Meşruiyet, mağduriyet, muvaffakiyet

Türkiye, kader seçimine doğru hızla ilerlerken, seçimin "ana teması" artık belli olmuştur:

Demokrasi ve meşru zeminde siyasi mücadelenin ön koşul oluşturacağı bir kampanya olmalıdırl

Bunun için de, en başta bugüne kadar bu iki unsuru, yani demokrasiyi ve meşruiyeti ayaklar altına almayı kendine düstur edinmiş bulunan iktidarı, özellikle de bu seçim döneminde buna zorlamak.

Seçim kararı alınması sürecinden başlayarak, seçmen kütüklerinin düzenlenmesi ile devam ederek, kampanyanın yürütüleceği dönemden tutun da, adaylıklar meselesine kadar, ve tabii ki oy verme günü neler yapılacağına, ne kadar kural ve hukuk çerçevesinde hareket edileceğine kadar her şey, bu kapsama girer.

O zaman, özetle "oyun kuralına göre oynanmalı ve demokratik standartlara uygun bir seçim yapılarak, Türkiye kendine yeni bir rota çizmeli" dememiz gerekiyor.

Bunu söylerken, asla ve kat’a, "İstediklerini yapsınlar, ona rağmen kazanacağız" duygusuna esir düşmemek lazım.

Evet, ortada öyle bir gerçek var. Yani, bugüne kadar yaptıkları gibi "Akla gelebilecek ya da gelmeyecek" her türlü hukuksuzluğa başvuracaklardır. En azından, kamunun tüm olanaklarını kullanarak, iktidar partilerine avantaj sağlayacaklarını, mesela Cumhurbaşkanı’nın "Devlet Başkanı sıfatı ile" ve devletin (örtülü veya açık) tüm fonlarını - olanaklarını kullanarak "AKP Genel Başkanı kampanyası" yürüteceğini biliyoruz.

Yine biliyoruz ki, seçim öncesinde yaygın bir baskı - sindirme harekatı ile siyasi rakiplerini ve o rakiplerinin sesini duyurmak isteyeceği medyayı boğazlamaya kalkışacaklardır. Sansür sopasını acımasızca kullanmaya yeltenecekler, yazılı ve görsel medyaya bombardıman şeklinde hücumlarına devam edeceklerdir.

Sinan Ateş cinayetinin bize (dehşet verici biçimde) gösterdiği gibi, bu süreçte yüksek profilli ya da sindirme amaçlı fiili - fiziki saldırı ve cinayetler bile beklenebilir. Başka bir deyişle, "yaptıkları yapacaklarının teminatı" gibi de görülebilir.

Ancak bütün bunlar, demokrasiden yana geniş halk kitlelerinin ve onların destekleyeceği demokratik meşruiyet temelinde faaliyet gösteren siyasi örgütlerin, yılmasını ve "mağduriyet"i içine sindirmesini gerektirmez. Tam tersine, bu anlamdaki (gerçek) mağduriyeti zafere dönüştürmek için özellikle oy verme - sayma günü daha sıkı örgütlenme ve daha kararlı mücadele boyun borcu sayılmalıdır.

Bir yandan da, "meşruiyet"in dışına çıkan ve önümüzdeki günlerde de çıkabilecek iktidarın, "hem suçlu hem güçlü mantığı ile kendisine mağduriyet üretmesine" de izin verilmemelidir. Hele hele, bu mağduriyetin "kullanılabileceği" mantığı ile, muhalefetin "Bırakalım yasayı delsinler. Ses etmeyelim de mağdur rolü oynayamasınlar" demesi de son derece sakıncalıdır.

CHP başta olmak üzere bazı siyasi partilerdeki "Erdoğan’ın 3’ncü dönem adaylığını tartıma mevzuu yapmayalım da mağdur durumuna düşmesin" anlayışı da en yüksek sesle eleştiriyi haketmektedir.

Asıl mağdurun on milyonlarca vatandaş, bu iktidarın baskıcı politikalarından zarar gören, hakları çiğnenen; işçi, memur, esnaf, emekli, öğrenci, akademisyen ve her meslekten insan olduğunu unutup da, "Bir daha aday olmasına izin vermezsek Recep Bey mağdur olur. Halkın önünde ağlar ve oyunu arttırır" demek bu ülke gerçeklerine ve en önemlisi de demokrasiye sırt çevirmektir.

Erdoğan Anayasa’nın (kendi değiştirdikleri ve bu rejimi tesis ettikleri) 2 maddesine göre kesinlikle aday olamaz. Olamamalıdır.

Madde 101 "Bir kişinin sadece iki kez cumhurbaşkanı seçilebileceğini", Madde 116 da, "Üçüncü dönem adaylık için tek koşulun TBMM’nin kendi kendini feshi olabileceğini" açıkça söylüyor. İki dönem (12’nci ve 13’ncü Cumhurbaşkanı olarak) seçilmiş cumhurbaşkanı için düzenlenmiş mazbatalar da orada, devletin arşivinde duruyor.

Bunun üzerine "Canım, bırakın oluversin. Zaten YSK onaylayacak..." demek, bundan sonra yapılabilecek başka hukuki ihlallerin ve yasa tanımazlıkların önünü daha da açacak ve onlara itiraz hakkını elimizden alacaktır.

HDP üzerinde uygulanan baskılar, kapatma davası, buna paralel olarak paralarına el konulması, olası adaylardan Ekrem İmamoğlu’na yapılan hukuk darbesi, siyasi yasak üzerinden önünün kesilmeye çalışılması gibi "mağduriyetler" ortada iken, Erdoğan’ın "sahte - çakma bir mağduriyet" üzerinden sempati (ve oy) devirebileceğine inanmak, gaflettir.

Yapılacak şey, Selahattin Demirtaş’ın da önceki gün isabetle işaret ettiği üzere, "Eğer halk gücünü gerektiği gibi gösterebilirse" o yaygın inanıştaki "Bu iktidar yeniden kazanmak ve koltuğu vermemek için her şeyi yapabilirler" görüşü yerle bir olur ve bu seçim halkın zaferi ile sonuçlanır.

O halde, meydanları ve sosyal medyayı hınca hınç doldurmak, en yüksek sesle "demokrasi açlığımızı" haykırmak, meşruiyetten vazgeçmemek, sahte mağduriyetleri savuşturmak, muvaffakiyetin (başarının) reçetesidir demek lazım.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Özgür Özel'den 'Erdoğan görüşmesi' hakkında açıklama Bahçeli, Mehmet Şimşek'e sahip çıktı: Ferdi Tayfur'lu paylaşım hakkında açıklama Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sınavı: Türkiye birincisi mülakatta elendi Cem Küçük köşeyi döndü İmamoğlu, Erdoğan'ın sözlerini hatırlatarak yanıt verdi: Sözde vicdani çıkışlarına itibar etmiyoruz