Artık ruh hali en ufak muhalefeti bile kaldırmıyor

Artık Türkiye'nin önünde fazla seçenek yok. 'Tek adam'ın ülkeyi kapalı bir kutu haline getirmek istediği görülüyor. İçeride; can suyunu yobazlık ve yozluğun temel ilkelerinden alan bir Arap modeli örülüyor. Dış siyasette ise bolca hamaset yapıp aslında 'istenilen' tavizi veren bir sistem inşa ediliyor. Şeriatçı teröristle işbirliği yapıp, 'Fırat'ın batısı' diye bas bas bağırırken, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Cumhurbaşkanı Mesut Barzani'nin Türkiye'nin bir bölümünü de içine alan bağımsızlık haritasını görmezden gelmek yeterince ipucu veriyor.

'Hesap sorulamaz', 'ben yaptım oldu', 'kapalı kutu' rejmine doğru hızla savruluyoruz. Depremden önce, balıkların karaya vurması kadar açık emareler var. Enis Berberoğlu'nun tutuklanması, Adalet Yürüyüşü'nün ardından, CHP Lideri Kılıçdaroğlu'nu hedef alan ve dozu artan kumpas planı... Tepeden gelen emir, bir yandan havuz medyası ve AKP siyasetçileri eliyle 'evde zor tutuyorum tabanını' kemikleştirirken öte taraftan başka bir şey oluyor. Kılıçdaroğlu'nun tutuklanma ihtimali öylesine normalleştirildi ki, gerçekleşirse kimse şaşırmayacak. Goebbels taktikleriyle ayrım yapılmadan tüm kamuoyu bu plana hazırlandı.

Konuyla ilgili; iki çarpıcı analizin özeti net geçiyor. Biri Fatih Yaşlı'nın, BirGün'de yayınlanan makalesi. Fatih Hoca'nın, başlığı bile yeterli. Spoiler'i; Winter is coming' sözleri ile veriyor. Diğer yazı; Artı Gerçek'ten Celal Başlangıç'a ait. Anafikri açık; savcılardan önce iddianameyi AKP Genel Merkezi yazmış! Aslında, Başlangıç, 'geçen kıştan' olacakları söylüyordu. Cumhuriyet'e yapılan operasyonların ardından, hüzünle gülümsemiş; gazete avlusunda birkaç kısa kelam etmişti: "HDP'den sonra sıranın kime geldiği belli. Cumhuriyet üzerinden şimdi bir başka mahalleye atladılar. Süreç tıpatıp aynı."

Yumurtanın kapıya dayandığı ya da Perşembe'nin gelişinin Çarşamba'dan belli olduğu çok fazla belirti yaşandı. Hâlâ ortada olan 'Kılıçdaroğlu zaten Erdoğan'ın istediği tarzda muhalefet yapıyor' sözlerinin ise anlaşılır bir tarafı yok. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın tavrı çok belirgin. Artık yürüdüğü yolda, ayağına değecek bir taşa bile tahammülü yok. Açıkçası bunu büyük risk olarak gördüğü belli oluyor. Dolayısıyla ruh hali en ufak muhalefeti bile kaldırmıyor.

Bu yüzden Erdoğan ve AKP'nin artık topluma sunduğu bir seçenek bulunmuyor. İstikbal derdi ve 2015 Haziran'ından sonra keşfedilmiş 'kontrollü kaos' ile ellerinde kalan tek şey kini, nefreti, kutuplaştırmayı derinleştirmek. Havuz medyasındaki yeni yapılanma da buna işaret ediyor. Gerçekçi olmak gerekirse; 2019 yolu da bu plan üzerinden inşa edilecek. AKP siyasetçileriyle dillendirilen 'kaos' ve suikast' sözleri boş değil. Öte yandan devlete endeksili paramiliter güçlerin, çete benzeri oluşumların, iktidar ağzı ile konuşan mafya tetikçilerinin misyonu ve varlığı da şüphe götürmez.

Ne yazık ki tablo karamsardır. İşte Türkiye'nin önünde kalan iki seçeneğin anlamı da budur: Ya insanca yaşayacağız ya da dükkânı kapatacağız! Fakat bu fırsattır. 33 kişinin yaşamını yitirdiği, IŞİD canileri tarafından gerçekleştirilen Suruç katliamı sonrasında, çokça söylenen 'hiçbir şey eskisi gibi olmayacak' sözleri çoğu açıdan gerçeği yansıtıyor. Suruç'un ve ardından gelen Ankara katliamları aynı zamanda önemli misyonlar da üstlendi. Korku iklimi yayıldı, toplum bir araya gelmekten ve protesto hakkını kullanmaktan çekindi. CHP'nin 16 Nisan referendumunun ardından halkı Yüksek Seçim Kurulu'nın (YSK) önüne toplayamaması da bu açıdan anlaşılırdır. Sonrasında; çok kez; ülkede 'iç savaş çıkabilirdi' açıklamaları yapıldı.

Yaratılan bu korku iklimi üzerinden, avuçlarını ovuşturanları seyrederken, trenin kaçmakta olduğunu da görebiliyoruz. Gerçekçi olmak bu açıdan önemli. O büyülü sorudur muhatabımız: "Peki ne yapacağız?" Bu sorunun yanıtı çok yakın geçmişte gizlidir aslında... Biraz sitem, biraz kırgınlıktır: "Cumhuriyet davasında 30, Berkin Elvan davasında 300 kişiydik!" 'Diyanet'in ensest fetvası', 'Ensar skandalı', 'IŞİD bombaları' haberlerimizi milyonlarca kişi paylaştı. Ama bu haberlerin protestolarında sadece yine bizler vardık! Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat; meslektaşları tarafından hediye edilen 'Süpermen kıyafetiyle' aramızda, sevimli ama acı duyulması gereken bir kahramana dönüşmüştür. Sorulması gereken şudur: Neden gecesini yazı işleri masasında, gündüzünü meslektaşlarının duruşmalarında geçiren Polat, neden yeterince kalabalık değildir? Acıdır; BirGün, Evrensel ve Cumhuriyet gazetelerinin toplam tirajı 60 bini bulmuyor. Çözüm mü arıyorsunuz, o çüzüm Ahmet'in eşi Yonca Şık'ın sözlerindedir: "Ahmet kahraman değil. Herkes elini taşın altına sokacak."

Gazetecilere, sendikalara, sivil toplum kuruluşlarına ve dahası toplumun geneline artık daha büyük işler düşüyor. Bir kahraman yok, hepimiz kahramanız. Farkında mısınız? Türkiye 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın' eşiğini çoktan aştı. Dokunacaklar... O iki yola bir kez daha vurgu yapalım. Kitaplarımızdan evrimi, hayatlarımızdan gülüşü çıkardılar. Basit bir muhalefet tarzıdır bu! Daha başlangıçındayız: Toplumsal muhalefet topu topu "Çocuklara elini sürmeyeceksin, ağaçları kesmeyeceksin, Hasankeyf'e dokunmayacaksın, kadınlara el kaldırmayacak, istismar etmeyeceksin. bunlara özendirmeyeceksin! Ormanlarımızı, ormanlarımızdaki canım hayvanlarımızı rant için yaktırmayacaksın" deme cesareti, kararlılığı ve kalabalıklığıdır.

Basittir her şey...

Hani aylardır; artık daha çok 'Kılıçdaroğlu'nu bağlayan', 'ihanet haberleri' yapılıyor ya... 'Vallahi de billahi de o TIR'lar IŞİD'e gidiyordu' diyen AKP'li vekilin sözlerinin araştırılması için 20 milyon dilekçe yolla bakalım Cumhuriyet savcılarına neler oluyor!

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
İSKİ duyurdu: İstanbul'da barajların doluluk oranında son durum “Murat Kurum kazanacak” diyen burç spekülatörü tüy dikti: “Doğum saati yanlış” Koza Altın’ın gözü şimdi de yaylalarda Giyim, moda sektörü iklim krizini tetikliyor Cin şişeden çıktı bir kere!