Zamanın Kokusu’nu duyumsamak

İLKE KAMAR

Hızlandırılmış bir zamanın içinde zaman kavramını yitirmiş gibi yaşıyoruz. Sürekli bir yerlere yetişme telaşı içindeyiz. Devamsız ve geçiciliğin hâkim olduğu işleyiş, hedefe varmak için ‘hıza’ yönlendiriyor bizi. Sanki ne kadar hızlı yaşarsak o kadar fazla deneyime sahip olacakmışız gibi bir algı, her bilinmeyeni kabul etmeye açık hale getiriyor hayatımızı. Ve yeni deneyimin sürekli kabulü garip bir hazza dönüşüyor.

Peki yaşamımıza dahil ettiğimiz her deneyim nitelikli mi? Ürünlerin, deneyimlerin ve hayatın hızla eskitilmesi, bir tür ‘yenilik zorlamasını’ gündeme getirerek hayat döngüsünü kısaltıp değerlerin göreceli hâle gelmesine neden olmuyor mu? Ve tüm koşuşturma sonucunda, ağır olması gereken süreçler atlanarak zamansal bozulma ortaya çıkıyor mu? Güney Koreli yazar ve kültür kuramcısı Byung-Chul Han’ın ‘Zamanın Kokusu: Bulunma Sanatı Üzerine Felsefi Bir Deneme’ isimli çalışmasında ‘Zamansal Bozulmayı’ ele alıyor. Hızla ilerlemenin egemenliği altındaki dönemi sorgulayan yazar, Nietzsche, Heidegger, Hegel, Arendt, Proust, Bauman gibi yazar ve düşünürlerin fikirleriyle birlikte konuyu tartışarak, zaman üzerine düşündürüyor

Ritmin eksikliği

Kitap, zamanın düzenleyici bir ritmin eksikliğini çektiğini, bu yüzden de ölçüsünü kaçırdığına dikkat çekiyor; işin ve çalışmanın yüceltildiği bu çağda, insanın derin düşünmeye, tefekküre vakit bırakmayan hayatını sorguluyor. Han’ın deyişiyle ‘her şeyin şimdiye itildiği’ bir zaman dilimindeyiz; bu da derin düşünmeyi imkânsızlaştırıp kişiyi yüzeyselliğe hapseden ‘olay ve bilgi izdihamı yaratıyor.’ Han, verili zamanın dışında bir oluşun mümkünlüğünü günümüz toplumunun gerçekliğine vurgu yaparak tanımlıyor. Önce insanın zamanı algılayışının ve zaman bozukluğunun (diskroni) üzerine gidiyor. Dahası günümüzdeki krizin ‘zamanın hızlanması’ diye tanımlanmasına şüpheyle yaklaşıyor. Han için, bugünün ‘zaman krizi’ hızlanma değil, çünkü hızlanma çağı çoktan bitti. Hız olarak gösterilen ‘aceleye getirilme’den başka bir şey değil. Çünkü gerçek bir hızlanma yöneltilmiş bir süreci şart koşar. Ona göre asıl sorun zamanın düzenleyici bir ritmin eksikliğini çekmesi. Bu durum zamansal bozulmaya yol açarak, deneyimi imkânsız kıldığı gibi, insanın derin düşünmesini bile ortadan kaldırıyor. Tüm bunların sonucunda ise yönü ve amacı olmadan dolanıp duran bir insan ortaya çıkıyor. Yazar için, bu durumun sorumlusu zamanın atomlaşması. Atomize yaşam ve kimlikler, kişiyi kendi benliğine hapsediyor. Ve insana sadece sağlıklı tutmaya çalıştığı bedeni kalıyor. Han ‘hiçbir şey ölümden uzun ömürlü değil, dolayısıyla bugün ölmek, çok zor’ diyerek insanın anlamsız çırpınışına dikkat çekiyor.

Yazar için hayatı doyurucu hale getiren şey olayların toplama miktarı değil, sürem deneyimidir: “Süremi olmayan, bulunma duygusunu hissetmediğimiz, yönsüz, bitimsiz bir zamana mecbur edilen hayat, deneyim oranı ne kadar yüksek olursa olsun kısa ve nihayetince anlamdan yoksundur.”

Peki zamanın tekrar sürem kazanması nasıl sağlanır?

Han, bu noktada Proust’un zaman eleştirisinden ve çözüme yönelik stratejisinden bahseder. Proust’un Kayıp Zaman’ın İzinde romanının çözülme tehdidi altındaki benliğin özdeşliğini sağlamlaştırma deneyimi olarak tanımlar. Han, romandaki kilit deneyimin çaya ya da ıhlamura bandırılmış madlenlerin kokusu tadı olduğunu söyler. Yazara göre Proust’un güzel kokulu ilahi besin tanımlaması, zamansal malzemelerden oluşur. Burada Proust’un sürem stratejisi zamanın kokmasını sağlar. Bu da tarihsel bir varoluşu, bir özgeçmişi şart koşar. Koku duyusu hatırlatma, yeniden diriltme organıdır. Yazarın verdiği bir diğer örnek ise Çin’de kullanılan hsiangyin adı verilen, 19. yüzyılın sonuna kadar kullanılmış tütsülü saatler. Bu saatlerde tütsü bir zaman ölçüm aracı olarak kullanılsa da yazar olaylar arasında yeni bağlar kuran bir imgeye dönüştürür ve zamanı mekânlaştırır: “Koku salan zaman akıp gitmez. Hiçbir şeyin içi boşalmaz böyle bir saatte. Tersine, tütsünün kokusu odayı doldurur. Evet, zamanı mekânsallaştırır, ona sürem görüntüsü verir böylece.”

Tütsünün kokusu odayı doldurur, zaman akıp giden bir şey olmanın ötesine geçer, bulunan, mekâna dolan bir şey biçimi kazanır. Böylece tütsü zamanın kokusu hâline gelir. Anın kokusu geçip gitmez, kaybolmaz ve içerisinde bulunma hissini yaşatır. Han, zamana ait bu kokuları derin düşünceye yani vitacontemplevita’ya (derin düşünme) ait olduğunu söylüyor. Vitaactiva (etkin yaşam) ise moderniteden başlayarak hızlanma baskısına katkıda bulunduğunu savunarak çalışmanın mutlak değer hâline getirilmesi, vitaactiva’nın öne çekilmesiyle bağlantılı diyor.

Yazar kitabın son bölümünde, köle efendi diyalektiği adını verdiği emek, sermaye, iktidar ilişkisini ele alır. Han, modern çağda çalışmanın mutlaklaştırılmasının yüceltilmesine yol açan değer değişimini Hegel ve Marx’ın görüşlerinden örnekler vererek anlatır. Han, emeğin zorunluluğun baskısı altında olduğunu, bu yüzden de boş zamana veya derin düşünceye ayıracak vakti ortadan kaldırdığını söylüyor.

Özetlemek gerekirse yazar, günümüzde tüketime dayalı çalışma, yaşamı anlam ve bağlamından kopardığını, kişiyi düşünmeye itecek bir anı dahi ortadan kaldırdığı üzerinde duruyor. Ona göre günümüz toplumu, bir emek öznesinden başka bir şey olamamıştır. Peki bu durum nasıl değişecek? Han, insanı özgürleştirecek şeyin, vitacontemplevita’nın (derin düşünme) yeniden canlandırılması olduğunu söyler. Derin düşünmenin ötelenmemesi ve yaşamdan dışarı sürülmemesi…

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
İngiltere İşçi Partisi’nin eski lideri Corbyn: Çoğunluk için adalet Hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değil Arzunun Sonsuz Yolculuğu Sabahattin Ali’nin kitapları artık telifsiz Makbule Hanım hakkında ilk kez kitap yazıldı