Beyoğlu’ndaki büyük salonlar kurtarılmalı

Bu yıl 18’incisi düzenlenen Filmekimi, Atlas Sineması’nda bugün saat 21.30’da Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan alan ‘Joker’ filminin gösterimiyle açılıyor.

ÖZGÜR YILGÜR

4 - 13 Ekim arasında İstanbul’da düzenlenecek olan Filmekimi, 11 - 15 Ekim’de Ankara’da, 18 - 22 Ekim’de ise İzmir’de seyirciyle buluşacak. Yılın en çok beklenen filmlerini izlemeden önce, Filmekimi direktörü Kerem Ayan ile konuştuk.

Filmekimi her zaman iyi seçkiler sunuyordu, ancak son iki yılda çok gösterişli bir programa sahip oldu. Bu filmleri seçerken nasıl bir anlayışla hareket ediyorsunuz? En önemli kriteriniz filmlerin büyük festivallerden ödül almış olması mı, yoksa Filmekimi’nde oturtmaya çalıştığınız bir tavır ya da dil var mı?

Kerem Ayan: Filmekimi seçkisini hazırlarken festivallerde dikkat çekmiş, ödül almış ve insanların izlemek için can atacağı filmlere doğru yöneliyoruz. Filmekimi temelde sonbahar filmlerinin ön gösterimlerini yaptığımız butik bir etkinlik. Son birkaç senedir hem yapılan filmler çok iyi hem de biz programı zenginleştirmek için daha yoğun bir çaba sarf ediyoruz. Bu sene biraz kontrolümüzü kaybedip 63 filmlik bir program hazırladık, normalde 50 filmde kalıyorduk. Fakat bu sene Venedik Film Festivali’nde gösterilen filmler çok iyiydi. Onları almak için son ana kadar bekledik. Bu sırada Türkiye’de eylül, ekim ve kasım aylarına çok fazla film festivali organizasyonu yığıldı. Örneğin Adana’da eylül ayında gösterilmiş bir filmi, biz de nisan ayına kadar bekletmek istemiyoruz. Bu filmleri, Filmekimi seyircisinin de erkenden görmesini istiyoruz. Programı hazırlarken ödül almış ya da ses getirmiş filmleri seçmeye çalışsak da, bu sene Cannes ve Venedik’ten İstanbul Film Festivali için ayırdığımız ve muhakkak yarışmaya almak istediğimiz yapımlar da var. Dolayısıyla Filmekimi daha çok sezonun en popüler festival filmlerinin yer aldığı bir programa sahip oluyor.

Bu yılki seçkinizde en çok dikkat çeken şeylerden biri, dört filmle programa dahil ettiğiniz müzik belgeselleri oldu. Filmekimi’nde, İstanbul Film Festivali’ndeki Musikişinas Filmler gibi bir kategori açmayı düşünüyor musunuz?

Filmekimi’nde böyle kategoriler olabilir tabii. Biraz da izleyicide nasıl bir karşılık bulacağına bağlı bu durum… Biz bu Musikişinas seçkisini Filmekimi’nden önce yapmayı planlıyorduk esasında. Daha sonra Kadıköy Sineması’nın dahil olması ve film sayısının artması sebebiyle bu filmleri direkt programa dahil etme kararı aldık. Filmekimi’nin programına da çok iyi uydu bu filmler. Caz (‘Miles Davis: Birth of the Cool’), elektronik (‘Iris: A Space Opera by Justice’), country (‘Marianne & Leonard: Aşk Sözleri’) ve rock (‘Roger Waters: Us + Them’) türlerinde dört farklı yapıma yer verdik. Daha sonra ‘Iris: A Space Opera by Justice’i filmini Salon’da bir parti ortamında da gösterme kararı aldık. Bu yıl Filmekimi’nde de böyle bir seçkiye verdiğimiz için çok mutluyum.

Bu seneki programda kısa filmlere de yer veriyorsunuz…

Aslında bu özellikle yaptığımız bir şey değildi. Yorgos Lanthimos’un filmi (‘Nimic’ Locarno’da, Luca Guadagnino’nun filmiyse (‘The Staggering Girl’) Cannes’da gösterildi. Onlara özel bir şey yapmak istiyorduk. Ceylan Özgün Özçelik’in ‘Cadı Üçlemesi +13’ filmi de çıkınca, üç yapımı bir araya getirip tek seansta gösterme kararı aldık. Fakat bu durum filmlerin denk gelmesiyle ilgili bir olay, her sene programda kısa filmlere yer vermek gibi bir planımız yok şu an için.

Bu yıl bilet fiyatlarındaki artış da tartışma yarattı. Bu artışın sebepleri neler?

Öncelikli sebep ülkenin enflasyonunun çok kötü bir yönde seyrediyor olması ve her şeyin daha da pahalılaşması. Bunun yanında bize gelen sponsorluk paraları da yeterli olmuyor. Programa dahil ettiğimiz filmlerin gösterim haklarını yurtdışından, Euro ile alıyoruz. Dolayısıyla maalesef böyle bir artışa gitmek durumunda kaldık. Bu konun ideali güçlü bir sponsor desteği alıp, filmlerin parasını oradan çıkartmak ve bilet fiyatlarında artış yapmamaktır aslında. Buna rağmen öğrenci fiyatlarına çok fazla yüklenmek istemedik ve 2 liralık bir artış yaparak durumu minimize etmeye çalıştık. Biz de böyle bir uygulama yapmak zorunda kaldığımız için çok mutsuzuz açıkçası. Umarım İstanbul Film Festivali’nde iyi bir sponsor bulup fiyatları tekrar aşağı çekebiliriz.

Ülkenin ekonomik gidişatı herhangi bir sanat dalında etkinlik yapılmasını oldukça zor bir hale soktu. Bu yıl Filmekimi’ni düzenlerken yaşadığınız zorluklar nelerdi?

Şu an en önemli sorunumuz mali yetersizlikler. İki senedir Filmekimi’ni sponsor olmadan yapmaya çalışıyorduk. Bu sene bulduk, fakat bu da tek başına yeterli değil. Umarım daha da iyi bir yöne doğru gideriz bu konuda. Bunun dışında en büyük sorunumuz sinema salonu bulamamak. Biz bağımsız salonlarda kalmak için inat ediyoruz, ancak onlar da bir yardım alamadıkları zaman salonlarını yenilemekte ya da ayakta kalmakta zorlanıyorlar. Atlas Sineması’nı bu sene Filmekimi’nde kullanıyoruz, fakat önümüzdeki yıl İstanbul Film Festivali’nde olup olmayacağı belli değil ne yazık ki. Bu konuda bir tıkanmışlığımız var. Nasıl bir çözüm getiririz bilemiyorum, ancak kesinlikle yeni sinema salonlarına ihtiyacımız var.

Atlas Sineması’nın kapatılacağı konuşuluyor. Koltuk sayısı açısından şu an Beyoğlu’nun en güçlü sinemasını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Bununla birlikte Filmekimi bu yıl ilk defa Kadıköy Sineması’nda da seyirci ile buluşacak. Atlas’ın kapanması durumunda Beyoğlu’ndaki seyirciyi kaybetmemek için bir çözüm planınız var mı?

İdeal çözüm Atlas’ın kapanmaması tabii ki. Beyoğlu Sinemasını da bırakmak istemiyoruz kesinlikle. Bu iki mekan haricinde, Beyoğlu’nda Yeni Melek gibi birçok kullanılmayan sinema salonu var. Restore olursa kullanılabilecek ve çok büyük kapasitelere sahip salonlar bunlar. Biz de büyük salonlar arıyoruz, çünkü seyirci filmleri büyük salonlarda görmek istiyor. Diğer yandan filmleri alırken seans sayısına göre ödeme yapıyoruz. Filmleri 3 seansta 200’er kişiye göstermekle, 500’er kişiye göstermek arasında önemli bir ekonomik fark oluşuyor haliyle. Bu yüzden bir şekilde Beyoğlu’ndaki büyük salonların kurtarılması lazım… Romantik bir tabir olacak ama Beyoğlu’nun eski haline dönmesi gerek ve bu ihtimal dışı değil. Bununla birlikte Kadıköy’de çok kalabalık ve genç bir nüfus var. Rexx ve Kadıköy sinemalarını İstanbul Film Festivali’nde kullanıyorduk zaten. Kadıköy Sineması’nı da ilk defa Filmekimi’ne dahil ettik. Dolayısıyla o yakadaki seyirci çok mutlu şu an. Benzer şekilde Avrupa yakasında da yeni sinema salonları bulmamız şart.

Sinema salonlarının yaşadığı ekonomik problemleri yaratan bir unsur da seyircinin filmleri artık bu mekanlarda izlemeyi tercih etmiyor olması. Siz seyircideki ilgi kaybını neye bağlıyorsunuz?

Seyirci artık konforlu bir deneyim arıyor, çünkü artık filmleri evinde çok rahat bir şekilde izleyebiliyor. Diğer yandan sinemada film izlemek de oldukça masraflı bir hal aldı. Dolayısıyla seyircinin sinema salonlarından uzaklaşması çok normal… Ancak şöyle bir durum da var, biz İstanbul Film Festivali’nde Stanley Kubrick filmlerini gösterdik en son. Bu filmleri Netflix’ten ya da internetten çok rahat bulabilirdi insanlar. Ancak böyle filmleri büyük ekranda izlemek için sinemaya gelmeyi tercih ediyorlar. Bunun sürekli olabilmesi için perdedeki görüntünün çok iyi olması ve salonların konforlu olması gerekiyor. Yurtdışında gittiğim küçük kasaba festivallerindeki salonlarda bile harika bir görüntüyle karşılaşıyorum. Dolayısıyla İstanbul gibi bir şehrin sinema salonlarında cam gibi bir görüntü bulamadığımız için çok üzülüyorum.

İstanbul’da değişen yerel yönetimin Filmekimi ve İstanbul Film Festivali’ne nasıl yansımaları oldu?

Ben henüz belediyeyle bir görüşme yapmış değilim. Fakat randevular alınıyor ve bir görüşmemiz olacak. Daha iyi bir süreç yaşayacağımızı umuyorum. Biz İstanbul’da, Türkiye’nin en büyük uluslararası festivalini yapıyoruz. Belediyenin hangi siyasi görüşten olduğu fark etmeksizin, bu festivale desteğini sunması, bizimle iç içe çalışması gerekiyor.

Son iki yıldır Filmekimi için sunduğunuz reklam filmleri de epey ses getirdi. Bu yıl “Spoiler Yeme” sloganıyla sunduğunuz reklam filmi, günümüz seyircisinin dinamiklerini çok iyi yansıtıyor. Son dönemde seyircinin filmi görmekten çok, filmi ilk gören kişi olmak yönünde bir refleksi var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz geçen seneden itibaren Muhabbet Reklam Ajansı ile çalışmaya başladık, bu reklam filmlerini onlar yapıyor. Filmekimi dikkat çekici ve komik şeyleri de kaldırabilecek bir etkinlik. Reklam sürecinde ona uygun bir dil oluşturmaya çalışıyoruz. Sinemanın popülerleşmesi ve internetin daha güçlü olmasıyla birlikte, seyircinin spoiler konusunda daha da hassas olmasını çok doğal buluyorum. Bence bu yönelimin zayıflaması ya da bitmesi günümüzde oldukça zor... Bu yılki reklam filmi de konuyu çok eğlenceli ve vurucu bir şekilde anlatıyor bizce.

Önceki yıllarda üç büyük kentin dışında Diyarbakır, Eskişehir, Bursa, Edirne, Bodrum ve Trabzon gibi şehirlerde de Filmekimi düzenlediniz. Son iki yıldaysa bu etkinlik sadece İstanbul, Ankara ve İzmir’de gerçekleşiyor. Bu tercihin sebebi ekonomik mi, yoksa diğer şehirlerdeki seyircinin Filmekimi’ndeki filmlere olan ilgisi mi az?

Diğer şehirlerdeki seyircilerden bir sürü mail geliyor bize. Yani seyircinin ilgisinin azalması gibi bir durumu söz konusu değil. Biz de diğer şehirlere geri dönmeyi çok istiyoruz, fakat şu anda ekonomik gerekçelerden dolayı yapabildiğimiz bir şey değil bu.

Filmekimi’ni bir festival olarak tanımlamıyorsunuz. İleride Filmekimi’ni söyleşilerin, atölye çalışmalarının ya da konserlerin de yapıldığı bir festival düzenine sokmayı planlıyor musunuz?

Filmekimi’nin bir festival olmasını değil, butik bir etkinlik olarak kalmasını istiyoruz açıkçası. Filmekimi’nde daha önce film gösterimleri dışında da farklı etkinlikler yaptık, ileride de yapabiliriz elbette. Ancak Filmekimi’ni bir festival olarak kurgulamak istemiyoruz.

Son dönemde Netflix yapımlarının festivallerde gösterilip gösterilmemesi konusunda tartışmalar yapılıyor. Cannes bu konuda katı olsa da diğer festivaller daha pozitif bir yaklaşım içerisindeler. Siz nasıl bakıyorsunuz bu konuya?

Bu artık tartışılmaması gereken bir konu bence… Bir tek Cannes bu konuda inat ediyor ki bu sene yarışma dışında Netflix yapımlarına da yer verdiler. Çok nostaljik ve gereksiz bir tavır olarak değerlendiriyorum bu tutumlarını. Netflix de daha kaliteli yapımlara yatırım yapıyor artık. Bu sene ‘Marriage Story’, ‘The Laundromat’, ‘The Irishman’ ve ‘Uncut Gems’ gibi çok kaliteli yapımı finanse ettiler. Seyircinin iyi bir filmi büyük ekranda da görebilmesi gerektiğine inanıyorum. Başta Netflix de bu konuda çok bilgisizdi aslında. Onlar da piyasayı öğreniyor ve artık filmlerini sinemada da göstermek istiyorlar. Festivaller çok sanatsal, Netflix ise ticari bir perspektiften bakıyor duruma. Sonuçta ortada buluşuluyor.

Netflix gibi streaming servislerinin etkisiyle, sinemaya verilen kıymetin azaldığına ve seyircilerin filmleri odaklanmadan izlediğine dair eleştiriler de var…

Bu eleştiriler haklı olsa da günümüzde hiç kimse, hiçbir şeye tam olarak odaklanmıyor artık. Netflix gibi kuruluşların sinema üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri var. Seyircinin tam odaklanarak film izlememesine sebep olabiliyor, fakat diğer yandan insanların daha çok film izlemesini de sağlıyor. Ancak artık insanların her konuda doyumsuz ve sıkılgan bir tavrı var. Bu zaman diliminde olaylar böyle gelişiyor maalesef.

1 Temmuz’da yürürlüğe giren yeni sinema yasası Filmekimi ve İstanbul Film Festivali’ni nasıl etkiledi?

Bu yasanın bizi ilgilendiren bölümü şu; eskiden biz bütün yerli filmlerden eser işletme belgesi istiyorduk. Yeni yasa, yerli veya yabancı hiçbir filmden eser işletme belgesi almayın diyor. Fakat eser işletme belgesi olmayan filmlere +18 ibaresi getiriyor. Bu bir tek Türkiye’ye özgü bir durum değil aslında. Örneğin Berlin Film Festivali’ndeki Generations bölümü hariç tüm filmler +18 ibaresiyle programda yer alıyor. Biz de bu kanuna uyduk, fakat çok da mutlu olduğumuz bir durum değil bu açıkçası. Çünkü lise çağında film kültürüne yaklaşan genç izleyicileri olayın dışında tutuyor bu uygulama. Diğer yandan da +18 ibaresiyle gösterildiği için filmler denetlenmiyor.

Bu yıl Filmekimi’nde mutlaka görülmesi gerek dediğiniz filmler hangileri?

Almodovar’ın son filmi ‘Acı ve Zafer’ ve açılış filmimiz ‘Joker’in mutlaka görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Altın Palmiye ödüllü ‘Parazit’, Cannes’da Jüri Özel Ödülü alan Brezilya yapımı ‘Bacurau’ ve Venedik’te yarışan Noah Baumbach’ın son filmi ‘Marriage Story’yi de mutlaka öneririm. Bunlar haricinde Cannes’da bize mutluluk saçan Nicolas Bedos’un filmi ‘Yeni Baştan’ı söylemeliyim. Son dönemde dünyanın daha depresif bir hal almış olması sinemaya da yansıdı. ‘Yeni Baştan’ gibi neşe saçan ve kaliteli filmlerin, izleyiciye çok iyi geldiğini düşünüyorum. Bunlar haricinde alternatif yapımlardan ‘Ve Sonra Dans Ettik’ isimli Gürcü filmini önerebilirim. Filmin yönetmeni Levan Akin de 4 Ekim’deki seansta filmin sunumunu yapacak. ‘Deri Ceket’, ‘Dağ Evi’ ve Sundance’te görüp mutlaka programa dahil etmek istediğimiz ‘Çok Erken’ filmlerini de tavsiye ederim.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Cannes jürisinde Ebru Ceylan da var Silik parçalar Ertan Saban'ın Atatürk'ü canlandırdığı filmden ilk kareler 43. İstanbul Film Festivali'nin ödülleri sahiplerini buldu Dünya Dans Günü’nde dansa davet: Bedenini dört aç