Hayvanlar borç rejimimizin ceremesini çekiyor

Sezai Ozan Zeybek’in yeni çıkan kitabı birçok meseleye hayvanlar açısından yaklaşıyor. Hayvanların korkunç koşullarda yaşayıp öldüğüne dikkat çeken Zeybek, “Milyarlarca hayvan, bizim borç rejimi ve büyüme hedeflerimizin ceremesini çekiyor” diyor

Oğuzcan ÜNLÜ

Kapitalist model bir bütün halinde gezegenimize saldırıyor. Dünyada yaşayan her canlı bu modelin sermaye birikiminden dolayı tehdit altında kalıyor. Ekolojik yıkım yalnızca insanları değil hayvanları da oldukça yakından etkiliyor. Sosyolog Sezai Ozan Zeybek’in Notabene Yayınları’ndan çıkan son kitabı ‘Türkiye’nin yakın tarihinde hayvanlar: Sosyal bilimleri insan olmayanlara açmak’ adlı konuştuk.

► Kitabınızda Türkiye’de görmeye pek de alışık olmadığımız bir konuyu inceliyorsunuz. İktidar, adalet, eşitlik, şiddet gibi kavramları insan-insan ilişkisini aşan bir şekilde ele alıyorsunuz. Böylesi bir kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Pek çok yerden beslendiğimi söyleyebilirim. En önemlisi sanırım üniversitede verdiğim dersler. Sosyal bilimlerin temel gayelerinden biri, anlatılagelen tarih kalıplarını bozmak, geçmişi farklı aktörler etrafında, daha çok sesi içerecek şekilde yeniden anlatmak. Başarının, zenginliğin, medeniyetin, gelişmenin ne tür güç ilişkilerine dayandığını, belli kanaatlerin nasıl adım adım hâkim hâle geldiğini, kimleri görmezden gelerek kurgulandığını göstermek. Kitapta da aslında benzer bir işe kalkıştım. Türkiye’nin geçmişindeki bazı kritik dönemeçleri hayvanlarla, misal Cumhuriyet’e geçişi keçilerle, Kürt meselesini inekler ve koyunlarla, şehirleşmeyi köpeklerle, endüstriyelleşmeyi toprak altı canlılarıyla bir daha anlattım.


► 1990’lardan itibaren izlenilen ‘verimlilik’ ve ‘güvenlik’ politikalarının Türkiye’nin dönüşümünde anahtar rol oynadığından bahsediyorsunuz. Son birkaç on yılda Türkiye’nin yaşadığı neoliberal dönüşümde hayvanlar neler yaşadı?
Ölçekler değişti. 10 bin nüfuslu tavuk çiftlikleri kuruldu. Yetmedi, şimdi yüz bin civarı canlıyı barındıran yeni dev tesisler inşa edildi. Büyük sermayenin ağırlığı kesinlikle arttı. Çiftlik sahipleri bile “parça başı” üretim yapan, taşeronlaşmış, güvencesiz iş gücüne dönüştü. Büyükbaş hayvan ithal edip, yağ bağlaması için GDO’lu yemlerle besleyip, tabiri caizse şişirip elden çıkarmak et hayvancılığının en kârlı modeli hâline geldi. Tüm bu süreçlerin ortak paydası şu: Üretim için büyük şirketlere (antibiyotiğe, yeme, hormona…) haraç vermek gerekiyor. Üreticinin otonomisi çok az, hattâ kalmadı diyebiliriz. Bu sırada milyarlarca hayvan, bizim borç rejiminin ve büyüme hedeflerimizin ceremesini çekiyor. Et üretiminde büyükbaşların ömrü birkaç aya, tavuklarınki ise birkaç haftaya indi. Korkunç koşullarda yaşıyor ve ölüyorlar.

TOPRAK FAKİRLEŞİYOR

► Boşaltılan köyler ve hormonlu gıdalar arasında nasıl bir ilişki var?

Türkiye tarihi, aynı zamanda bir tasfiye tarihi. Benim ele aldığım 90 sonrası dönemde, hayvanları-otları-coğrafyayı tanıyan Kürt nüfusu yerinden söküldü. Aynı dönemde endüstriyel-ithal hayvancılığın, sosislerin-salamların, hormonlu lezzetlerin mutfakları işgal edişine de tanık oluyoruz. Ancak ikisi arasında bir bağlantı kurulamadı. Şiddet ortamında belli bir üretim rejimi yıkılırken yerine kurulan yeni üretim modeli, Türkiye’deki lezzeti, hijyen algısını, mutfak pratiklerini de değiştirdi. Kitapta, bu ikisi arasındaki paralelliği ele alıyorum.



► Kitabınızın bir cümlesinde “19’uncu yüzyılda Marx’ın tabiriyle toprağa girenlerle çıkanların arasındaki farkın açıldığı yeni bir tarım düzenine geçildi” deniyor. Bu cümlenizi biraz açar mısınız?
Toprak fakirleşiyor. Milyonları şehirde beslemenin ilk anda görülmeyen bedelleri var; zira toprağın bereketini uzaktaki insanlara taşıyorsunuz. Toprağın kendini yenilemesine müsaade etmiyorsunuz. Bunu aşmak için Avrupalılar bir dönem dünyanın diğer yerlerini işgal etmiş, nüfus fazlasını oraya göndermiş yahut oradan Avrupa’ya gübre ve besin taşımış. Bu sömürgeci ilişkiler bugün hâlâ devam ediyor. Daha yakın zamanlarda ise sunî gübre ve endüstriyel tarımla yeni bir eşik atlanmış. Ancak bu da sürdürülebilir gözükmüyor Atmosferden azot bağlayıp gübreye çevirmek için inanılmaz miktarda fosil yakıt harcanıyor. Baskın üretim modeli, krizi bir başka zamana veya başka insanlara ötelemekte çok mahir.

► Toprağı nasıl kurtaracağız? Bunun borçlulukla, finans sistemiyle ve sınıfsallıkla ilişkisi nedir?
Tarımın göbeğinde sömürgeci dinamikler var ve bu yeni bir olgu değil. Ancak bugün, varlıkların enzimlerine, genlerine kadar patentlenebildiği, tohumculuğun tekelleştiği, borç rejiminin en küçük üretime kadar sirayet ettiği bir safhadan geçiyoruz. Durum daha da kötüleşebilir. O anlamda toprağı kurtarmak, kapitalist modelin içinde kalıp iyi tarım sertifikası vererek olmaz. Üstündekilerin, altındakilerin bambaşka prensiplerle yeniden ilişki kurmasına imkân tanımalıyız. Yapacağımız seçim iklime zarar vermeyen, borçlu olmayan, kendine bakabilen otonom coğrafyalarla, az sayıda insanın iyi beslendiği, geri kalanın zehirlenmeye terk edildiği tekelci tarım arasında.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
İSKİ duyurdu: İstanbul'da barajların doluluk oranında son durum “Murat Kurum kazanacak” diyen burç spekülatörü tüy dikti: “Doğum saati yanlış” Koza Altın’ın gözü şimdi de yaylalarda Giyim, moda sektörü iklim krizini tetikliyor Cin şişeden çıktı bir kere!