Dr. Skull: Özgürlük istemenin dönemi yoktur
Özgür Yılgür
Fotoğraf: Cem Gaygusuz
Türkiye’nin rock ve metal sahnesinin efsane grubu Dr. Skull geçtiğimiz ocak ayında, 25 yıl aradan sonra ilk defa bir konser için bir araya geldi. Yıllardır özlemle beklenen grup, bu sefer memleketi Ankara’da sesin seviyesini yükseltecek. 8 Kasım Jolly Joker konseri öncesinde Alper Yarangümeli ile görüştük. Dr. Skull’ın hikâyesini, 90’lardaki rock ortamlarını ve yeni konserler hakkındaki hislerini ondan dinledik.
O gece hissettiklerimizi tarif etmemiz çok zor. Aslında bizim konserimiz bile değildi. Her şey yeniden basılan albümler için bir lansman gecesi yapma fikriyle başladı. Daha sonra Razor’ın Dr.Skull şarkıları çaldığı ve bizim de birer ikişer onlara eklenip, en sonunda tüm grup bir arada iki şarkı çaldığımız bir konsere dönüştü. Razor’ın sahneye çıkmasıyla birlikte salondaki bin kişi, onlarla birlikte şarkılarımızı söylemeye başladı. Biz o sırada kenarda, karanlıkta, seyircilerin arasındaydık ve herkesle birlikte biz de çok duygulandık.
Ankara kökenli bir grup olarak lansmanı İstanbul’da yapmamız yüzünden bizi eleştirenler oldu. Ama bu sürece emek verenlerin çoğu İstanbul’daydı, lansmanın orada olması gerekiyordu. Ankara konseriyse son borcumuzu ödemek, belki de Dr.Skull’ın doğduğu yere gömülmek istemesi gibi bir şey. İstanbul için heyecanlıydık, ama 8 Kasım onun çok daha ötesinde...
‘80 Darbesi olduğunda biz ortaokulda, Beatles dinleyen çocuklardık. Pek kafaya taktığımızı söyleyemem. Lisede bir araya gelmemiz ve müziğimizin şekillenmeye başlaması da gayet apolitik bir döneme denk geliyor aslında. Lisedeyken komutanlardan biri bizim okulu ziyarete gelmişti. Tüm sınıfları karşısına dizdirip “Hazır ol, rahat” falan demişti. İnce bir sesi vardı, hep beraber gülme krizine kapılmıştık. Disiplinden döndüğümüzü hatırlıyorum. Çok acı sonuçları olan bir dönemi hafife alıyor gibi görünmek istemem, ama şu anda tek aklıma gelen anı bu.
Kayıtları Stüdyo Ankara’da yapmaya başlamıştık. Müziğimizde stüdyonun o zamana kadar alışık olmadığı farklı bir sound vardı. Ümit Eroğlu da sanırım etkilenmişti. Bizim için Ada Müzik’ten randevu aldı. Ada’nın merkezi Ankara’daydı. Gidip Serhat Doğan’a ‘Baby’nin başını dinlettik, daha fazla dinlemeden tamam dedi. Ada Müzik’in o zamanki yelpazesinden farklı bir şeyler basmak istemişti herhalde. İkinci albüm için ise teklif Ada’dan geldi. O yıllarda müzik konusunda ciddi bir açlık vardı. Dünyada yeni çıkan albümler buraya çok zor ve çok geç geliyordu, paylaşılan ortamlar da kısıtlıydı. Böyle bir döneme denk geldiğimiz için biraz da şanslıyız belki. Yaptıklarımız çok ilgi gördü, bu da bizi daha çok kamçıladı.
Fotoğraf: Melis Gözüyukarı
Doğru, çok tuhaf bir dönemdi. Ama hayatı, insanları, ülkede olanları sorgulamak o döneme mahsus bir şey değil tabii ki. Rahatsız olduğumuz pek çok şey vardı; hala da var, hatta belki daha da fazla. Özgürlük (Rules for the Fools), barış (War is Over), adalet (Her şey Yolunda) istemenin dönemi yoktur.
Konserler çok dolu geçiyordu. Çok kişi ayakta, kenarlarda veya dışarıda kalıyordu. Aynı gün (hatta aynı öğleden sonra) iki konser versek, ikisini de doldursak, ama ikisinde de aynı parçaları çalmasak dedik. Ve yaptık. Çünkü yapabiliyorduk. İki güzel konser oldu.
Başlarda rock müzik dilinin İngilizce olduğundan emindik ve müzik bizce sözden biraz daha ön plandaydı. Zamanla, biz evrildikçe sözler biraz daha öne çıkmaya ve müzik sözler için bir araç halini almaya başladı. İkinci albümle müzikal olarak hedefimize ulaştığımızı, bir ölçüde kendimizi kanıtladığımızı düşünüyorduk. Üçüncü albümde biraz da sözlerimize kulak verilmesini ve -daha da güzeli- söylediklerimizin anlaşılmasını istedik. Serdar’ın (Tuksal) Türkçe rock için çok uygun bir sesi vardı ve gruba katılması da bu değişim sürecini destekledi.
Üçüncü albümden sonra bir kırılma noktasına geldik. Tıp fakültesi bitmişti. Müzik veya uzmanlık arasında bir seçim yapmak durumunda kaldık. Fakültede dersleri asıp gerektiğinde günde 6 - 8 saat çalışabiliyorduk, fakat artık iki tarafın birden hakkını verebilmemiz mümkün değildi. Müzik bizim için aşktı, çoğumuz onu bir meslek olarak düşünmemiştik. Artık bırakalım şeklinde bir konuşma hiç olmadı, ama herkes kendi mesleğine yöneldi. Zaman içinde eski sevgilimizi hep andık, ama gerçek anlamda ona geri dönmeyi hiç denemedik. Bizi yıllar sonra tekrar bir araya getiren, Hammer Müzik’in üç albümü plak ve CD olarak yeniden basmak istemesi oldu. Bu süreçte şarkılarımızı tekrar hayata döndüren Razor’ın ve bizimle ilgili ümidini hiç kaybetmeyen Çağlan Tekil’in de büyük emeği vardır.
Aslında kendi zamanımızda bile o döneme ait bir müzik yapmıyorduk. Dünyadaki müziğe bakacak olursanız biz hep biraz geriden geliyorduk. Şimdi de sanırım insanlara geçmiş güzel günleri hatırlatıyoruz. Söylediğimiz şeylerde hep samimiydik ve çoğu bugün için de geçerli. Tarih kendini sürekli tekrar ediyor zaten. Bir şeyi çok severek ve art niyetsiz yaptığınız zaman karşınızdaki bunu hissediyor galiba.
Artık fiziki olarak bir arada değiliz zira aramızda denizler, hatta okyanuslar var. Bu konserin hazırlıkları için bile şartlarımızı çok zorladık. Konserde üç albümden de birçok şarkı çalacağız. Hem grup hem ekip, herkes aylardır çalışıyor. Evet, 8 Kasımda “faal” olacağız ama sonrası için tutamayacağımız bir söz vermeyelim. Bence 25 yıl aradan sonra siz de orada olun. Ne olur ne olmaz (gülüyor)...