Yoksulluğu, kronikleşen temel nedenler etkiliyor

Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Prof. Dr. Ceyhun Elgin: Türkiye’de yoksulluğun belirli temel kronikleşmiş nedenleri de var. Kadın işgücüne katılım oranının düşük kalması, tarım sektöründeki düşük verimlilik bu nedenlerden bir bölümü.

NAMIK ALKAN

Koronavirüs salgınının hem küresel çapta hem de ülkede neden olduğu olumsuz ekonomik gelişmeler, yoksullaşma tehlikesini tetikledi. Öyle ki Birleşmiş Milletler’in raporuna göre, pandemi 1929’dan bu yana en büyük ekonomik durgunluğu tetikledi, milyonlarca insan yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıya. Ülkede de durum farklı değil. Zira Covid-19 salgınıyla birlikte yoksulluğun derinleştiği çok açık. BirGün’ün sorularını yanıtlayan Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Prof. Dr. Ceyhun Elgin, pandeminin Türkiye dahil olmak üzere birçok ülkede iktisadi bir durgunluk ya da krize yol açtığı açtığına dikkat çekiyor. Prof. Dr. Elgin’e göre, kriz dönemleri gelir dağılımını bozuyor ve yoksulluğu artırıyor.

Türkiye’de halkın giderek yoksullaştığı bir dönemi yaşıyoruz. Öncelikle yoksulluğu nasıl tanımlamamız gerek?

Dünya Bankası ve standart iktisat literatürü yoksulluğu belirli bir gelir seviyesinin altında olmak olarak tanımlar. Bu doğrultuda belirli bir gelir seviyesinin altında kalan nüfusun toplam nüfusa oranı ya da bu çizginin altında kalan nüfusun bu çizgiye olan uzaklıklarının toplamı gibi yoksulluk ölçüleri sıklıkla kullanılan ölçüler arasında. Tabii burada altına bakacağımız bu seviyenin ne olduğu büyük bir önem kazanmaktadır. Dünya Bankası’nın küresel ölçekte günlük 1.90 dolar, 3.20 dolar ve 5.50 dolar gibi seviyeleri var. Tabii bu seviyeler dünya genelinde ülkeler arası karşılaştırma yapabilmek amacıyla belirleniyor ve ülkeden ülkeye de değişmesi makul olur. Zira Türkiye’de günde 5.5 dolar kazanmakla Çad’da günde 5.5 dolar kazanmak arasında alım gücü açısından çok ciddi bir fark oluşuyor. Hatta ülke içinde bile İstanbul’da 5.5 dolar ile Doğu Anadolu’da bir köyde kazanılan günlük 5.5 dolar arasında ciddi bir fark olduğu aşikâr. Türkiye’de bilindiği gibi farklı kuruluş ve sendikalar araştırma birimleri ile birlikte yoksulluk ve açlık sınırı gibi seviyeler tanımlıyor ve bunları medya ile düzenli olarak paylaşıyorlar.

Peki, fiyatlar hızla yükseliyor. TÜİK’e göre şubatta enflasyon yüzde 15,61 oldu. Pandeminin de etkisi ile ekonomik hareketlerde bir yavaşlama söz konusu. İşsizlik, işyerlerinin kapanması ve gelirlerde düşme de bunun cabası. Siz bu tabloyu nasıl yorumlarsınız?

Pandeminin Türkiye’de dahil olmak üzere birçok ülkede iktisadi bir durgunluk ya da krize yol açtığı açık. İktisadi kriz literatüründe de üzerinde oydaşma olan ender bulgulardan biri de kriz dönemlerinin genellikle gelir dağılımını bozduğu ve yoksulluğu artırdığı gözlemidir. Tabii ki bu gözleme istisna teşkil eden ülkeler var, bu ülkeler de sosyal devletin daha güçlü olduğu ve devletin müdahale ve yönlendirmesiyle krizin etkilerinin daha hafif hissedilmesinin sağlandığı ülkeler. Türkiye maalesef 2020’deki iktisat politikalarıyla bu ülkelerden biri olamadı, zira özellikle açıklanan mali önlemlerin, örneğin KOBİ ve düşük gelir gruplarına devlet eliyle yapılan desteğin yeterli olmadığını söylemek gerekiyor.

►Halkın bugünlerde hiç olmadığı kadar yoksullaştığı değerlendiriliyor. Siz Türkiye’de geniş bir yoksullaşma tablosu görüyor musunuz?

Yoksulluk ve gelir dağılımı verileri biraz gecikmeyle açıklandığı için 2020 yılındaki tabloyu en erken 2021 yılı sonu gibi görebiliyor olacağız maalesef. Ancak yapılan tahmin çalışmaları arasında Haluk Levent, Öner Günçavdı ve Aylin Bayar hocaların İSTANPOL için yazmış oldukları bir raporda gelir dağılımı eşitsizliği göstergelerinden GINI’nin pandemi sürecinde anlamlı şekilde artacağı öngörüsü yer alıyor. Bu bozulma da daha ziyade gelir dağılımında en yoksul yüzde 20’lik ve ikinci yoksul yüzde 20’lik kesimin gelir paylarındaki azalmadan kaynaklandığı için, yoksulluk oranının da benzer şekilde artacağını öngörmek yanlış olmayacaktır.

Yoksullaşmanın varlığını kabul edersek bu sadece pandemi etkisi ile mi yoksa ekonominin yapısal sorunları olarak mı ortaya çıkıyor

Yok, tabii ki sadece pandemi ile ilgili değil. Pandemi öncesinde de Türkiye ekonomisi 2020 yılı başında çok sağlıklı bir noktada değildi. Örneğin işgücü piyasası bağlamında, epeyce bir süredir literatürde işsiz büyüme denen bir sorundan mustarip bir ekonomimiz var: Pozitif ekonomik büyüme istihdamda aynı doğrultuda bir büyüme yaratamıyor maalesef dolayısıyla işsizlik oranı da anlamlı ölçüde düşmüyor. Ayrıca Türkiye’de yoksulluğun belirli temel kronikleşmiş nedenleri de var. Bunların arasında kadın işgücüne katılım oranının genel olarak gelişmiş ülkelere göre düşük kalması, tarım sektöründeki düşük verimlilik, tasarruf oranlarının düşüklüğü, doğrudan yabancı yatırımların istenen seviyede olamaması ve diğerlerine göre daha az telaffuz edilen ama bir o kadar da önemli olan her yıl gelişen doğal afetlere maruz kalan nüfusumuzun ciddi bir seviyede (belirli araştırmalara göre yüzde 6) olması sayılabilir.

►Ülkede gelir dağılımı adaletsizliği de var. Sizce gelir dağılımında makas açılıyor mu?

Krizlerde gelir dağılımı genelde bozulur. Bu bozulma kamu müdahalesiyle engellenebilir ya da yumuşatılabilir. Ancak Türkiye’de pandemi sırasında uygulanan iktisadi politikalara baktığımızda ne yazık ki bunların gelir dağılımını düzeltme açısından yeterli olmadığını görüyoruz. Yoksulluk verilerine baktığımızda ve yoksulluk sınırını günde 5.5 dolar diye belirlediğimizde Türkiye’de 2003 yılında yüzde 37 olan yoksullaşma oranı 2018 yılı sonu itibariyle yüzde 8.5 seviyesinde. Ancak yine Dünya Bankası’nın ülkeden ülkeye değişen yoksulluk sınırı ile hazırladığı verilere göre ise 2005’te yüzde 18.6 olan oran 2016’da yüzde 13.5 seviyesine düştükten sonra 2017 ve 2018’de sırasıyla yüzde 13.9 ve yüzde 14.4 seviyelerine yükselerek bir artış trendine girmiş gibi gözüküyor. 2019 ve 2020 istatistikleri henüz açıklanmamış olduğu için bilemiyoruz ancak bu artış trendinin, çok başarılı bir büyüme performansı sergileyemediğimiz 2019 ve pandemi yılı olan 2020’de de devam ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Gelir dağılımındaki eşitsizliği ise 0 ile 1 arasında bir değer alan Gini endeksi adı verilen bir endeks ile ölçüyoruz. 2005’teki 0.426 seviyesinden 2007’de 0.384’e düştükten sonra da 2018’de yine 0.41 seviyelerine geri geldi. 2019’da TÜİK’e göre bu yine 0.395’a inmiş olarak açıklansa da 2020’de yükselmiş olduğunu öngörmek yanlış olmayacaktır. En iyimser tahminle bile en fakir yüzde 20’lik nüfus grubunun ortalama geliriyle en zengin yüzde 20’lik grubun ortalama geliri arasındaki farkın 7,5 kat civarında olduğunu söylememiz bu istatistikler altında yatan gerçeği gösteriyor diye düşünüyorum.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Saray’a dakikada bir asgari ücret Mehmet Şimşek duyurdu: İslam Kalkınma Bankası'ndan Türkiye'ye 6,3 milyar dolar kredi! Nur topu gibi yeni krizimiz oldu: Tavuk eti fiyatları neden yükseliyor? Tekel bayileri sigara boykotuna başladı: Firmanın hiçbir ürününü raflarımıza koymayacağız Uçak biletlerinde tavan fiyata zam