Avrupa alternatif olabilir mi?

Bir zamanlar “modern demokrasilerin anavatanı” olarak görülen; daha doğrusu gösterilen ABD’de, önceki gün yapılan başkanlık seçimi öncesinde, yaşanan rezaletin tüm işaretleri vardı.

Daha oyların sayımı devam ederken ve rakibi önde giderken kendisini seçimin galibi ilan eden, bunun dışındaki bir sonucu tanımayacağını açıklayan, hiçbir kanıt göstermeden rakibini sahtekarlıkla suçlayan, oyların sayılmasını mahkeme kararıyla durdurmaya çalışan ve seçimi kaybetmesi halinde Yüksek Mahkeme’deki muhafazakar yargıç çoğunluğunun kararıyla Beyaz Saray’da bir dönem daha kalmayı uman Donald Trump’ın tavrı aslında kimseyi şaşırtmadı.

Trump’ın dört yıllık başkanlık dönemi, dünyanın dört bir köşesindeki diğer “diktatörler” ya da (daha dikkatli bir tabirle) “otoriter liderler” gibi yenilgiyi asla kabul etmeyeceğinin kanıtlarıyla doluydu. İktidarda kalabilmek uğruna ülkesini iç savaş benzeri gerginliklere bile sürüklemeyi göze alan ya da en azından buna benzer gelişmeleri önlemek için kılını bile kıpırdatmayan Trump’ın seçimi kaybetse bile, neden olduğu tahribatın etkileri, hem ABD’de, hem de tüm dünyada devam edecek.

Halkının yarısını “düşman” ilan Trump tek değil. Dünyanın birçok ülkesinde iktidar Trump benzerlerinin elinde. Onun iktidarda kalmak için yaptıkları, benzerlerini de güçlendiriyor.

ABD’deki sistemin özelliklerinden dolayı tüm oyların sayılıp, seçimi kazanan adayın belirlenmesi için bir süre daha geçebilir. Son haberler Demokrat Parti’nin adayı Joe Biden’ın seçimi kıl payı da olsa kazanabileceğini gösteriyor.

Aslında kullanılan oyların dağılımına bakıldığında seçimin galibinin Biden olduğu söylenebilir. Son yılların en büyük katılımıyla gerçekleşen bu seçimle ilgili ilk değerlendirmelerde demokrat adayın en az 70 milyon seçmenin oyunu alarak, tarihi bir rekora imzasını atacağı görülüyor. Ancak bu duruma rağmen Biden’ın 2000 ve 2016 yılındaki seçimlerde olduğu gibi, ya seçim sisteminin özellikleri nedeniyle ya da Yüksek Mahkeme’nin kararıyla seçimi kaybetmesi de mümkün. Her iki seçimde de demokrat adaylar, cumhuriyetçi rakiplerinden daha fazla oy almalarına rağmen seçimi kaybetmişlerdi.

ABD’deki siyasal gelişmeler, 200 yılı aşkın süredir yürürlükteki anti demokratik seçim sisteminin bundan sonra da devam edeceğini; gelecekte de yeni “Trump”lar üretebileceğini gösteriyor.

Kazananı kim olursa olsun ABD’deki bu seçimin bir sonucu kesinleşti. Avrupalılar, en azından Avrupa Birliği’ne (AB) yön veren başkentler, artık ABD’nin liderliğine güvenilmeyeceğini, mevcut transatlantik sistemin çöktüğünü kabul etmek zorunda kaldılar. Seçimle ilgili siyasal değerlendirmeler, bundan sonra “birlik içinde, kendi gücüne güvenen ve bağımsız” bir AB için çaba gösterilmesi çağrılarıyla dolu.

Tabii Trump’ın AB’ye yönelik “bölücü” ve “hasmane” tavrından yılmış olan Avrupa başkentlerinin ve kamuoyunun önümüzdeki dönemde Beyaz Saray’da Biden’ı görme umutları devam ediyor. Başından beri AB’yle ilişkileri düzelteceğini açıklayan, Trump’ın aldığı kararlardan bazılarını iptal edip, eski döneme dönüleceği işaretlerini veren Biden’ın seçilmesi halinde bir rahatlamanın olacağı belli. Seçimle ilgili kamuoyu yoklamalarında Biden’ın önde gitmesi başta AB’nin “lideri” Almanya olmak üzere birçok ülkede memnuniyetle karşılanıyordu. Seçimden sonra gelen ilk haberlerde onun beklenen “mavi dalgayı” başaramadığı ve Trump’ın anketlerin öngördüğü hezimeti yaşamayacağının anlaşılmasıyla moraller bozuldu. Biden’ı önde gösteren son haberlerse, yaşanan moral bozukluğunun yerini dikkatli bir iyimserliğe bıraktığını gösteriyor.

Ancak, tüm analizler Biden’ın Beyaz Saray’a yerleşmesi durumunda da ABD ile Avrupa arasındaki sorunların, kısa bir “balayı” döneminden sonra kendini göstereceğine işaret ediyor. Biden’ın da Çin ve Rusya’yla ilişkiler açısından Trump’tan çok farklı olmayacağı biliniyor.

Çözüm, çeşitli politikacıların dile getirdiği gibi uluslararası ve güvenlik politikalarında, ekonomide ve teknolojide ABD’den bağımsız bir Avrupa. Transatlantik sistemin bu bağlamda yeniden yapılandırılması. Ve bütün bunların “demokrasi, hukuk devleti, insan hakları” gibi şimdiye kadar gururla savunulan “ortak değerler” gözetilerek yapılması.

Ancak, aynı analizler Avrupa’nın bunu gerçekleştirme şansının da neredeyse olanaksız olduğunu görüyor. Trump’ın skandal açıklamasını sevinçle karşılayan ve onu kutlayan Slovenya’nın aşırı sağcı başbakanı yalnız değil. Polonya ve Macaristan’daki aşırı sağcı hükümetler de Slovenya’yı takip etmeye hazır. Sorun sadece Trump değil. AB içindeki ekonomik, siyasal, ideolojik ayrılıkların birlik sürecini engellemesi, Trump’tan önce de söz konusuydu.

Ondan önce “iki farklı hızda” gelişen bir birlik vardı, şimdi bunun yanında bir de “iki farklı yönde” ilerleyen bir birlik var.

Dolayısıyla ABD’deki demokrasi krizine Avrupa’nın ortak bir cevabı yok. Önümüzdeki dönemde olabileceğine dair işaretler de görülmüyor.

Kesin olan bir şey var ama.

Almanya bundan sonra ABD’den daha bağımsız politikalara yönelmek ve giderek daha güçlü bir oyuncu olarak uluslararası sistemde yer almak zorunda. Bu olabilir.

Gerçek demokrasi mücadelesinin ihtiyacı ise daha başka bir şey.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Lübnan karışırsa Ortadoğu yanar KFC İsrail boykotuna katıldı: 108 şube kapatıldı ABD üniversitelerindeki Filistin’e destek gösterileri: Gözaltı sayısı bine ulaştı Öğrenciler ayakta, polis dayakta Üst düzey AB yetkilisi tarih verdi: Pek çok üye ülkenin Filistin devletini tanıması bekleniyor