Üç ölümde kuşku bulutu bir türlü dağılmıyor
Kamuoyunun yakından takip ettiği şüpheli ölümler sonrası yanıtsız soruların ardı arkası kesilmiyor. Şule, Rabia Naz ve Nadira soruşturmalarında emniyet ve yargıya olan güvenin yok olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Bu üç olayda da ekonomik gücün ve nüfuzun ölen değil, “Şüpheli” isimlerin elinde bulunması ise sisler arasında yok olan soruları daha da büyütüyor
HABER MERKEZİ
Ankara’da 20 yaşındaki Şule Çet, Giresun’da 11 yaşındaki Rabia Naz Vatan ve yine Ankara’da 23 yaşındaki Nadira Kadirova’nın ölümüne ilişkin sorulara aradan geçen süreye rağmen halen net yanıtlar verilmiyor. Şüphe bulutları katmerleniyor. Son olarak Rabia Naz’ın babası ve olayı araştıran 2 gazetecinin gözaltına alınması sonrası İçişleri Bakanı açıklama yaptı: “Babanın iddialarına ilişkin en ufak bir bulguya rastlamadık.” Ancak bu tür açıklamalar toplumun geniş kesimi tarafından yeterli bulunmuyor.
Bu soruşturmalarda otopsi raporları değişiyor, tanıklar ifadelerinden vazgeçiyor, bir uzmanın söylediğini diğeri yalanlıyor ve bir türlü ilerleme kaydedilemiyor. Üç şüpheli ölümde de en çarpıcı olanı da resmi makamlara duyulan güvensizlik. Tüm deliller, veriler, raporlar, açıklamalar, tanıklıklar, kamera kayıtları ‘şüphe’ denizinde, sis bulutları arasında, alacakaranlıkta yutulup yok oluyor adeta. Elbette burada şüpheleri artıran kritik nokta, ölenle suçlanan arasındaki güç ve maddi dengenin ölen aleyhine olması. “Zengin ve nüfuzlu kişi isterse delilleri karartabilir, dosyaları kapattırabilir, adalet zenginin yanındadır” görüşü/şüphesi ağır basıyor.
Nedenleri sorgulanmalı
Yaşanan bu süreçte soruşturmaların titizlikle yürütülmesi kadar bu adalet inancının kaybolmasının, şüpheciliğin bu kadar artmasının nedenleri de tek tek sorgulanmalı.
2009’da işlenen ‘Münevver Karabulut’ cinayetinde de toplumu ayağa kaldıran en kritik noktalardan biri katilin aylarca saklanabilmesi, yakalanmaması olmuştu. Ancak bunun ötesinde vahşice öldürülen Karabulut’un belki de son hakkı olan ‘Temiz bir masada otopsi’ hakkı da ‘ihmal’ denemeyecek kadar büyük bir hatayla elinden alınmıştı.
Kamuoyunun bu kadar yakından takip ettiği, toplumun tüm kesimleri tarafından ‘lanet’lenen böylesi bir cinayet davasında dahi bu kadar ciddiyetsizlik, hakkaniyetli bir yargılamaya yönelik duyguların ağır şekilde hasarlanmasına yol açmıştı. Burada da elbette, öldürülen ile katilin sınıfsal özellikleri arasındaki fark bu duyguların daha şiddetli hissedilmesini getirdi. Bu da yersiz değil. Hem Türkiye’de hem de dünyada adaletin zengin ve nüfuzlu ile yoksula eşit şekilde işletildiğine yönelik kuşkular her daim oldu. Örnekler de hep bu kuşkuları doğrular nitelikteydi.
İşte İstanbul’un göbeğinde işlenen bir cinayetin soruşturmasında bile yaşanan bu ‘hatalar’ bugün “Peki, Karadeniz’in, pek çok kişinin Rabia Naz’la hatırladığı ya da haberdar olduğu, o küçük ilçesinde ne deliller yok edilebilir ve ne çok belge, bilgi kara delikler tarafından yutulabilir” kuşkusunu beynimizde büyüttükçe büyütüyor.
Unutmayalım ki bu ülke, Mardin’de aralarında kaymakamlık yazı işleri müdürü, korucu, yüzbaşı ve muhtarın da bulunduğu 28 kişinin 13 yaşındaki N.Ç.’ye cinsel saldırı ve istismarda bulunduğu ve herkesin bilerek göz yumduğu bir ülke. Daha da önemlisi, o sanıkların cezalarını “13 yaşındaki çocuğun rızası vardı” diyerek indiren bir yargı sisteminin var olduğu bir ülke.
Şimdi bu 3 kuşkulu ölümde masadaki soruları bir kez daha soralım....
Nadira Kadirova
Rabia Naz Vatan
Şule Çet