Cehalet cennetinin yolları

Türkiye’nin ilk pedagoglarından Doktor Hilmi Malik Bey 1932 yılında, Ankara’daki ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerinin katıldığı bir saha çalışması düzenler. Bu çalışmada, öğretmenleri nezaretinde Mustafa adlı bir Sovyet filmini izlemeye götürülen çocuklardan filmin öyküsünü anlatan bir yazı yazmaları istenir. Ödevlerle, sınavlarla, ergenlik dertleriyle geçen iki aylık bir sürenin sonunda, çocuklardan aynı filmin öyküsünü tekrar yazmaları istenir.

Hilmi Malik Bey bu çalışmanın bellekle ilgili sonuçlarını şöyle açıklar: “Rus filmlerinden Mustafa filmini iki defa gören 8-14 yaşlarındaki 60 ilk mektep çocuğunun hafızalarını tesbit etmek üzere kendilerine iki vazife verilmiştir. Bu vazifelerden birincisi sinema filmini gördüklerinin hemen ertesi günü 15/3/1932; ve sonraki ise birinci vazifeyi yazdıktan bir müddet sonra yani 7/5/1932 de verilmiştir. İkinci vazifede tesbit edilen hafıza %70 nisbetindedir. Demek oluyor ki filmin çocuk üzerinde bıraktığı iz yarıdan fazladır.” (s. 17)

***

Hilmi Malik Bey’in çocuklar için seçtiği film, Nikolai Ekk’in yönettiği Hayat Yolunda’dır ((Путёвка в жизнь/Road to Life, 1931). Gösterime girdiği 21 ülkede özgün adıyla ya da özgün adına çok benzer adlarla (Yaşama Giden Yol, Yaşam İçin Bir Bilet, vs.) sunulan film, büyük olasılıkla seyirci kitlenin sahiplenmesi ve daha kolay özdeşleşmesi için Türkiye’de Mustafa olarak adlandırılmış. Filmde, Ekim Devrimi sonrası Moskova’da hırsızlık yaparak yaşayan çocukların oluşturduğu bir sokak çetesinin üyesi olan Mustafa’nın değişim süreci anlatılır. Elma çalarken bir kadının ölümüne yol açan Mustafa ve arkadaşları, ıslah evlerinden sürekli kaçtıkları ve hiç ‘ıslah’ olmadıkları için, bu sefer devrimci bir muameleyle karşılaşır: Taşradaki bir komün fabrikasında demir dövecek, ray döşeyecek, üretim yapacaklardır. Çocukların hayatı bir süre için yoluna girer, ama suç hayatı daha kolay ve caziptir. Eski çeteciler Mustafa’yı yoldan çıkaramayınca, bir drezinle ilerlediği raylardan çıkmasına ve ölümüne yol açar. 

Hilmi Malik Bey’in toplumsal hayatta sinemaya biçtiği rol, kendince sinema tarihini anlattığı birkaç sayfadaki ifadelerden net biçimde anlaşılabiliyor: “Târif: Her hangi bir düşünceyi veya mevzuu seyir edenlere aşılamak veya vermek için seri halindeki resimlerin perde üzerine akis ettirilmesine ve bu münasebetle şuuri veya gayri şuurî olarak bir faaliyet ve hareket doğuran usule sinema denir.” (s. 7)

Sinemanın ‘kitlesel medya’ olarak gücünü de şöyle belirtiyor: “Demek ki İstanbul sinemalarına devam edipte onların günlük tesiri altında kalanın adedi 3000-6000 arasındadır. Bu sayı bu kadarla kalmıyor. Çünkü her vakit ve her filme bütün bir ailenin gitmesine imkân olmadığı için, ailenin ancak bir azâsı gidebilir. Ve bu bir kişinin eve dönüşünde sinemada gördüklerini ailesine anlatmamasına imkân yoktur.

***

Binaenaleyh, her ailede vasati olarak (4) kişi olduğunu kabul edersek, her gün sinema filmlerinin tesiri altında kalanların sayısı 12,000- 24,000 ni bulurki bu saygıya değer bir mesele teşkil eder. Bu vaziyet karşısında İstanbulun inkılâpçı maarifi kuvvetli tetbirler almak zaruretindedir.” (s. 16)

Hilmi Malik Bey’in, bugün AKP’nin Türkiye’de yaptığı medya operasyonlarını çok önceden görmüş olduğunu söylemek de mümkün: Kitleleri cahil bırakmanın en kolay aracı medyadır.

Ama Hilmi Malik Bey’in bu çalışmadaki asıl derdi, bir üstyapı kurumu olan sinemanın, toplumsal yapının dönüştürülmesi amacıyla kullanılması gerektiğidir. Ve bunun için herhangi bir altyapısal değişikliğe de gerek yoktur: “Temiz, sağlam ve düşünceli bir cemiyetin kurulması muayyen millî terbiye akidelerini yaratmak, onları çocuklara ve halka aşılamak ve böylece büyük millî kültürü harici tesirlerden korumakla kabildir.

Halkı her günkü sinema tesirlerinden kurtarmak cemiyetin en büyük gayelerinden biri olmalıdır. Cemiyet ve devlet haricinde sinema tesirlerine karşı koyacak kuvvetli ve sinemanın son tekniğine göre hazırlanmış milli filmler yaratmalıdır. Bu suretle bu günkü millî akidelerimizi halk kitlelerine aşılamak yollarından, belki de en kuvvetlisi ve en dokunurunu elde etmiş oluruz.” (s. 53)

1930larda diğer pek çok aydın gibi Hilmi Malik Bey’in de büyük bir hevesle savunduğu yanlış buydu: ‘İlerleme’ye dair her şeyin yukarıdan aşağıya doğru yapılacağı yanılgısı… Bu yine de ‘30ların dünyasına göre doğru ve normal sayılabilecek bir düşünceydi. Peki ya şimdi?

(Türkiye’de Sinema ve Tesirleri, Hilmi A. Malik, Kitap Yazanlar Kooperatifi Neşriyatı, Ankara, 1933)

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Baby Reindeer'ın 'gerçek Martha'sı Netflix'e dava açacak Ertan Saban'ın Atatürk'ü canlandırdığı filmden ilk kareler Oyuncu Sevda Ferdağ hayatını kaybetti Prof. Dr. Gülçin Aksoy yaşamını yitirdi Live-action olacak: Scooby-Doo efsanesi yeniden çekiliyor