Tarde’ın monadolojik sosyolojisi

ATA DEVRİM

Durkheim ve Weber’in ayrıcalıklarından uzun süre faydalanamayan GabrielTarde’ın -Deleuze’ün referansına dek- ihmal edilmesinin nedeni ortaya çok da gösterişli bir öğreti koymamış olmasıdır belki de. C. Wright Mills’in deyimiyle ‘gösterişli’ bir üsluptur çekici olan. Böyle bir üslup kullanılmazsa sosyoloji ‘bilim’ olma vasfına kavuşamayacakmış gibi. Sözgelimi Parsons, Sorokin’in belirttiği gibi, ileride kendilerine hiçbir biçimde başvurmayacağımız bir kavramlar seti koyar önümüze. Yine de Tarde ve Parsons arasında bazı benzerlikler vardır. Her ikisi de doğa bilimlerine benzer bir sosyoloji inşa etmek isterler ve yine her ikisi de takipçilerine kavramsal şemalarla çalışmayı önerirler. Parsons’ın geliştirdiği şemaya kıyasla Tarde’ın şeması basittir; yalnızca iki ‘dışsal’ ya da ‘aşkınsal’ öğe içerir: İstem ve inanç.

Tarde, her ne kadar doğa bilimlerinden yola çıksa da sosyolojinin görüngülere ilişkin farklı yorumlar getirmesi gerektiğini dile getirir. Dahası biyolojik organizmadan yine bir organizma biçimi olarak topluma geçişte bazı farkların ortaya çıktığını savunur. Buna karşın bilimlerin pek çok şeyi homojen kabul etmek gibi ortak bir kusuru vardır. İşte bu bağlamda, monadoloji, büyük sistem ya da yığınları oluşturan küçük birimler üzerine odaklanmak gibi bir yarar sağlar. Toplum, paylaşılan davranış kalıplarıyla neredeyse hiçbir biçimde değiştirilemez bir bütündür. Değişim ancak -Kant’ta olduğu gibi- toplumu oluşturan bireyler sayesinde olurludur ve diğerleri bir bireyin ortaya koyduğu davranışı taklit ederek yeni davranış kalıbını yaygınlaştırırlar. Böylesi bir potansiyele neden olarak Tarde, anti-sosyal nitelikli içgüdüleri gösterir. Birkaç yıl sonra Amerikalı sosyolog Cooley de aynı görüşü öne sürecektir. Gerçekte Weber’in ‘karizma’ öğretisi de son derece bireycidir. Bu durumda, Tarde’ın bireye özerk bir alan tanımak konusunda yalnız olduğu söylenemez.

Peki ‘anti-sosyal içgüdüler’ ile sözü edilen tam olarak nedir? Olgunun sosyoloğumuzun özenle aydınlattığı bir yönü varlıkların doyumsuzluklarıdır. Onlar, sürekli olarak üremek ve diğer varlıkları kendi varoluşlarının bir parçası ya da uzantısı haline getirmek isterler. Bu bağlamda, Tarde’ın Durkheim’a karşıt bir sosyoloji inşa ettiği iddiası geçerlilik kazanır: Çocukluktan itibaren toplum, çocuğun doğuştan getirdiği bu doyumsuzlukla savaşım içerisindedir ve sonunda çocuğu zincirleyerek galip gelir. Böylece sosyalleşme yalnızca bir kısıtlanma, doyumdan vazgeçme ve ‘arzudan arınma’ süreci olarak kabul edilir. Durkheim da toplumun kısıtlayıcı güçlerinden söz etmiştir ama bu kısıtlama, bireyi, onu bunalıma sürükleyebilecek anomiden koruduğu gibi normlara uymak bireye belirli faydalar da sağlamaktadır.

Toplumu ‘karşılıklı sahiplik’ olarak tanımlayan Tarde, sonraları fenomenolojide ‘başkası’ ya da ‘başkaları’ sorunsalı olarak pek çok filozofu meşgul edecek bir konuya da temas eder. Dahası ‘olmak’ yerine ‘sahip-olmak’ fiili üzerine kurulan bir felsefe tarzını önerir. ‘Varlık’ kavramı sahip-olmak fiilinden ibarettir. Varlık ve yokluk karşıtlığı üzerine düşünmek kafa karıştıran boş bir felsefi egzersizdir. Oysaki sahip-olmak fiiline götüren ‘kazanma’ ve ‘yitirme’ gerçeklikte yeri olan, elle tutulur bir karşıtlıktır.

Burada son olarak denilebilir ki Tarde’ın ‘Monadoloji ve Sosyoloji’ isimli yapıtı okuyabileceğiniz ve yararlanabileceğiz en ilginç sosyoloji kaynağıdır. Sosyoloğumuz, Antik Yunan’dan beri hiç kimsenin -metafor bağlamında bile- söz etmeye cesaret edemediği mikrokozmos ve makrokozmos arasındaki uyumu sayısız örnekle analiz eder.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değil İngiltere İşçi Partisi’nin eski lideri Corbyn: Çoğunluk için adalet Avrupa’nın vatansız azınlığı: Çingeneler Tarafsız Nazi taraflı Makbule Hanım hakkında ilk kez kitap yazıldı