Romandan çok uzun bir hikâye
Nilüfer Türkoğlu Hakan Bıçakçı’nın yeni kitabı Kutlukhan Perker’in çizimleriyle Karakarga Yayınları’ndan çıktı. Kitabın yazarı Hakan Bıçakcı’yla biraz rüyalardan fazlaca gerçeklerden konuştuk. Son kitabınız ‘İki Rüya Dokuz Gerçek’ Karakarga Yayınları’ndan çıkınca önce herkes İletişim Yayınları’ndan koptuğunuzu düşündü. Ama siz Twitter’dan açıklama yaparak soru işaretlerini sildiniz. Peki Karakarga Yayınları’na ‘konuk yazar’ olmak fikri nereden çıktı? İllüstrasyonların bunda […]
Nilüfer Türkoğlu
Hakan Bıçakçı’nın yeni kitabı Kutlukhan Perker’in çizimleriyle Karakarga Yayınları’ndan çıktı. Kitabın yazarı Hakan Bıçakcı’yla biraz rüyalardan fazlaca gerçeklerden konuştuk.
Bu tek kitaplık özel bir çalışma. Çok eskiden beri beğenerek takip ettiğim Kutlukhan Perker’in çizimleriyle buluşacağı için böyle bir kolektif çalışmada yer almak istedim. Zaten Karakarga’nın epeydir sürdürdüğü bir seri bu resimli öyküler. Hem Perker’in çizgilerini hem de seriden daha önce çıkan kitapları beğendiğim için teklif gelince mutlu oldum. Kafamda yarım kalmış, ilginç bir yerlere gidebileceğini hissettiğim bir öykü taslağı vardı. Onun üzerine gidebilirim diye düşündüm. Kendi yayınevimden izin alıp kolları sıvadım.
Bu pasajlar ilgimi çekmiştir. Özellikle de orada satılanların alakasızlığı ve karmaşası. Yine de şimdiye kadar hiç konu etmemiştim. Kısmet bu öyküyeymiş. Öykünün kahramanı böyle bir yeraltı pasajındaki ‘Kumandan’ isimli küçücük bir kumandacıda çalışıyor. Fena halde rutin bir hayatı var. Bir gece gördüğü rüyayla başlayan zincirleme olaylar sonucu boğucu rutininden kopup tuhaf ve absürt bir yolculuğa çıkıyor.
Karakterden çok yapısı biraz farklı. Önceki yazdıklarıma göre daha olay örgüsü odaklı bir anlatı. Aksiyon dozu çok daha yüksek. Normalde karakterin kafasının içinde dönenlere yer veririm daha çok. Olaylardan çok atmosfer ön plandadır. Bu defa dışsal çatışmalarla ilerleyen bir akış var. Genellikle rüya ile gerçeğin karışmasını daha muğlak ele almayı tercih ederim. Okur, neyin rüya neyin gerçek olduğunu ayırt etmekte zorlanır. Bu defa rüya ve gerçek ayrımı çok net. Ama başka bir şekilde de olsa, yine rüyalar ve gerçekler karışıyor.
Özellikle eğlence parkındaki korku tünelinde kahkahalar attım. Kitap hem fantastik hem de komik. Daha çok öykü tadından bir roman gibi sanki! Yazarken kitabı sonlandıracağınız bölüme en başta mı yoksa akışta mı karar veriyorsunuz?
Sonlar en başta belli oluyor. Sonunu bilmeden başlayamam yazmaya. Hikâyenin sonunda hiçbir şey olmuyor. Bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim çünkü bu özellikle verdiğim bir karar. Final odaklı kurguları sevmiyorum genel olarak. Sonunda hiçbir şey olmuyor ama arada epey bir şeyler oluyor. Önemli olan da bu. Yani süreç. ‘Öykü tadında roman’ tanımına katılırım. Romandan çok uzun bir öykü olmaya daha yakın bence türü. Belki novella da denebilir.
Öyle ilginç rüyalarım yok. Yazarken tasarlanmış metinler hepsi. Aslında buradaki rüyalar da o kadar ilginç değil. Karakterin yaşadıkları, rüyalarına göre çok daha sürreal. Bu da en başta verdiğim bir karardı. Kahraman öyle bir yolculuğa çıkıyor ki, rüyaları yaşadıklarının yanında sönük kalıyor.
Basit düzlemde. Hepimize olur, bir yakınımıza “Bana bunu demiş miydin yoksa rüyamda mı görmüştüm?” diye sorarız. Daha komplike bir karışıklık, şizofreni seviyesinde hasarlı bir gerçeklik algım yok. Bildiğim kadarıyla.
Salona vuran kırmızı ışığın şöyle bir anlamı var: Kırmızı ışıkta durup bekleyen biri gibi içerdeki kahraman. Duruyor. Sanki karşıya geçmeyi, hayatını değiştirecek hamleyi yapmayı bekliyor. Onun dışındakiler daha çok estetik tercihler. Anlatıya atmosfer katmak için eklenmiş görsel unsurlar diyebilirim.
Kurguya fazlasıyla takılanlardanım. Ne anlatacağıma karar vermek işin yüzde beşi falan. Nasıl anlatacağım, nasıl kurgulayacağım aşaması hep daha önemli ve zorlu olmuştur.
İkisinin de kendine göre zorlukları var. Romanda bütünlük hissini korumak için özel bir çaba sarf etmek gerekiyor. Ayrıntılar çoğaldıkça işler karışmaya başlayabiliyor. Öykü ise daha soyut ve daha deneysel olmaya açık. Bu da kendine has ayrı zorluklar getiriyor. Cortazar’ın dediği gibi “Roman puanla kazanır ama öykü nakavt etmek zorunda.”
Bir zamanlar daha net bir ayrım vardı. Ancak günümüzde ayrımın bu kadar keskin olmadığını düşünüyorum. Hâlâ roman okuru daha çok olabilir ama dramatik bir fark yok. İlgi gören yazarların öykü kitapları da romanları kadar okunuyor. Zaten mantıklısı da bu.
Evet çizgi roman çok sevdiğim bir tür. Karakarga bu alandaki önemli bir boşluğu dolduruyor. Ancak şimdilik ufukta bir devam kitabı yok.
Görme odaklı bir dil kullandığımı düşünüyorum. Sinematografik de denebilir. Tabii bu bana özel bir durum değil. Edebiyat ‘anlatma tarzı’ndan ‘gösterme tarzı’na kaymış durumda epeydir. Bu dönüşümde sinemanın payı büyük kuşkusuz.
Tabii ki, bu disiplin işi. Bir tür memuriyet. Bitmeyen bir ev ödevi. Dizi ve filmlerdeki romantik yazar temsillerini seyretmesi çok daha zevkli ama gerçek böyle değil. Rutin ve emek asıl olan. İlham perisi falan hikâye.
Sıradaki öykü kitabı olacak. Bu sene bitmeden çıkar umuyorum. İletişim’den.
Günün Manşetleri için tıklayın