Polisiye nereye koşuyor?

Yoksa polisiye toplumsal gerçekçi romanın yerini mi alıyor? Dünya ahvalini en iyi anlatan kitaplar artık polisiye romanlar mı? Katil Kim?/Whodunit tarzı polisiye kurgu sahiden bitti mi? Artık polisiye sevenleri toplum sorunlarına eğilen araştırma kitapları mı tatmin edecek yalnız?

Çocukluğumdan beri polisiye okurum. Farklı şekillerde değerlendirildiğini, edebiyattan sayılmadığını, toplumdaki değişime paralel değişimler geçirdiğini, bir ölçüde gözden düştüğünü, aniden değer kazandığını gördüm. Hiç de kısa sayılmayacak ömrüm boyunca Altın Çağ’ın, kendini sokaklara vurmuş özel hafiyeleriyle “hard-boiled”in, dark-noir’in, savaş sonrasında casusluk romanlarının, insan psikolojisini deşen ustaların, bir anda yükselen seri katillerin, İngiliz adaları ustalarıyla yarışan İskandinav ustaların kitaplarını okudum, dönemlerine tanık oldum. Polisiye toplumla birlikte değişmeyi sürdürdü.

Ahmet Ümit, Yekta Kopan’la yaptığı bir söyleşide 'Katil Kim?' (Whodunit) tarzı polisiye kurgu devrinin bittiğinden söz etmişti. 'Katil Kim?' sorusu etrafında dolaşmanın yazarı zorlayacağını düşünüyordu. “Hepsi yazıldı” diyordu. “Benim için sorun, “Katil kim ey okur?” diye sormak değil” diyordu. Aslında bunu çok ustaca “Beyoğlu Rapsodisi”nde yapmıştı. Anlaşılan bir daha yapmaya niyeti de yoktu.

Ahmet Ümit, ülkemizde polisiyenin çıkışa geçmesini sağlayan yazardır. Osman Aysu da çok satan bir yazardı (ancak, satış rakamları mukayese edilemez). Ama Ahmet Ümit okurun, dahası halkın benimseyip bağrına bastığı biri oldu. Üstelik de inancını, ilkesini, kendisiyle ilgili gerçekleri hiç saklamadığı halde. Okurlarına daima açık olması, insan ilişkilerinin sıcak ve samimi olmasının da rolü var elbet ama, nice emek verdiği o araştırmaya dayalı kitaplar da okurlarına çekici geldi. Ancak, toplumsal sorunlardan söz eden, insan psikolojisini yoklayan, ‘police procedural’ın, yani bir suçu soruştururken polisin nasıl çalıştığını anlatan kitapların en iyileri arasında yer alan ve Nevzat Başkomiser gibi bir kahramanı olan kitaplara ne demeli? Sorunlardan uzak durmasalar da katil kim merakı bizi baştan sona pençesine alır. Kameralar kâğıt üzerindeki cazibelerini yakalayamadı ama İsmail Gülgeç onların görsel olarak da okura yakın gelebileceklerini kanıtladı.

Ancak, elbette devran değişti. Yazarlar hâlâ matematiğe dayanan, kaçış arayanları hoş tutan, bulmaca gibi kitaplar yazıyor. Ne var ki, polisiyede artık başka rüzgârların estiği kesin. Üstelik yeni de başlamadı. Sosyal sorunların polisiyeye dahil olmaları 1960’lı yılların başına kadar gider. Birlikte yazan iki gazeteci/yazar, karı-koca Maj Sjöwal ile Per Wahlöö açmıştı bu kapıyı. Ulusal Polis kadrosunda Başdedektif rütbesinde bir Komiser olan Beck, uzun süredir Cinayet Masası’nda çalışmıştı. Kimine göre “Ülkenin en başarılı sorguya çekme ve ifade alma uzmanıydı.”

Mankell ve dedektifi Kurt Wallander ise tıpkı Ruth Rendell’in Müfettiş Wexford’u, Simenon’un Maigret’si ve Donna Leon’un Commissario Brunetti’si gibi, birer ‘polis soruşturması’ üstadı. Martin Beck de öyle. Ayrıca, yurttaşları Wankell ve İtalyan Brunetti gibi sosyal duyarlılığa sahip. Hepsinin ortak noktaları ise işlerini yaparken disiplinli, özenli davranmaları ve insani özellikleri elden bırakmamaları.

Polisiye konusunda Türkiye’de en derin ihtisasa sahip kişi olarak gördüğüm Erol Üyepazarcı, “Polisiye roman apaçık bir toplumsal olgudur,” diyor. “Çok satar, bunun doğal bir sonucu olarak da çok okunur. Heyecanlıdır, bilmece çözmenizi sağlar; bir kaçış peşindeyseniz eğer, size bunu sunar. İyi kitap okuma ihtiyacınızı da karşılayabilir; çünkü iyi bir polisiye, iyi bir edebiyat eseridir.”

Edgar Allan Poe’nun Morgue Sokağı’nda Cinayet ile başını çektiği ilk ustaların ardından gelen Altın Çağ’da, cinayetin hikâyesiyle soruşturma hikâyesi paralel gider. En iyi tanınan yazarlarından biri olan Agatha Christie çok sağlam bir kurguya sahiptir. Dönemin en iyi örneklerinden biri de Christie’nin Şark Ekspresi’nde Cinayet’idir. Bir “Katil Kim” şaheseri… Bence Türkçeye henüz hiçbir kitabı çevrilmemiş olan Dorothy Seyers ve karakteri Lord Peter Wimsey zaman zaman ondan da iyidirler ama bugüne kalsalar da bize kadar gelmemişler işte.

ABD’de ise İngiliz Okulu’na karşı, Black Mask dergisi kaynaklı kara roman ortaya çıktı. Hard-boiled’in ustaları arasında Hammett, Chandler, Mallet vs. var. Bu romanlarda acımasız, karanlık sokakların şiddetine karşı “lekelenmemiş ve cesur” bir kahraman söz konusudur. Sonra, zincirleme olayları ve beklenmedik sonuyla, suspense /thriller/gerilim romanı gelir. Sinemadaki en büyük ustası, söylemeye bile gerek yok belki, Alfred Hitchcock’tu. Sürümden kazanan dime novel’ların yanı sıra, hukuki ve tarihi polisiyeler, seri cinayetler, adli tıp sayesinde çözülen esrarlar, polis soruşturmasını adım adım izleyen “police procedural”lar polisiyeye zenginlik katar. Aslında kati kronolojik hatlarla ayırmak da zor. Kara roman, eşsiz Jim Thompson’a kadar uzanır. Ruth Rendell ile P.D. James “muamma roman”, Highsmith “gerilim” ustasıdır. Lawrence Block’un Matt Scudder’ı da, dört dörtlük bir “hard-boiled” karakteridir.

Bizde ise günümüzde sokağa inmekte öncülük edenler var. Ahmet Ümit bazı romanlarının karakterleriyle, kiminin mekânlarıyla bu sınıfa giriyor. Çağatay Yaşmut da Sevil Şahin’in Açık Radyo Söyleşisi’nde, kendini sokağa inmiş bir noir yazarı olarak görüyor. Gerçekten de Başkomiser Galip polisiyeleri sokağa iyice yayılmıştır. Ancak Galip sokakların “lekelenmemiş ve cesur” kahramanı değildir. Ona bakarsanız, özel hafiye de değildir. Kadınların ona zaafından istifade eden bir zamparadır, kültür-sanatla hiç ilgisi yoktur, kitap okumaz, gazetede bir tek spor sayfasını okur ama maça da gitmez. Öte yandan ekibine sevgiyle yaklaşır, namuslu bir polistir ve halkı korumaya çalışır. Sakin, yumuşak, keyif için felsefe bile okuyan, edebiyat seven, mazbut, evine-eşine bağlı Çağatay Yaşmut’u, kendisine hiç benzemeyen bir karakteri böylesine inanılır şekilde yarattığı ve okura sevdirdiği için ayrıca tebrik ederim. Galip’i bilmem ama Çağatay’ın kendisi toplumsal sorunlarla da ilgilenir.

Celil Oker de hem şehrini hem o şehrin sokaklarındaki insanı iyi tanırdı. Örneğin “Ateş Etme İstanbul”da karakteri müstafi pilot, nevzuhur özel dedektif Remzi Ünal’ı 2013 yılında yeniden karşımıza çıkarır. Dedektiflik falan hak getire, hayatın anlamı kalmamış. Her sabah, o gün ne yapacağını bilemeyerek açıyor gözlerini. Çok içse de gece on kere uyanıyor. Alkol, ilk kitaptan bu yana onun zaafı. Çoğu ‘hafiye’ gibi. Pilotluktan atılmasının sebebi de o. Gene birlikteler. Sigara da güne selam mahiyetinde başlıyor, gün boyu sürüp gidiyor. Ama yazarının da zaman zaman söylediği gibi cinselliği bozuk para etmiyor. Öte yandan hiçbir şey yapmamanın bekleyecek bir şeyi olmayışının zorluğunu çekiyor. Noir ki ne noir! Oker’in kitaplarına mekân olmuş şehri çok iyi tanıması, onu bir roman karakteri haline getirmesi de karanlık sokaklarına inanılırlık katıyor.

Sonuç olarak teknoloji çok ilerledi. Ellerinde not defterleriyle dolaşan, şüphelilerle tanıkları tek tek sorguya çeken, katili parmak izinden bulmaya çalışan polisler geride kaldı. Teknolojiyi bir yana da bıraksak, dedim ya, devran değişti, suç iklimi farklılaştı, suçlar çeşitlendi. Gelip siyasi ve sosyal sorunlara bağlandılar. Bundan şikâyetçi miyiz? Hayır. Ben kendi payıma polisiyenin, cevvaliyetini, sağlam kurgusunu, unutulmaz karakterlerini kaybetmeden gerçekçi roman işlevlerini de yüklenmesine itirazım yok. Ama suçun esrarını çözme alanındaki bütün gelişmelere rağmen, muammayı çözme yöntemlerinde benim gözdelerim gene de eski usül polisler: Maigret, Wexford, Brunetti, Beck, Montalban, vs.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Şimşek’in Programı: İşsizlik, borçluluk, daha fazla yoksulluk Şişli Meydanı’nda üç kız Şimşek, ekonomi ve gerçek “Gurbeti ben mi yarattım?” Şeriatçılar neden şimdi sahnede?