Fernando Aramburu ile ‘Anayurt’ üzerine
Fernando Aramburu, pek çok ödüle layık görülen bu romanında günümüz kavgalarının acı sonuçlarını gösterirken duygularımız kadar düşüncelerimize de dokunuyor ve hayatı her açısıyla değerlendirmemizi öneriyor
TUĞÇE YILMAZ
Başkalarının Bask sorunu olarak adlandırdığı şey, benim için çocukluğumda başlayan ve uzun yıllar boyunca süren bir kişisel deneyimdi. Yaşadığı dönemin ve ülkesinin edebi tanıklığını bırakmak isteyen bir romancının ETA terörü konusuna değinmemesi garip olurdu. Bu anlamda, Anayurt’un ben henüz farkına varmadan önce benim içimde olduğunu söyleyebilirim; ta ki ETA öldürmekten vazgeçene kadar; o zaman, anlatının hedefinin sonlandığını, tamamlandığını ve uzun ve çoksesli bir roman formunda anlatılmayı beklediğini kavradım. Öncesinde Bask konusu hakkında hikâyeler yazmıştım. Daha sonradan, uygun tonu ararken, son derece olumlu eleştiriler alan bir kısa roman yazdım, bu da edebi açıdan daha iddialı bir projeye başlamak için beni cesaretlendirdi. Söylediğim gibi, ETA 2011'de silahlı mücadeleyi kesin olarak bıraktığını duyurduğunda, hacimli, çok sayıda karakteri olan bir roman yazmanın vaktinin geldiğini düşündüm. Böylece, üç yıllık yoğun bir çalışmanın sonunda Anayurt ortaya çıktı.
Sürekli olarak bunu ya da şunu yapmamın nedeni ne diye düşünmedim. Öyle yapsam romanı asla bitiremezdim. Ama romanımdaki kadınlar çocukluğumdan beri Bask Bölgesi’nde tanıdığım çok sayıda kadına benziyor. Evi yöneten bu türde güçlü karakterli kadınların yanı başında büyüdüm. Onların eskiden ya da şimdi Bask Bölgesi’ni temsil edip etmediği sorusuna kesin bir yanıt veremem. Ama ben çocukken sayılarının çok fazla olduğunu çok iyi biliyorum. Gelgelelim, güçleri göreceliydi. Evle ilgileniyor, eve giren parayı yönetip emirler veriyorlardı, ama aynı zamanda tüm ev işlerini onlar yapıyordu. Hayatlarının büyük bir bölümünü mutfakta geçirdiler. Edebi bakış açısından, ortak tarihin onları, katmanlı psikolojilerini nasıl etkilediğini, sorunların ve trajedilerin nedeninin genellikle erkekler ve sonuçlarına katlananların da kadınlar oluşunu gösterme fikrini büyüleyici buluyorum.
Yazar olarak anlatıyı kendi görüşlerime tabi kılmaktan sürekli kaçındım. ANAYURT’un tek bir satırını bile belirli bir tezi savunmak amacıyla yazmadım. Kendi bakış açımı söyleşilere ya da basın için yazdığım makalelere saklıyorum. Ayrıca romanımdaki karakterlerin sadece birer fikir ya da görüşün savunucusu olmaktan ibaret olduğunu da düşünmüyorum. Hikâye boyunca, tıpkı herhangi bir insanın hayatında olduğu gibi, değişim yaşıyorlar, evrim geçiriyorlar ve bazen kendileriyle çelişiyorlar. Onları eleştirmiyorum ya da birine karşı diğerinin tarafını tutmuyorum. Sadece onları göstermekle yetiniyorum, okurların kendi sonuçlarını çıkarması gerekiyor.
Seksenli yıllarda kişisel nedenlerle Almanya’ya göç ettim. Coğrafi mesafe, sahip olduğum tek perspektifti. Bu mesafeyi doğduğum ülkede yaşanan korkunç olaylara yönelik duygusal yakınlığım yoluyla etkisizleştirmeye çalıştım. Sürekli bilgi edinmeye özen gösterdim, tarafların ne söylediğine dikkat kesildim, kurbanlara karşı güçlü bir empati duygusu geliştirdim, bu da sonuçta beni edebiyatımda onların ve onlara büyük acılar yaşatanların hikâyelerini anlatmaya yöneltti.
Başarı başkalarının karar verdiği bir durum. Bunu öngörmek kibirli bir tavır olurdu. Belirli beklentilerim vardı. Yeni bir kitap yayımladığım her seferinde bir beklentim oluyor. Genel olarak, bu beklentiler ya gerçekleşmiyor ya da mütevazı boyutta gerçekleşiyor. İspanyol editörüm, Anayurt’un başarısından bahsederken tsunami kelimesini kullanıyor. Bir tsunami genellikle beklenmedik bir şekilde gerçekleşir.
Yurtdışındaki yayınevleri Anayurt’un yayın haklarını satın almaya ilk başladığında kendimi rüyada gibi hissediyordum. Sonradan bu duruma alıştım ve çok büyük keyif almaya başladım. Romanımın yayımlandığı ülkelerin isimlerini saymaya kalksam sayamam. Toplamda otuz iki ülke olduğunu biliyorum. Sadece bu kadar fazla ülkede yayımlanmakla da kalmadı, bazılarında (İtalya, Almanya, Yunanistan, Arjantin) büyük bir başarı kazandı. Aynı şey Türkiye’de de yaşanırsa çok güzel olur.
Günün Manşetleri için tıklayın