Anlamlı yaşamı nasıl kurgularız?

KADİR İNCESU Günebakan Üçlemesi (Siyah Nefes, Mavi Dağ ve Kızıl Ölüm) ile Türkiye’nin ilk fantastik üçleme yazan kadın yazarı olarak edebiyat dünyasına hızlı bir giriş yapan ve özellikle çocukların, gençlerin okuduğu bir isme dönüşen yazar Gülşah Elikbank, İstanbul’da bir üniversitenin eğitim koordinatörü olarak, akademi dünyasına da yenilikler getirmeye başladı. Geçen seneden beri, farklı şehirlerde verdiği […]

KADİR İNCESU

Günebakan Üçlemesi (Siyah Nefes, Mavi Dağ ve Kızıl Ölüm) ile Türkiye’nin ilk fantastik üçleme yazan kadın yazarı olarak edebiyat dünyasına hızlı bir giriş yapan ve özellikle çocukların, gençlerin okuduğu bir isme dönüşen yazar Gülşah Elikbank, İstanbul’da bir üniversitenin eğitim koordinatörü olarak, akademi dünyasına da yenilikler getirmeye başladı. Geçen seneden beri, farklı şehirlerde verdiği ve oldukça ilgi gören ‘Hayat Tasarlama Sanatı’ semineri hakkında konuştuk kendisiyle.

‘EVRENSEL DÜŞÜNÜYORLAR’

• Gençlerin severek okuduğu yazarlardansınız. Katıldığınız söyleşilerdeki gençlerle ilgili tespitleriniz neler?

Bu anlamda şanslı bir yazarım çünkü hem çocuklarla hem de gençlerle sürekli bir aradayım. Onlarla aynı dili konuşuyorum galiba ve onları anlıyorum. Bu da aramızda özel bir bağa neden oluyor. Bu kuşak için en belirgin fark ettiğim şey, kendilerine olan güvenleri ve kendilerini dünya vatandaşı görmeleri. Yerel değil evrensel düşünüyorlar. Fakat bir planları, bir amaçları tam olarak yok. Sorun da burada ortaya çıkıyor. Tam da hayatla kavgalı olunan o yıllarda insan kendine net bir hayat amacı belirlememiş olursa, ruhen kaybolabilir. Ayrıca bir de sosyal medyanın gücüyle tanınmanın kolaylaşması, bazı gençlerde kolay tanınmanın mümkün olduğu izlenimi yaratıyor. Kısa yoldan herkes bizi tanısın, sevsin ve zengin olalım, diyenler de var. Tabii bunun sonu aslında hüsran. Şöhret o kadar da özenilesi bir durum değil.

• Son romanınız ‘Aşıklar Gece Ölür’ aslında bir rock yıldızın hikâyesi değil mi? Orada da bu konuya değiniyorsunuz.

İnsanlardan nefret eden, gölgesiyle bile kavgalı bir rock yıldızı ile onu alkol bağımlılık ünitesinde iyileştirmeye çalışan idealist bir kadın doktorun sarsıcı hikâyesi var son romanımda. Mutluluk ve huzurunuz içten gelmiyorsa, hiçbir dış etken; bu ister para, ister şöhret, alkışlar olsun, kalbe dokunmuyor. Hep bir arayış içinde oluyorsunuz ve bir boşluk duygusuyla baş etmeye çabalıyorsunuz. Çocukluk yaralarına tutunarak, içinizdeki kötülüğü, zalimliği açıklamaya çalışmanız da kâr etmiyor. İyileşmek için saf bir sevgi, şefkat gerekiyor insana.

• ‘Hayat Tasarlama Sanatı’ seminerlerinizin çıkış noktası nedir?

Özellikle lise ve üniversitelerde gençlerle yaptığım sohbetlerden çıktı. Kendi hayat hikâyem özelinde de hayatımızı, kendimizi tıpkı bir roman kahramanı gibi düşünerek tasarlayabileceğimizi düşünüyorum. Hayat zaten bir sanat. Bizler de bir sanatçı gibi düşünmeyi başarırsak, sürünün içinde farklı ama mutlu olmanın yolunu bulabiliriz.

• Seminerde neler anlatıyorsunuz?

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum fakat yüksek lisansımı Marmara Üniversitesi’nde Yönetim Psikolojisi üzerinde yaptım ve tezim de Kariyer Yönetimi oldu. 10 yıldır edebiyat dünyasındayım ve fark ettim ki roman yazmak da bir kariyer planı gibi. Siz de karakterinizin hayatını tasarlıyorsunuz. Onun sahici bir insandan farkı yok ki… Ben de bu seminerlerde özellikle Kafka’nın ‘Dönüşüm’ kitabından yola çıkarak, kapitalizmin içinde savrulan çağımız insanının bir böceğe dönüşmeden, kendi özünü koruyarak iş hayatında başarılı olmasının yollarını anlatıyorum. Ya da Albert Camus’un korku çağı olarak tanımladığı bu dönemde korkularımızla nasıl başa çıkacağımızı, anlamlı bir yaşamı nasıl kurgulayacağımızı anlatıyorum. 10 yıllık üst düzey yöneticiliğim, Kültür Bakanlığı’ndan aldığım tasarım ödülüm, derken üzerine gelen 10 roman… Tüm bunlar bana hayata dair çok şey öğretti. Dibe vurup oradan çıkmayı hayatımda iki kere başardım. Bunun yollarını gençlerle paylaşmayı görev biliyorum. Mark Twain’in çok sevdiğim o sözü gibi. “Hayatta iki önemli gün vardır. Biri doğduğun gün, diğeri de neden doğduğunu anladığın gün.” Bu seminerde biz o nedenin peşindeyiz.

• Seminerle ilgili geri dönüşler oluyor mu?

Beni en mutlu eden anlar, o geri dönüş anları. Genelde seminer bittiğinde yanıma gelen gençler birden bana sımsıkı sarılıyor. Bu çok özel bir paylaşım anı. ‘Bugüne kadar bize kimse bu gerçekleri söylemedi’ diyorlar mesela. Ben onlara pembe bir dünya anlatmıyorum. Aksine kötücül, zalim ve insanı kendi değerlerinden uzaklaştırmak üzere kurgulanmış bu dünyayla nasıl başa çıkacaklarını, hatta bazen nasıl başarısız olacaklarını anlatıyorum. Lenin’in dediği gibi, “yenilgi yılları en iyi öğretmendir.” Ben kendi hatalarımı da biliyor ve paylaşıyorum.

• ‘Acını Sanata Dönüştür’ seminerinizde neler anlatıyorsunuz?

Ben hep yazmanın şifalandıran yanını anlatıyorum. Çünkü kendim de bunu yaşadım. Fakat bu iyileştirici güç sadece edebiyat ile sınırlı olamaz. Bu fikirden yola çıkarak, kendi travmalarını, açmazlarını sanata tutunarak açmış insanlarla buluşmaya, onların hikâyelerini dinlemeye başladım ve gördüm ki, haklıyım. Sanat terapisi gerçekten işe yarıyor. Sanatın insanın içindeki derin yaraları nasıl sardığını anlatan bir keşif semineri bu aslında. Bu eğitimin sokakta yaşayan çocuklar için bir sosyal sorumluluk projesine dönüşmesini çok hayal ediyorum.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Ertan Saban'ın Atatürk'ü canlandırdığı filmden ilk kareler Cannes jürisinde Ebru Ceylan da var Bi'Dünya Şiir yola çıktı Yaklaşık 100 yıldır kayıptı: “Bayan Lieser'in Portresi” 32 milyon dolara satıldı Bozulan organlar