Bilim kurgu filmleri hayatımızın neresinde?

Gizem Çoban - @astronomystery

Sinemayı, anlattığı hikayeleri, karakterleri genel olarak çok ilginç bulurum ve çok keyifle seyrederim.

Her insanın hayatında da belirli anılarında filmlerin yeri vardır. Bazı filmler kalıcı bir etki bırakır, bazıları ise hiç etkilemediği gibi boşa vakit kaybı bile olabilir.

Nihayetinde özellikle 80’li-90’lı yıllardan itibaren bilim- kurgu türündeki filmler çocukluk ve gençlik zamanlarımızın en heyecanlı anılarında kendilerine yer edindi. Bu pazar biraz bilim-kurgu filmleri üzerine yazmak istedim.  

Bilimkurgu sineması, bilimin ve teknolojinin ilerleyen yıllarda nasıl gelişeceğini ve bu gelişmelerin insanları nasıl etkileyebileceğini öngören bir film türüdür. Gelecekteki teknolojik ilerlemelerin bireyleri ve toplumları nasıl şekillendirebileceğini araştırır ve bu keşifleri seyircilere sunar. Bilim-kurgu türü ilk olarak 20. yy öncesinde edebiyat içerisinde kendine yer ediniyor. O dönemler sinema içerisinde yer edindiği söylenemez. İlk bilim kurgu filmi tarihte 1902 yılında Fransız illüzyonist George Melies tarafından, yazar Jules Verne ve H.G.Wells’in kitaplarından uyarlanan Le Voyage Dans La Lune (A Trip To The Moon, Ay’a Yolculuk) isimli 14 dakikalık sessiz filmdir. Küçükken dolunay zamanı kırsal bir yerden Ay’a baktığımda kocaman bir yüze benzetirdim, “Ay üzerindeki yüz” tasviri sonrasında başka çizgi filmlerde de kullanıldığı için bendeki de o hayal gücüydü. Şimdi Ay yüzeyindeki krater, tepeler ve dağları öğrenince daha ilginç bir hal aldı tabi. Avrupa’da başlayan bu film üretim serüveni, SSCB’nin uzay çalışmaları döneminde artmış, 1950’den sonra da ABD’de yaygınlaşmış ve hatta “ilk altın çağı”nı yaşamış. Sonrasında 1970’lerde artık daha aşina olduğumuz filmleriyle ikinci altın çağına girmiş.  

2001: A Space Odyssey sinemalarda gösterim itibariyle de kritik bir dönem olan, Ay’a gidiş denemelerinin ve hazırlıkların olduğu 1968 yılında, yani ABD’nin SSCB ile arasındaki soğuk savaş-uzay mücadelesi döneminde 1969’da Ay’a gidilmeden hemen önce piyasaya çıkmıştır. Film içinde bulunduğu dönemde de değerlendirilmelidir. İnsanın evrimi, teknoloji, yapay zekâ ve dünya dışı yaşam konuları üzerinde duran bölümlerden oluşmakta ve kesinlikle seyir zevki veren bir film. Bilim kurgu türündeki filmler belirli dönemlerde uzay üzerine yoğunlaşmıştır. Uzay her zaman bilinmeyen, merak edilen, gizemli ve hayal gücü sunan bir ortamdır. 

Bu merak ve bilinmeyen dünya 1977 yılında “Star Wars” ün bir daha çıkmamak üzere hayatımıza girmesine neden olmuştur. Star Wars evreninde bilindik fizik kurallarının hikâye ve kurgu itibariyle zaman zaman esnetildiği de görülmekte. 1977-2019 arasında 9 farklı film sunan serinin devam niteliğindeki filmleri de 2026’dan itibaren çıkacakmış. Bu eğlenceli filmlerin yerini 80’lere doğru korku ve macera ögelerinin daha yoğun olduğu ve gelişen sinema görsellerinin kullanıldığı “E.T. ve Alien” gibi filmler aldı. Hatta şu anda ben bu yazıyı yazarken yani 26 Nisan tarihi 1979’dan beri her yıl bir yerlerde Alien günü olarak kutlanmaya devam ediyor, bu da bilim kurgu filmlerinin hayatımıza nasıl girdiğine bir örnek. Hayatımızın, sanatı, sanatçıyı, filmleri ve sinemayı etkilediğine en iyi örnek ise; ABD-SSCB arasındaki Soğuk Savaş’ın etkisinde kalan sektör. Soğuk Savaş, 1950 ve 1990 yılları arasında çekilen birçok Bilim Kurgu filminin arka planını oluşturmakta idi. 1990’ların başında Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte Bilim Kurgu türü de yeni yönelimler arama gereksinimi duymuştur. 

Genel olarak 1990’lı yıllara kadar olan uzay temalı bilim kurgu filmlerinde derin bir uzay ve astronomi bilgisi beklemek tabi ki saçma olur. Bu dönemlerde yapılan filmleri de fizik ve bilim kurallarını düşünmeden sadece birer film olarak seyretmek ve değerlendirmek daha doğru. Bunun dışında tabi ki sonrasında fizik kurallarının gözetildiği, bilim insanlarına danışılarak yazılan senaryolar, teorinin pratiğe ve görsele döküldüğü durumlar da vardır. Ben en fazla bu filmlerden hoşlanıyorum. Buna en iyi örnek de 2014 yapımı Interstellar filmidir. Filmin konusundan, kurgusundan vs bağımsız olarak en çarpıcı sahne “karadelik” görselidir. Belki bu filmi ilk seyrettiğimiz zaman o kadar çarpıcı değildi ama yaklaşık 5 yıl sonra elde edilen ve yayınlanan Sagittarius A karadeliğinin fotoğrafı ile filmdeki karadelik arasındaki büyük benzerlik teorik fiziğin ve filme danışmanlık yapan teorik astrofizikçilerin gücünü göstermiş oldu. 

Bu aşamada fizik kurallarının gözetilerek hikayeleştirildiği filmler arasında 1997 yapımı “Contact” filminden bahsetmeden geçemeyeceğim. Tabi ki bu özgün hikâye ve gerçeğe yakın olay örgüsünde ünlü astronom Carl Sagan var. Film hala yanıtını bulamadığımız ‘Uzayda yalnız mıyız?’ sorusuna da cevap aramaktadır. Filmin başrolü olan Arroway karakteri için Carl Sagan’ın kendi hayatından betimlemeler ve ortak özellikler kurduğunu söylemek zor olmaz.  

Kaynak 

Güngör, M.V. (2016). Türk sinemasında bilim kurgu ve uzaylı kavramı (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo TV Sinema ABD. 

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Kuzey Yarımküre'de şiddetli manyetik fırtına bekleniyor Holografik bir evrende miyiz? Hayvan yardımıyla Mars’ta tarım olası Yapay zeka ve yanlış korkular Furkan Öztürk ve başarısı