"İslam hınç ve intikamla kendini asla var edemez"

‘Türkçe ile Osmanlıca’yı karşı karşıya getirmenin ne anlamı var? Organik bir bütünlük içinde olan iki şeyi karşı karşıya getirmenin bir anlamı yok. Osmanlıca sözcükler kullansak ne olacak daha iyi mi düşüneceğiz?’

YILMAZ DEMİR

Cumhurbaşkanı Erdoğan, müdahil olduğu her konuda yaptığı bağlamsız açıklamaları, mevcut tüm bilimsel değerlere karşı muhafazakârlaşmayı savunan tutumunu son olarak “Türkçe felsefe yapmak için yeterli değil” sözleriyle sürdürdü. Bu sözlerle başlayan Türkçe-Osmanlıca tartışmalarından hareketle, tüm bu tartışmaların başladığı muhafazakârlık çerçevesinde konuyu ODTÜ Felsefe Bölüm Başkanı Ahmet İnam’a sorduk. Memlekette İslam’ın durumundan Gezi Direnişi’ne kadar birçok şeyi konuştuk ve normalde akademisyenlerin Erdoğan’ın böylesi açıklamaları ardından destek akınına çıktıklarını ama bu defa öyle bir şey olmadığı paydasında buluştuğumuz İnam şunları anlattı:

İNSAN HAYRET EDİYOR
Üzerinde düşünülmeden rastgele, kafa yorulmadan söylenmiş bir şey. Ben Türkçe’nin açtığı olanaklardan giderek, Türkçe’nin sesinden gelen bir gerçeklik arayışı içinde olmuşumdur. Cumhurbaşkanı’nın, felsefeye ve dile ilişkin söylediği sözleri çok önemli değil. Kendi işlerine baksınlar siyasetçiler. Bizim çok işimiz var yapılacak. Benden sonra bu işi yapacak olanlar da, Türkçe ile düşünülebileceğini, felsefi yapıtlar oluşturulabileceğini gösterecekler. Nermin Uygur bunu yapmıştır önemli ölçüde. Aynı şekilde Macit Gökberk’in duru Türkçe’sini görünce insan saygı duyar. İoanna Kuçuradi’nin Türkçe düşünme çabaları, yapıtları vardır. Dindar kesimde de Nurettin Topçu mesela onların bir mütefekkir olarak kabul ettikleri, benim de saygıdeğer bir düşünür olarak andığım, o da zorlanmadan Türkçe yazmıştır. Türkçe yapılmaz dediğin zaman sanki denemişler de yapılmamış gibi, nerden çıkartıyorlarsa bu sonucu.

Türkçe felsefe yapılır, Kürtçe yapılır, Ermenice, Rumca yapılır. Çünkü bu Anadolu topraklarındaki insanların dillerinin çok eski geçmişleri var, edebiyatları var. Türkü söylüyor, masallar anlatıyor, bilmeceler, tekerlemeler söylüyorsanız o dille felsefe de yaparsınız. Yunus’un diliyle felsefe yapılmaz mı? Ne kadar yanlış bir saptamadır. İnsan hayretler içinde kalıyor.

MEYDAN OKUYORUM
Bu yukardan buyurularak yapılacak bir iş de değildir. Düşünürlerimiz Türkçe düşünmeye, ürünler vermeye devam ettikçe felsefe de yapılacaktır. Kendini Türkçe dilinde var etmeye çalışan insanlar bu dilde yazacaklar. Osmanlıca düşünebiliyorsa insan, Osmanlıca da kullansınlar. Türkçe’nin eksik olduğunu düşünüyorlarsa Osmanlıca da kullansınlar. Bu bir meydan okuma. Buyursun Osmanlıca felsefe yapsınlar.

>> Siz bir felsefeci olarak 6 dilde okuma yapabiliyorsunuz, ‘Felsefe bu dille yapılır’ demek ne kadar doğru?
Müthiş bir hınç var. Yapılamaz düşüncesi, hem yapılmış olanlar için “Bunlar komünist, laik, Kemalist. Bunlar da felsefe yaptığını sanıyor ama yaptıkları felsefe değildir, o ya Osmanlıca’da Arap diliyle yapılır ya da İngilizce, Fransızca”, demektir.  Bu hınç çok ilginç. Nietzsche’nin büyük bir saptaması var hınç konusunda mesela. “Ressentiment”. Büyük bir hınç duygusu.

Hıristiyan kökeninde var, çünkü onlar köleydi ve o ezilmişliğin, kendi olarak varolamamışlığın getirdiği tepki ve hınç duygusuyla yaşıyorlar eleştirisi. İslam kültüründe de, dünyada İslamofobi denen fobiyi yaratan bir İslami görünüş var. O görünüşün altında da bir hınç duygusu var. Yani “Batı çok ilerledi, bunlar silah ve teknoloji sahibi oldular. Bizim dinimiz hak diniydi, bizi ezdiler, bizim hakkımızı da yediler. Bizim ne büyük bir medeniyet olduğumuzun farkında değiller, bizi küçük görüyorlar” düşüncesi var.

Hayatınızı, düşünme gücünüzü, enerjinizi Osmanlı dili besliyorsa buyurun yapın. Ama bu o metinlerle içli dışlı olan birkaç kişi dışında mümkün değil, hayat ona izin vermez.

ŞEKİL DİNİ
Ben dindar biri olmamakla beraber,  dinlerle de insanların sanatı, bilimi, edebiyatı, estetik ve ahlaki bir hayatı çok güzel bir şekilde yaşayabileceğine inanırım. Din düşmanlığının da çok anlamlı olmadığını, dinlerin içinde, biz felsefecilerin tinsellik dediğimiz, bir manevi boyutu olduğunu elbette kabul edebilirim. Böyle yaşayan dindarlar da vardır. Ama bu kapitalist dünyada dinin yaşanması çoğunlukla, Yahudi ve Hıristiyanlar için de bu geçerlidir, şekli ritüellerden ibaret düşünülüyor.

Bu dünyadaki tüm aksaklıların, kötülüklerin dine mensubiyetle ortadan kalkacağını, bu dünyada mutlu olamadığımızda, ibadetlerimizle öbür dünyada mutluluğa, huzura erişeceğimizi düşünüyorlar ama sırf şekli ritüele takılıp dini hayatın size sağlayabileceği manevi olanağı, manevi gücü elde edemediğinizde, sizden olmayanlara karşı çok büyük bir hınç besliyorsunuz. Bazen acıyorsunuz, “Bunlar yanacak zavallılar, sadece bizden olanlar kurtulacak” diye, ya da diyorsunuz ki “Ben bunları tamamen öldüreyim ve dünyayı kurtarayım kendi inancımı bu dünyaya egemen kılayım”, bu çok büyük bir tehlike.

>> Sürekli İslami atıflar ve bu bağlamda üniversitelere merkezi atama gidişatı sizin açınızdan bir tehdit mi?

Henüz değil çünkü muhafazakâr kesimde bunun farkında olanlar var, dolayısıyla bizim geleceğimizin de o farkında olanların bu iktidarda ne kadar etkili olabileceğine bağlı. Çok duyarlı, dünyada olup bitenin farkında, İslamın bu gidişindeki yanlışları görebilenler var. Bir defa İslam bu intikam ve hınç duygusuyla hiçbir şekilde kendini var edemez. Başka olanı anlayamadığınız sürece, sizin köklerinizde olduğunu düşündüğünüz medeniyet projesini gerçekleştiremezsiniz - çünkü bir medeniyet projesinden söz ediyorlar. Sizden olmayan Hıristiyan, Yahudi, Budist, Deist, Ateist olanlara yönelik bir gözünüz yoksa, onlara karşı basiretiniz bağlanmışsa, sizin kendinizi bu gezegende inşa etme şansınız yok.  Yani ancak bu çoğulluğu ve farkılılığı içinizde taşıyarak sizi, kendi düşüncenizde İslamın temel ilkelerini kabul etmiş ama onları tazeleyebilecek güce, cesaret ve bilgiye sahip insanlarla yeni bir hayat tarzını veya bir uygarlık anlayışını oluşturabilirsiniz.  Anadolu’da yaşanan İslami hayatın ne gibi özellikleri var, sanat, bilim ve edebiyata katkıları ne olabilir düşünmek gerek. Yani bize de böyle bir özeleştiri gerekli diye düşünüyorum. Kendine laik diyen insanlar dine hep dudak bükmüş, ilkellik, gericilik olarak görmüşlerdir ki bu da çok doğru değil.

>> Dine dudak bükmekten, dinden korkmaya geldiğimiz bir aşamadayız. Aleviler din zaviyesinden nasıl empati yapacak mesela?

Maalesef o noktaya getirilmiş durumdayız. Ama Sünni kesimin kendi arayışı içinde keşfettikleri birtakım, insana dair sanatla, musiki ve edebiyatla, tasavvufi düşünceyle ortaya konan ürünler de vardır. Bugün bir zıtlaşma, çatışma var elbette. Alevilerin durumu tabii daha hazin ama diğer kesimin üretimiyle değerlendirmek lazım. Bütün insanlığa sunulmuş ürünlerdir onlar çünkü.

Sünni politik faaliyetler onaylanacak şeyler değildir elbet. Ürünler ortaya koyan hayatın dışında kalan ve bunu sömürmeye çalışan kalın kafalıları hiçbir şekilde onaylama imkânı yoktur.

YERİM DAR
Türkçe ile Osmanlıca’yı karşı karşıya getirmenin ne anlamı var? Mümkün de değil. Organik bir bütünlük içinde olan, birbirinin devamı olan iki şeyi karşı karşıya getirmenin bir anlamı yoktur. Osmanlıca sözcükler kullansak ne olacak yani daha iyi mi düşüneceğiz? Onları kullandığımız zaman “Vay be ne güzel düşünülüyor, tam bu sözcük eksikti o yüzden biz felsefe yapamıyorduk” mu diyeceğiz?

Çünkü sorun şu, şu an onu yaşamıyoruz. Felsefi kavramlar, yaşama dünyasından beslenirler. Yaşadığımız hayattan güçlerini, enerjilerini alırlar. Dolayısıyla yaşadığımız hayatın beslemediği söz dağarcığıyla bir düşünme akışı çok fazla gelişemez.

KÜRTLER DAHA YAKIN
Fransız felsefe yapabilir, siz de Fransızca felsefe yapacağım diye bir şeyler yazabilirsiniz ama oradaki felsefe toplumu sizi ne kadar kabul eder bu bir soru. Dilin bu tartışmanın neresinde kaldığını görmek bakımından bu önemli bir örnek. Çok iyi Fransızca biliyor olabilirsiniz, müthiş çağrışımlar yapabiliyorsunuzdur belki Fransa’da ama sizin o topluluk tarafından kabulünüz yine de zor.

İki dil arasında gidip gelen, iki dile de ait olamayan, iki dille de kendini ifadede sorunları olan, dolayısıyla da düşünemeyen bir insan haline geliyorsunuz. Düşünün 80’den sonra Kürtçe yok dediler, işkence yaptılar, hapislere attılar. Ama Kürt insanı türkü söylemeye devam etti, kitaplar yazdı, romanlar yazdı. Yaşamın akışına böyle dışarıdan müdahale edilemez çünkü bir canlı organizmadır. Siz o organizmaya dışarıdan birtakım baskılar, ilaçlar hormonlar vererek değiştirmeye çabalarsanız, o organizma kendini korur.

Yüzyıllar öncesinden geldiği noktada varlığını devam ettirir. Dille düşünmek demek dille yaşamayı gerektiriyor. Dille yaşamaksa o dilde türkü söylemek, horon tepmek, destanları, şarkıları, romanları, şiirleri yaşayabilmek demek. Öyle bir dil duyarlılığı yok.

O duyarlılığı geliştirme açısından Kürtler, Türklere göre felsefe yapmaya daha yakın görünüyor. İslami kesimin de 80’den sonra daha duyarlı olup daha fazla okumaya, kitap yayımlamaya verdikleri gibi. Öbür kesim o kadar emindi ki kendisinden, dini yaşamak isteyen arkadaşlar müthiş dergiler çıkardılar, büyük bir hareket meydana geldi ve bunlar büyük bir zenginlik.

***

Gezi Direnişi ve 68, Yaşasın Devrim

Heideggervari söylemek gerekirse Gezi, hakikat perdesini açtı ve kapattı. Orada müthiş bir şey gördük. Bu ülkenin nasıl çıkabileceği konusunda bir ışık parladı ama üzerini hemen kapadılar. Fakat o kapanmayacak. Edebiyatta, sosyolojide, felsefe, sosyal bilimlerde, müzikte, sinemada muhakkak izlerinin olacağını ve ortaya çıkan Gezi ruhunun bu ülkenin geleceği için müthiş bir imkân olduğunu düşünüyorum. Kuşaklar arasındaki yabancılık yok oldu. Biz 68 kuşağının yaptığı bir şeydi bu. ODTÜ işgal edilmişti, memurlar kovuldu mesela. Burada öğrenciler üniversiteyi yönetmeye başladı. Kafeteryalar kuruldu, yemekler pişirildi, ateşler yakıldı geceleri, türküler, şarkılar sabaha kadar söylendi. O zaman bir umudumuz vardı, bugün ODTÜ’yü işgal ettik, yarın Ankara, ertesi gün Türkiye ondan sonra dünya be, yaşasın devrim ! Anadolu insanını kolay kolay bir yerlere tıkamazsınız. Umulmadık yerde birdenbire çıkar o. Bir kıvılcım yeter. Onun için iktidar çok korktu. Ne olacak yani 3 tane genç, 50 bin neyse. Çapulcu. Bu tavrın ve farklı kesimlerin bir araya bir muhalefet olarak gelebileceği düşüncesi bu ülkenin geleceği hakkında ümitli olmamız için önemli bir işaret.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Hoş geldin kadınım Ergenekon tuğlasından Gomidas Vardapet heykeli Abdülhamitçiler, Osmanlıcılar, İslamcılar; nerdesiniz? Atatürk’ün söylemediği meşhur sözleri Lejyon etkisi