İnfaz değişikliği kadınları nasıl etkiliyor?

Avukat Arzu Hazer

Dünya çapında pek çok insanın ölümüne neden olan Covid-19 sebebiyle pandemi ilan edilmiş, toplumsal hayat da bu oldukça önemli gelişmeden nasibini almış ve çok ciddi olarak etkilenmiştir. Bu gelişmelerin toplumsal hayat üzerindeki olası uzun-kısa vadeli etkileri sıklıkla konuşulsa da nasıl bir değişime neden olacağı hala belirsizliğini koruyor. Türkiye’de Covid-19 teşhisi konulan bir hastanın bulunduğu açıklamasının 11 martta yapılmasının ardından üç haftadan biraz fazla bir zaman geçmişken, hasta sayısı hızla artmış, ölümler yaşanmıştır. 2 Nisan 2020 tarihi itibariyle Sağlık Bakanlığı verilerine göre şimdiye kadar virüs nedeniyle Türkiye’de 18.135 kişi hastalanmış ve 356 kişi ölmüştür. Bu verilere ek olarak toplam 1.884 kadar da entübe ve yoğun bakımda bulunan hasta vardır. Bu rakamlar, gelecekte yaşanabilecek ölümlere ilişkin kaygıları artırmaktadır.

Bu olağan dışı duruma ilişkin kişisel önlemlerimizi almaya çalışırken bir yandan da gerekli tedbirlerin iktidar tarafından alınıp alınmadığı sorusu kafamızda dönüp duruyor. Sağlık çalışanlarının izinleri iptal ediliyor, pek çok sektörde çalışan işçiler her sabah kalkıp işe gitmek zorunda bırakılıyor. Ücretli iznin konusu pek çok şirkette konuşulamıyor. Aç kalmayı bile göze alıp ücretsiz izne dahi tamam diyen işçi, çalışmaması durumunda işten çıkarılmakla ve haklarını alamamakla tehdit ediliyor. Nitekim pek çoğu da corona virüs nedeniyle işten çıkarılıyor. Hal böyle iken #evdekal denmesi ve bunun önleyici bir çözüm olması oldukça zor görünüyor. Corona virüse karşı önlem paketinden işçiye daha fazla borçlanma, işverene ise üretime devam etmesinin teminatı çıkıyor. Buna ek olarak evden çalışmaya başlayanlar var elbette. Evden çalışma güzellemesine bir de esnek çalışma güzellemesi ekleniyor ki olaylar iyice mide bulandıran boyuta taşınabilsin. Fakat evden çalışma ile her zaman emir ve talimatlar için hazır bekleyen çalışanlar için çalışma sürelerinin çok fazla arttığı şimdiden ortaya çıktığından bu güzellemenin çok fazla kişiyi etkisi altına alamayacağı söylenebilir.

Hükümetin önlem paketinde de ana akım medyadaki tartışmalarda da kadının ismi beklenildiği üzere hiç geçmiyor. Ancak bu süreçten en çok etkilenenlerden biri de kadınlar. Nasıl mı? Bir kere corona nedeniyle işten çıkarmalarda ilk gözden çıkarılanlar yine kadınlar oluyor. Ne zaman savaş, kriz ve bunlar gibi olağanüstü durumlar olsa aynı durum yaşandığından, bu bilinen bir gerçek. Bilinmeyen ve bizzat deneyimlemekte olduğumuz ise kamusal alandan böylesine uzak kalışımızın etkileri… Kadınlar olarak kamusal alandan dışlanmak bizim için yeni değil tabi. Ancak bununla mücadele etmek ve evlerden çıkma talebimizi yükseltme konusunda hiç böyle elimiz kolumuz bağlanmamıştı belki de. Güvenliğiniz için evde kalın diyorlar ama pek çoğumuz için ev öyle güvenli bir liman değil. Evlere hapsedilişimizi ve yapmak zorunda bırakıldığımız bir görev gibi üzerimize yapıştırılan ev işlerinin değersizleştirilmesini hesaba katarsak ev pek çoğumuz için beş kuruş almadan saatlerce çalıştığımız bir yer. Kendi çocuklarımızın gözü önünde, evimizin sokağında, salonunda, mutfağında öldürülüşümüzü hesaba katarsak, ev pek çoğumuz için yaşam mücadelesi verdiğimiz yer. Ev, “erkeğin dinlendiği, kadının çalıştığı, erkeğin hâkim, kadının tabi olduğu, erkeğin serbesti alanı iken kadının kısıtlandığı, erkeğin ihtiyaçlarının karşılandığı, kadının ihtiyaçları karşıladığı bir alan olarak”(1) tarif edildiğinde kadınlara yönelik şiddetin ve eşitsizliğin bolca evde kalmak zorunda olduğumuz bu günlerde artması oldukça olası görünüyor.

Devletin, uluslararası sözleşmelerden ve kanunlardan kaynaklanan kadınlara yönelik şiddeti önleme yükümlülüğü bulunduğu neredeyse herkes tarafından bilinmektedir. Peki şiddeti önleme yükümlülüğü bulunan yargı şu anda ne yapmakta? Bu soruyu yanıtlamak için Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulunun 30/03/2020 tarihli ve 2020/51 sayılı kararına (2) bakmamız yeterli olacaktır. Bu kararda, 6284 Sayılı Kanun kapsamında verilen tedbir kararlarının yükümlülerin korona virüs kapsamında sağlığı dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmektedir. İşverenler tüketemeyeceğimiz kadar çok üretebilsinler diye işçilerin sağlığını tehlikeye atmaktan çekinmeyen devlet, nedense kadınlara yönelik şiddet uygulayan, suç işleyen erkeklerle empati yapmayı tercih etmiştir. Böylece kadınları savunmasız bırakacak şekilde yorumlanması olası olan bu kararı alarak, kadınların yaşam hakkını koruma, kadınlara yönelik şiddeti ortadan kaldırma görevini yerine getirmeyeceğini açıklamıştır.

İktidar, değişen bu şartlar altında kadınlara yönelik şiddeti önleme konusunda kılını bile kıpırdatmazken bir de üzerine kadınlara yönelik şiddetin uygulayıcısı olan erkekleri onlar için güvenli ama kadınlar için bir o kadar güvensiz olan evlere yollama telaşına düştü. Ceza infaz kurumlarındaki durumun nasıl olduğu, gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı, hastalığın yayılımı gibi sorular tatmin edici olarak yanıtlanabilmiş değil. Cezaevlerindeki hükümlülerin, tutukluların ve çalışanların sağlığına ilişkin önlemlerin alınması en temel insan haklarından yaşam hakkının bir gereğidir. Ancak gerekli önlemleri almayan, buna bütçe ayırmak istemeyen, bir yandan ölümlerden de sorumlu olmak istemeyen Akp, kendisine şiddet uygulayan erkekleri #evdekal’mak zorunda olan kadınlarla aynı evlere yollamakta bulmuştur çözümü.

31/03/2020 tarihinde Başkanlığa gelen “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (3) 3 Nisan tarihi itibariyle Adalet Komisyonunda görüşülmektedir. Önümüzdeki hafta mecliste görüşülmesi beklenmektedir. Kimi kaynaklara göre bu kanun teklifinden 90.000 kadar hükümlünün yararlanması öngörülmektedir. Söz konusu kanun teklifine ilişkin yapılan haberlerin çoğunda “kadınlara yönelik şiddet” suçlarının kapsam dışında bırakıldığı ifade edilmektedir. Öncelikle söylemek gerekir ki kanunlarımızda “kadınlara yönelik şiddet suçu” bulunmamaktadır. Kadınlara yönelik şiddet, ekonomik, fiziksel, psikolojik, cinsel gibi pek çok farklı nitelik taşıyabilir ve Türk Ceza Kanunu’nun ayrı ayrı pek çok maddesindeki düzenlemeler kapsamında değerlendirilebilir. Dolayısıyla bu kanun teklifinin kadınlara yönelik şiddeti kapsam dışı bıraktığı koca bir yalandır. Teklife biraz daha yakından bakacak olursak öncelikle çok dağınık, belirsiz ve anlaşılması güç bir metinden oluştuğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira basında yer alan değerlendirmelere bakıldığında pek çok hukukçunun bile kafasını karıştırmış görünmektedir. Kanun teklifinin 49. Maddesi ile cinsel saldırı suçunun nitelikli hali, çocukların cinsel istismarı ve reşit olmayanla cinsel ilişki suçunun 3. ve 4. Fıkraları bakımından önceki düzenlemenin korunarak koşullu salıverme için cezaevinde iyi halli geçirilmesi gereken oranın 3/4 olduğu görülmektedir. Aynı şekilde kanun teklifinin 48. Maddesi ile basit cinsel saldırı suçu, 3. ve 4. fıkraları hariç reşit olmayanla cinsel ilişki suçu ve cinsel taciz suçu bakımından da 2/3 oranının korunduğu görülmektedir. Ancak kanun teklifinin 53. Maddesi ile kanuna eklenmesi önerilen geçici 9. Madde, 2014 yılı öncesinde işlenen cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, reşit olmayanla cinsel ilişki ve cinsel taciz suçlarının tamamı için bu oranın 2/3 olacağını öngörmektedir. Yargılamaların oldukça uzun sürdüğü dikkate alındığında şu an cezaevinde bu suçlardan hükümlü bulunan kişilerin pek çoğunun bu suçları 2014 yılından önce işlemiş olduğunu varsaymak mümkün görünmektedir. Hal böyle olunca oranların değiştirilmemiş, “af kapsamına alınmamış olduğunu” söyleyemeyiz. Hatta tam da yararlanacak kişilerin yararlanması için özel olarak düzenlendiğini söylemek bile mümkündür.

Söz konusu kanun teklifi, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlardan hükümlü olanları yararlandırmıyor gibi bir izlenim oluşturmak istemektedir ki bunun gerçeği yansıtmadığı ortadadır. Peki kadınlara yönelik şiddete tekabül eden diğer suçlar yönünden nasıl bir düzenleme içermektedir? Açıklıkla söylenebilir ki kadınlara yönelik şiddetin diğer biçimlerine tekabül eden suçlardan hükümlü olanlar bu düzenlemeden yararlanabilecektir. Örneğin fiziksel şiddete tekabül eden kasten yaralama suçu; psikolojik şiddete tekabül eden hakaret, tehdit, şantaj; ekonomik şiddete tekabül eden yağma suçu pekâlâ bu düzenleme kapsamındadır. Koşullu salıverilme için cezaevinde infazın 2/3’sini iyi halli geçirmek gerekirken bu teklifin yasalaşması durumunda söz konusu oran 1/2 olacaktır. Bir başka deyişle artık süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının yarısını infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabileceklerdir. Bu, kadınlara yönelik şiddet uygulayan erkeklerin cezaevlerinden daha erken salıverileceği anlamına gelmektedir. Ayrıca salıverme durumunda suçun mağduru olan kadınlara haber verme gibi bir düzenleme de öngörülmemiştir. Bu durumun kadınların yeniden şiddet görme olasılığını artırdığı ortadadır.

Cezaevlerinde üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeyen iktidar, özellikle evde kalmak zorunda olduğumuz böyle bir dönemde kadınlara yönelik şiddet uygulayanları salıvererek kadınların yaşam hakkını yok saymakta, böylesine büyük bir sorunu kadınların omuzlarına yüklemekten bir an bile çekinmemektedir.


[2] https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/files/uu.pdf

[3] https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tasari_teklif_sd.onerge_bilgileri?kanunlar_sira_no=271580

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Yaylada cansız bedeni bulunan kadının üç arkadaşı gözaltına alındı Siz misiniz tek adamın kararına itiraz eden? Cin şişeden çıktı bir kere! Evli olduğu kadını tüfekle katleden erkek, intihar etti Kartal'da kadın cinayeti: Rezidansta katlettiği kadının ailesini "intihar etti" diye aramış