kusurun öğretici etkisini zayıflattı. Teknik mükemmelliği zaten fotoğraf makinesi sağlamaya başladı. Neredeyse hazır bir üretime konan fotoğrafçı için sanatsal anlatı görüntü dilinde ifade bulur oldu.
Ancak burada belirtmemde yarar var; -birçok fotoğrafçıyı karşıma alacağımı bile bile söylüyorum ki- belgesel fotoğrafın sanat olarak değerlendirilmesi yanlıştır. (Haber ve bilgilendirme niteliği taşıyan yazının -estetik değerler içeriyor olsa bile- sanat eseri sayılamayacağı gibi.) Estetik olabilir, ancak her estetik durum sanat değildir, fotoğrafçısını da fotoğraf sanatçısı yapmaz.
Belgeselin sanat eseri olarak nitelendirilmesi kapitalizmin işine yarar. Nasıl mı? Bir sanat eseri gibi belgeseli de kapitalizm meta değerine indirger. Walter Benjamin’in sanat eserinin biriciklik değeri belgesel fotoğraf için de koleksiyonerler tarafından kaç adet üretileceği sorusuna dönüşür ve sözleşmelere tabi kılınır. Fotoğrafın içerik değeri değil de tek ya da az sayıda üretilmiş olması daha önem kazanır. Oysa fotoğrafın çok sayıda üretimi doğasında vardır. Yağlı boya resmin tıpkısının üretilemeyeceğini bilen koleksiyoner fotoğrafın sayısız kopyasının yapılabileceğini bilmemesi mümkün değildir. Ancak yine de müze ya da galerilerde değer biçilir.
Bir başka problemde günümüzde, 20. yüzyıla ait belgesel, sosyal belgesel fotoğrafları ya da toplumsal gerçekçi fotoğrafları yalnızca o döneme sıkıştırılmış belki de geçmişe özenilecek bir değer atfedilerek değerlendirilmeye başlanmıştır. Fotoğrafçılarını ise birer kahramanlaştırılmış/ikonlaştırılmış kişiler olarak görürler. Bugün göstergelerin kullanımından, biçimsel özelliklerinin belirlenmesine kadar pek çok nokta birbirinin benzeri tekrarlardan oluşmaktadır. Belgeselde bile artık ne anlattığınız değil, güzele öykünen görüntüler önemli olmuştur. 20. yüzyılın bir derdi olan fotoğrafçılarının yerine toplumsal sorunlara eğilmeyi bir çeşit bağnazlık sayan, sistem içine dâhil olduğunun farkında ya da değil ama rahatsız olmayan fotoğrafçılar çoğalmıştır. Sınıfsal zeminini (küçük)-burjuvazide bulan bu ideolojik tutumla, toplumsal olandan uzak duran fotoğrafçılar, böylelikle neo-liberalizmin kaygan zemininde küçük-burjuva sanatçısı olarak yerini almaktadır.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
‘Öldü’ denilen itirafçı, 8 ay önce Jandarma’da memurmuş Diyanet’ten hadisli 1 Mayıs mesajı İşe yeni girdim hasta olduğumda ne yapacağım? Hoş geldin kadınım Abdülhamitçiler, Osmanlıcılar, İslamcılar; nerdesiniz?