Oyunbaz bir film

Yönetmen Burak Çevik ilk filmi Tuzdan Kaide’den sonra Aidiyet’i de tamamladı. Çevik, çıktığı sinema serüvenini, “İkinci filmimi yapamayacağımı düşünüyordum. O yüzden ilk ve tek filmim olduğuna inandığım için istediğimi yaptım” diyor

Öykü Özfırat
68. Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini gerçekleştiren Tuzdan Kaide, yönetmen Burak Çevik’in ilk filmi. Senaryosunu yazıp aynı zamanda yönetmenliğini üstlendiği filmde Nazan Kesal, Esme Madra ile çalışmış Burak Çevik. Zamanda sıkışmış bir kadının hikâyesini anlatan film için Çevik ‘Oyunbaz bir film’ diyor. Yönetmen Burak Çevik sorularımızı yanıtladı.


► Üniversitede sinema eğitimi aldınız ama çok teşvik edilen bir alan değil. Size katkıları nasıl oldu?
Üniversitelerde olay basit bilgiler üzerine kurulu olduğundan, bunun yükseğini ya da daha ileri seviyesini yapman lazım. İlkokuldayken sinema okuyacağımdan emindim. Lisedeyken bir kısa film yaptım. Onun sayesinde üniversiteye burslu girdim. Ama üniversiteye girdiğimde sinemayla daha az alakalı olsaydım, bir şeyler daha kafa açıcı olabilirdi. Ama özelimde çok fazla katkısı olmadı. Türkiye’de sinema okumanın çok fazla katkısı yok. Özel yetenekle alsa daha farklı olabilir. Puan üzerinden alıyor bu yüzden de ilgili ilgisiz bir sürü insan aynı ortamda oluyor. Sırf sinemada değil, sanatta da entelektüel birikim diyaloğu ve kelamdan doğuyor. Puan ve sistemden dolayı o diyalogu kurabileceğin insan sayısı giderek azaldığı için zor. Senaryoyu üniversite ikide yazmaya başladım. Okulun katkısı tam zamanımı sinemaya ayırabilmemi sağladı. Ama tabii Fol’ün katkısı da apayrı.

► Filmde biçimsel ve içerik olarak çok deneysel bir durum var. Böyle bir yenilik deneme cesareti nasıl geldi?
İkinci filmimi yapamayacağımı düşünüyordum. O yüzden ilk ve tek filmim olduğuna inandığım için istediğimi yapayım dedim. Ana akım sinemada bazı kalıplarla oynayamazsın. Oyunculukla, diyaloglarla oynayamazsın. Belli bir tarzı vardır. Ya da filmin senaryo yapısıyla çok fazla oynayamazsın. Ama Tuzdan Kaide’ye baktığında daha bir ‘wooden acting’ denilen odunsu mimiksiz oyunculuklar... Diyaloglarda da kimse birbiriyle konuşmuyor ve kendi içine konuşuyor. Diyalog en temelinde enformasyon verme amacı taşır ama bu filmde tam tersi, hepsi monolog. Oyunbaz bir film yapmak istiyordum...

► İlk filminizde Nazan Kesal, Esme Madra gibi isimler var. Oyuncu yönetimi deneyimi nasıldı?
Bizim karakter garip bir karakter. Anlamıyoruz zamanda sabitlenmiş mi, ölümlü mü ölümsüz mü, vampir mi… Bu garipliği vermek için; sinema tarihinde önemli bir yeri olan Straub&Huillet diye bir yönetmen çift var. Genellikle filmografileri boyunca marksist metinleri sinemaya uyarlamaya çalışıyorlar. Oyunculukları hep böyle mimiksiz kullanmaya çalışıyorlar. Bunun sebebi de metni oyuncuların oyunculuklarıyla manipüle etmesini önlemek. O tekniği de alıp zamansız mekânsız bir film yaratmak istedim. Mesela İstanbul ama İstanbul değil. Karakterin geçmişini, kökenini anlamayalım. Oyuncu yönetimi süreci el yordamıyla aradığımız, filmi şekillendiren bir süreçti. Keyifli ve stressiz geçti.



►Filmde yalnızca kadın karakterler var. Başrolde ‘günahkâr’ olarak yorumlanan bir kadın görüyoruz. Lut kavminden bahsediliyor. Toplumda ötekileştirilen kesimlere yer vermeyi özellikle mi istediniz?
Bu film kadın filmi veya erkek filmi değil. Yalnızca bir film. Kadının olması çok biçimsel bir tercih. Hamile birinin arayışını izliyoruz ve sürekli bir ses imajı olarak erkek dışardan kadraja dahil oluyor. Bu dünyada erkek yok değil o yüzden, var.

►İstanbul’un mekân katkısı ne?
Filmdeki İstanbul, İstanbul değil. Bir Haliç görüyoruz ama en yıkık dökük tarafını. Bodrum katlarında oynanan masa tenisleri görüyoruz. Her şey yıkılıp dökülüyor ve her şey eskimeye yüz tutmuş durumda. Zaman sabitlenmişse, insanın etrafındaki her şey de yavaş yavaş ölüyor.

► Reha Erdem sinemasına yakınlık...
Sinemayı sevme sürecimde, Hayat Var’ı izlediğimde 15-16 yaşımdaydım, çıktığımda “Film yapmak istiyorum kesinlikle” dedim. Bu filmde de Türkiye sinemasından çeşitli referanslarım var mesela Kutluğ Ataman’ın Karanlık Sular’ı, Reha Erdem’in A Ay filmi. Bu filmler hep yeni bir şeyler denemeye çalışıyor. Bu filmler sinemanın tek bir şekilde olmadığını gösterdi. Farklı film pratiklerini ve farklı sinemayı çağrıştırdı. Reha Erdem filmleri böyle bir cesaret vermesi açısından önemliydi. Son dönem dünya sinemasına baktığımda Taylandlı Apichatpong Weeresethakul’un ve Tayvanlı Tsai Ming Liang’ın sineması da etkiledi. Batı sinemasında her şeyi anlayabilirim kibri var. Ama doğuya gittiğinde zaten hiçbir şey bilmiyoruz diyebiliyor filmler. Bunu seviyorum.

► Film Berlin’de gösterildi. Daha sonra İstanbul Film Festivali’ne geldi. İlgi nasıldı?
Büyük festivaller Türkiye’den sosyal gerçekçi filmler bekliyor. Berlin’de, film bittiğinde salondaki sessizliği hatırlıyorum. Çok eğlenceliydi çünkü beklenmedik bir şey vardı. İstanbul Film Festivali’nde de salon doluydu.Türkiye’de vizyona girersek en fazla 2000 kişiye ulaşacağız. Bu seyircinin problemi değil. Sorun film dağıtım sisteminde. Sorun televizyonlarda arthouse filmi izleyememekte. Ahmet Güntan’ın bir sözü vardı, “Ben halkın şairiyim ama halkım tatile çıktı.”

► Yeni projeler neler?
Çekimleri bitti, adı Aidiyet. Kriminal vakanın ardından giderken olay yeri incelemesi filmi. Yine oyunbaz...

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Cannes jürisinde Ebru Ceylan da var Ertan Saban'ın Atatürk'ü canlandırdığı filmden ilk kareler Silik parçalar 43. İstanbul Film Festivali'nin ödülleri sahiplerini buldu Dünya Dans Günü’nde dansa davet: Bedenini dört aç