Demokratların kirli elleri (3)

İki haftadır, dilim döndüğünce, burjuva siyasetine öteden beri tebelleş olmuş bir açmazı

İki haftadır, dilim döndüğünce, burjuva siyasetine öteden beri tebelleş olmuş bir açmazı, Ergenekon davası ve Şık-Şener tutuklamaları örneğini kullanarak, deşmeye çalışıyorum. Tekrar olacak ama, açmazın algoritması aşağı-yukarı şöyle: “Sonuç veriyorsa yöntem doğrudur” varsayımı. Terörizm gibi bir şerri ortadan kaldırmak için, uzun vadede herkese iyiliği dokunacak varsayımı ile, o yöntemin benimsenmesi. Kısa vadede ise, şerri tasfiye edici araçların, hedefteki eşrâr (“kötü adamlar”) dışındakilere zarar vermesi. Bu durumun inkârı veya getireceği iyilik sebebiyle zorunlu oluşunun (çoğu zaman sessizce) kabul edilmesi.

Siyaset uğraşı hakkında efkâr üretenler bu açmaza “Kirli Eller” demişler. İlk yazıda açmazı anlatan İngilizce deyimi kullanmıştım: Yumurta kırmadan omlet yapamazsın.

Askerî vesâyetin tasfiyesi tartışması haricinde, gündeme iki başka konu üzerinden de girdi bu açmaz. Japonya’daki felâketi takiben güçlenen anti-nükleer argümanlara karşı, hükümet beceriksiz bir dille “risk almadan enerji sorunumuzu nasıl çözelim” dedi. Uzun vadede enerji tüketim taleplerini karşılamak ve herkesi mutlu etmek için, kısa vadede ellerimizi radyoaktif atıklarla ve yönetilmesi zor risklerle kirletme zorunluluğu.

İkinci olarak, Batı’nın Libya’daki diktatörlük karşıtı devrimci hareketi köşeye sıkıştırıp çeşitli tâvizlere zorlamasının üstünden atlayıp, “ezilenleri korumak” adına ülkeye askerî müdahaleyi desteklemek. Ki bu ikincisi, Kirli Eller Argümanı’nın “haklı savaş” versiyonuna yerleşiyor. Uluslararası hukuka uysa da, uymasa da, şerri ortadan kaldırmak üzere bir ülkenin bombalanmasını ahlâk sınırları içine çekmek. Başlatılan operasyonda Türkiye’nin ofisboy pozisyonunda (“çok boyutlu”) işe alınması, tezkeresi de geçtikten sonra, ABD’nin Irak müdahalesinde kullandığı gerekçelerle savunuluyor.

Bu üç güncel meselede aynı demokrat isimler (politikacı, akademisyen, gazeteci) ayrışabiliyorlar, ellerin kirletilme dereceleri konusunda farklı görüşleri savunabiliyorlar. Yazının başında basitleştirdiğim algoritmayı Libya ve nükleer enerji meselelerinde ayrıntılandırmak yine de mümkün. Ama iyice dağılmadan, “haklı savaş” retoriği ile rabıtasını da akılda tutarak, “terörizmle mücadele” örneğinde kalalım.

Geçen hafta Kirli Eller Argümanı’nın liberal demokrasi içinden en tutarlı politik-kuramsal savunucusu olan Michael Walzer’a değinmiştim. Walzer’ın önemsenmesi gereken bir hasım olduğu fikrindeyim. Neden derseniz, ta 1973’ten bu yana aşağı yukarı benzer pozisyonları savunurken Walzer’ın temel motivasyonu, liberallerin etrafından dolandıkları veya çoğu zaman sessiz kaldıkları bir meseleyi savunulabilir kılmak. Bizim demokratların, belki ruhbanî tartışmalara girmiş tek tük akademisyenler dışında, somut meseleler üzerinden açmazı sorun edindiklerine rastlamadım. Walzer’ın başlangıç noktası da kanımca diğer liberallerde gördüğü bu eksiklikti. ETÖ örneğinde “kırılan yumurtalar”, Walzer’ınki gibi tutarlılık hedefleyen demokrasi argümanları yerine “sulandırmayın”, “yargıya güvenin”, “yanlış bir şey yok”, “Şık-Şener de terörist”, “Ergenekon piyasası onları cezbetmiş” gibi, ahlakî boşluğu iyice çetrefilleştiren otoriter ahkâmlarla tartışıldı.

Walzer, basit bir kabulle başlıyor: Liberal-demokratik yönetme anlayışımızda karşımıza çıkan bir ahlakî açmazın gerçekliğini inkâr etmeyelim, ama konu hakkında ahlakî mutlakçılığı reddedelim. (Meselâ, “teröristleri yakalayacağız diye hiçbir koşulda hukuksuz arama yapmamalıyız” gibi bir yargı, Walzer’ın çerçevesinde, mutlakçıdır. Teröristleri yakalamak demokrasi için iyiyse, bunu başarmak için kullandığın araç, haklıdır. Mutlakçılar bu araçların kullanılmasını engelleyerek kolektif hayrı engellemiş olurlar.) 

Walzer’a göre liberal-demokratik yöneticiler, herkesin iyiliği için, bizim adımıza eyleme geçerken, yaptıkları işi başarmanın kolektif iyilik ülküsü açısından haklı olduğuna inanıyorlarsa, ellerini kirletmekte haklıdırlar. Açmazı daha iyi tanımlayalım: Kişi ellerini neden kirletmiş kabul edilir? Yanlış bir şey yaparsa. Ama herkesin iyiliği açısından haklı olan bir eylem nasıl yanlış olur? Yani, politikacılar demokrasiyi korumak ve derinleştirmek için yapmaları gerekeni yapıyorlarsa, ellerinin kirlendiğini nereden çıkarıyoruz? Walzer, diğer liberallere, “kıvırtmayın, meseleyi teslim edin” diyor. Dikkat edelim, “yüzleşin” demiyor.

Bunu derken kendisinin de sinik olduğunu geçen hafta yazmıştım. 2010’da gösterime giren, Gregor Jordan’ın yönettiği Unthinkable (Düşünülemez Olan) adlı film, bu sinizme iyi bir örnek. Filmde sonradan Müslüman olmuş, beyaz, ABD’li bir terörist, ülkenin 4 ayrı yerine nükleer bomba yerleştirdikten sonra teslim olur. Adamı konuşturmak için CIA’in taşeron işkencecilerinden en hünerlisi çağrılır. Sorguda bulunan liberal FBI ajanı önce itiraz eder, ama doğru olanı yapıp bombaları bulmak için, yanlış olanı yapmanın ahlakî yükünü omuzlamayı öğrenir. Üstelik, işkencenin kurbanı sadece terörist olmaz, adamın ailesi de kurbanlaştırılır.

Walzer da kötü pragmatizmi buradan savunur: İleri bir demokraside, politikacıların ehven-i şer eylemleri, iyiliğimizi kollamakta başarılı olmuşlarsa, biz geride kalanlar (diğer politikacılar, yurttaşlar, örgütler, vs.) “buna değerdi” yargısına varabilir, onu temize çıkarabiliriz. Politikacının başarısı, işlediği suçların önüne geçer. Üstelik güçlü bir demokraside, o politikacı da muhtemelen suçunun ağırlığını taşıyacak kadar vicdan sahibidir, liberal kabule göre. Bu durum yükü biraz daha hafifletir.

Şık ve Şener’in tutuklanmaları, sorgu biçimleri, söz konusu kitabın imhası sırasındaki hukuksuzluklar, polis ve savcılık arasındaki ilişkinin sorunları, polis içindeki paramiliter şebekelerin işleyiş tarzı; tüm bunlar demokratların çoğu için ahlakî boşluklar yaratıcı değil. Başka deyişle, demokrasiyi aklayacak eylemlere kirli ellerle girişildiği ya açıktan inkâr ediliyor (çünkü “en demokratik, en özgürlükçü pozisyon” alındığına imân ediliyor) ya da bu konuda “herşey yasal” argümanına sığınan bir teslimiyetçilik devreye giriyor.

Alttaki gibi kanaatleri örnek olarak sıralamak isterim. Bunları Walzer’ın kendi sinizminden daha geride buluyorum (Twitter mesajlarındaki berbat imlâ ve gramere dokunmadım):

“Kavgaya gürültüye gerek yok; gazetecilik mesleği de aslî sınırlarına çekilecek. Yani, gazetecilik zırhına bürünerek anti demokratik güçlere destek verme dönemi çoktan sona ermiştir. Yüreği olan, meslekî rekabete, yani nitelikli haberciliğe, derinlikli yorumculuğa kafa yorar ve o şehrahta yol alır. Bu tercihi yapmayanların meslekî kariyeri hazin bir sonla bitecek.” (Ekrem Dumanlı, Zaman, 14.3.2011)

“[Ertuğrul Mavioğlu] gibi kendini sosyalist sanan İttihatçılara söyleyecek sözüm yok benim.” (Orhan Miroğlu, Taraf, 21.3.2011)

“Bir emniyetçi bana ‘Ahmet Şık kimmiş haberimiz bile yoktu. Bu kadar bilinen bir adamıydı onu da operasyondan sonra öğrendik’ diyor. Kamuoyunun konuyu, içinde yeni bir bilgi olmayan kitaba indirgeyip yürüyüşler yapması da onları şaşırtmış durumda. Operasyonu yapanlar da bir an önce o kitabın yayımlanmasını istiyor. ‘Böylece operasyonun kitabın içeriği ile ilgili olmadığı anlaşılır’ görüşündeler. İçinde yeni bir bilgi bulunmayan kitabın içeriğinden dolayı ve üstelik yazarını tanımadıkları bir kitap için neden operasyon yapılsın?” (Emre Uslu, Taraf, 20.3.2011)

 “ithaki yayınlarına baskın yapılmış. ithaki, ittihat ve terakki'nin kısaltılmışı mı acaba?! merak ettim.” (Beyaz TV’den Fikri Akyüz’ün Twitter mesajı, 23.03.2011)

“Yayınevi baskınıyla ilgili erken yorumlarda bulunmayın derim. Bu yayınevi baskınından öte delil karartmayı önleme baskını olabilir.” (Mehmet Baransu’nun Twitter mesajı, 23.03.2011)

 “Yayinevi baskini ile ilgili Algilarinizi OLGU gibi sunacaksaniz yarin utanabilirsiniz... haberiniz olsun. Kitabin yayininda bir sorun yok” (Emre Uslu’nun Twitter mesajı, 23.03.2011)

Walzer’ın kötü pragmatizmini benimsemeleri demokratları bizim gözümüzde aklamayacak elbet, ama kendi özgürlük varsayımları çerçevesinde bir nebze tutarlılık sahibi olmalarını sağlayabilirdi. Kötü pragmatizm çok kötü pragmatizmden iyi olsa gerek. Ama ellerinin kirini kabullenmek bile, yine liberalizm sınırları içinde kalalım ve Ergenekon davasının savrulmaları çerçevesinde düşünelim, bireyciliği AKP’nin devletçiliğine kurban ediyor.

Nasıl mı? Etyen Mahçupyan, yine “kimlikçilik” ve “cemaatçilik” eleştirisi yaptığı kalıp yazılarından birinde, referanduma doğru giden hükümeti şöyle selamlıyordu: “Değişim trendinin bireyselleşme yönünde olduğu tespitiyle birleşen iktidar olma arzusu, evrensel normları benimsmeye hazır ve hevesli bir iktidar partisi yaratmış durumda.” (gazetem.net, 27.8.2010) Politik liberalizmin içinden düşünelim. Kürt meselesinde, cezaevi politikasında, “çalışma barışı” miti etrafında hükümetin bireyselleşme (kişinin kapasitelerini gerçekleştirebilmesi anlamında) engelleyici politikalarını bir tarafa koyalım. Şık ve Şener örneğinde, birey tamamen polis-savcı tertibâtına (“Kafkaesk” tarzda diyesim var) teslim edilmemiş midir?

Bir dostum “benzetmeyin, sulanıyor” diye serzenişte bulunmuştu ama bu gayri-liberal siyaset tarzı içinde Ergenekon’u Dreyfus Olayı’na çeviren bizler değiliz. Darbe ve kontrgerilla örgütçüsü subayları tenzih etmek değil maksat. Karşılaştırılabilir kısım şurası: 19. yüzyılın sonunda Yahudi bir Fransız subayının uğradığı ayrımcılıkla başlayan tartışmalarda Katolik Kilisesi’nin aldığı konuma Ergenekon’da bizim demokratlar yerleşmiş görünüyor. O dönemde ilerici bir pozisyon alan, “bu Yahudi birliğimize zarar veriyor” diyenlere bireycilik dersi veren Emile Durkheim gibi demokratları mumla arar olduk: “Bireyin haklarını savunan bireyci, aynı zamanda toplumun hayatî çıkarlarını da savunur” diye yazıyordu Durkheim 1898’de.

Ahmet Şık’ın, Ertuğrul Mavioğlu’nun karşısına liberal hasım diye çıkanın Katolik bağnazdan bir farkı kalmamışsa, sonuna kadar Durkheimciyim ben. O pis ellerinizi indirin.
Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
‘Öldü’ denilen itirafçı, 8 ay önce Jandarma’da memurmuş Diyanet’ten hadisli 1 Mayıs mesajı Türban neyi örtüyor? BUGÜN BENİM, YARIN SENİN, HİÇBİR ZAMAN KİMSENİN:Küçük Asya incisi Sinasos -2 Eğitim Bakanlığı Müsteşarı'nın kızına YGS'de VIP torpili!