Füsun Akatlı 80 yaşında!

Günaydın diyor telefonun ucundaki ses. Aynı sözleri tekrar etmenin bıkkınlığı sesine yansımış. Söyleyeceklerini hızla tamamlamak için kelimeleri ağzının içinde yuvarlaya yuvarlaya ipe dizmiş, biri tam bitmeden diğerine bağlıyor ve sabırsız. Oysa arayan ben değilim ve bana bekleyenler arasında birinci sırada olduğum, biraz sonra muhatap olacağım kişiden çok daha iyi ve tane tane vurgulanan kelimelerle robot hanım tarafından beyan edilmiş ve anlamsızca bir süre de biraz asansör müziği dinlemişim. İyi günler dedikten sonra -ki bir türlü konuya gelinemiyor- “falanca firmanın kullanmakta olduğunuz filanca paketiyle ilgili bilgi vermek için arama sağlamaktayım” diyor.

850’li numaraları açmıyorum. Ancak 216, 232, 312 ile başlayan numaralardan kurtulmak imkânsız. Birini engelleseniz yenisinden aranıyorsunuz. Defalarca aranmak istemediğinizi kayıt ettiriyor ama yine aranıyorsunuz. Böyle bir hâl. Benim asıl takıldığım ve bu konuşmayı sizlere aktarma sebebim bu taciz telefonları değil de tercih edilen sözcükler ve kullanım şekilleri.

Bahsettiğim telefon konuşması 7 Mayıs sabahı gerçekleşti. Benim canım annem, edebiyatçı, felsefeci, eleştirmen Füsun Akatlı’nın doğum günü sabahı. Bütün ömrünü edebiyata ve dile adamış bir düşünür, yazar ve eğitimciydi Füsun Akatlı. Telefondaki kişi, merâmını anlatana kadar kulağımı tırmalayan öyle çok hitap, tanım ve kullanım yanlışı yaptı ki yabancı bir dilde görüştük desem yeridir. En azından bana çok yabancı bir dil. Sizi şunun için ‘arıyorum’ demek yerine ‘arama sağlıyorum’ demenin zorluğu ve yersizliği örneğin. Arama sağlamak nedir Allah aşkına? ‘sözleşmenizi yenileyeceğim’ ya da ‘yenilemek istiyorum’ yerine ‘yeniliyor olacağım’ demek nereden ya da nasıl bir ihtiyaçla akla gelir? Nezaketli ya da resmî konuşmaksa maksat, bu kelimelere gereksiz ek yaparak, çekim ekleyerek olmuyor. Nitekim selamın ardından hatır sormak için gelen “sizler nasılsınız?” sorusu ve konuşma boyunca kullanılan sizler hitabı telefonun öbür ucundaki tekil şahıs için kafa karıştırıcı. Bakkalı, kasabı, manavı geçtim gittiğiniz özel doktor muayenesinde, devlet dairesinde, bankada size ‘sen’ samimiyetinde hitap edilmesinin oksimoronu bir nezaket çoğulu bu. Yersiz ve üstelik yanlış kullanılan bu hitap biçiminin kullanan kişiye yabancılaşmış ve unutturulmuş doğrusunun yerini almasına şaşıran, ya da bu kullanımı yadırgayan bir ben miyim? Bir an ‘sizler’ vurgusuyla geçirdiğimiz zor günlerde toplumsal sağlığımızı, dayanma gücümüzü mü soruyor diye düşünmedim değil. Öyle ya “bizler” iyi değiliz.

 “Aman sen de, takıldığın şeye bak” diyenleriniz olacak belki. Çocukken benim de dili doğru kullanma takıntısına itiraz hatta isyan ettiğim olurdu. Okuldan eve gelip heyecanla anlatmaya başladığım şeyi dinlerken annemin sözümü keserek “meşaale denmez, meş-ale denir” uyarısına kızardım örneğin. Zaman içinde bu düzeltmelere alışmakla kalmadım şakalaşmalarımıza taşındılar. Aramızda eğlenceli kalıplara, oyunlara dönüştü. Annemin çok yakın bir arkadaşı vardı Neşe adında. Kendi adını söylerken aslında olması gerektiği gibi bir es vererek Neş-e olarak telaffuz ederdi. Örneğin ona Neş apostrof adını takmıştım. Anneme “Neş apostrof aradı seni” diye diye onu da hatta Neşe ablayı da bu şakaya alıştırmış, bunu bir lâkaba dönüştürmüştüm. Bir başka sefer kalabalık bir dost meclisinde gelen yeni salvoya “off bir Tipeks’le yaşıyorum ben” ( şimdilerde yeni nesil muadiliyle Daksil ) diyerek dile getirdiğim isyanıma masadakilerin kahkahalarını gülümseyerek hatırlıyorum. Mektuplarımın kırmızı kalemle düzeltilerek bana geri gönderilişiyle başlayan doğru Türkçe konuşma özenimi imlâ kurallarına tam taşıyamamış olmamı da yazılarımın tashihini kitaplarımı göremeden çok erken giden anneme yaptırma şımarıklığımın ve lüksümün yarattığı eksikliğime, gözden kaçırmalarıma ya da öğrenemediğim incelikli kurallara bağlamanızı rica ediyorum. Eğer zaman zaman yanlışlarım oluyorsa asla umursamadığım sanılmasın.

İşte tarifsiz bir özlemle yerini dolduramadığım anneciğimin doğum gününü geriye dönüp onun güzelim diline sığınıp okuyarak geçirmeye karar verişime vesile olan telefon konuşması aslında bizi kuşatan dil kirliliği içinde çok da sıradan ve belki de en masum yanlışları sizlerle paylaşmama da vesile oldu. “Arı Kovanına Dil Sokmak Görevdir”, “Takıntılar”, “Yazı Bahçesinde Bahçıvan ve Destursuz Bağın Sultanları” yazılarının yer aldığı Kültürsüzlüğümüzün Kışı kitabının satırlarında dolaştım. Füsun Akatlı’yı tanımanızı ya da onunla yeniden kitaplarında buluşmanızı istedim. Satırlar arasında bugün ne yazık ki doğru kullanım sanılarak dillere pelesenk olan yanlış tanımlamalara, uydurulmuş kelimelere ama daha önemlisi lezzetli betimlemelere, müthiş bir mizah ve ironiye rastlayacaksınız. Feyza Hepçilingirler gibi dile gönül vermiş isimlerle kıymetli fikirsel buluşma ve karşı çıkışlara, incelikli görüş ayrılıklarına tanık olacaksınız. Hakkı Devrim, Şiar Yalçın gibi dile katkısı büyük ama artık bizimle olmayanlarla (özellikle “hayatını keybeden” demiyorum!) yeniden buluşacaksınız. Kareografi, dekarasyon, ekoseli, şok olmak, aktrist, gözlem altına alınmak, katil zanlısı gibi, hatta Türk Dil eski Kurumu, Kültür eski Bakanı gibi garabet isim/sıfat tamlamaları yanlışları nasıl de yerleşti dilimize. Ben sözü burada Füsun Akatlı’ya bırakayım zira ne yapsam onun kadar iyi anlatamam, yazamam;

“Dili sevmek, onu esirgemek, sakınmak dilcilerin, Türkçe öğretmenlerinin olduğu kadar, hatta daha da fazla, edebiyatçıların, yazarların bilinç ya da gönül borcudur. Böyledir çünkü bir dili sevdiren, tadıyla tuzuyla, doyum olmaz lezzetiyle, o dili kullananların ortak bilincine yerleştiren, edebiyatçılardır. Bir dili o dilin gramer kurallarını, sözcük dağarını öğrenmek suretiyle “biliyor’, ‘konuşuyor’ oluruz; ama ancak o dilde yazılan şiirleri, romanları, denemeleri, öyküleri okuya okuya ‘severiz’, bizim kılarız. Nitekim bugün yaşadığımız keşmekeşin, yoksulluğun, solumakta güçlük çektiğimiz kirli dil havasının bir “müsebbibi”, medyanın yaygınlaştırdığı, toplumsal dinamiklerin gaz verdiği bilinçsizlik ise; bir diğer “müsebbibi”, okumayan bir toplum oluşumuzdur. (…) Yanlışa, çirkine, zevksize çok kolay alışılıyor. Biz alışmayalım, alışılmasını hoş görmeyelim, desteklemeyelim istiyorum ben, ümitsizce. Yazarlar, şairler, edebiyatçılar sahip çıksın dilimizin güzelliklerine.”        

“Ben hiçbir zaman yaşayan bir dile kurumların ve yetkelerin (otorite) dolaysızca müdahale etmesinden yana olmadım.  Yasaklamaların ya da dayatmaların, dil söz konusu olduğunda, hiçbir işe yaramayacağını 8bunun da iyi bir şey olduğunu) düşünürüm. 1980 yılında kapatılan Türk Dil Kurumu’nun üyesiydim. Üyeler arasında da farklı düşünceler olabiliyordu; bazı arkadaşlarımız daha köktenci bir tutum içindeydiler, bazılarımız ise aynı ilkelerin daha esnek, dilimizin elini kolunu bağlamayan bir yorumundan yanaydık. Bu farklı görüşlere, düşüncelere rağmen dil, Türkçe çok aziz bir varlıktı hepimizin gözünde. Tartışmalarımızı görüş ayrılıklarımızı başka şeylere âlet etmezdik. Kurum, araştırmaların, derlemelerin, taramaların, tartışmaların özgürce ve bilimsel yöntemlerle yapılabileceği bir çatı oluşturması bakımından anlamlı ve çok önemliydi. Sonra her şey berhavâ oldu. (İşte ben yeri geldiğinde “berhavâ oldu” diyebilmek isterim. “Havaya uçtu” aynı işi görmez, aynı etkiyi yaratmaz; ya da ben öyle hissediyorsam, meramımı, ancak hissettiğim sözcük ve kalıplarla anlatabildiğime inanırım.)”

 “En temel iletişim aracı ve kültür taşıyıcısı olan dil, doğal gelişimini cehaletten, savrukluktan, vurdumduymazlıktan ve zevksizlikten kaynaklanan yanlışlarla mı beslemelidir ille de? Beslenmekten çok zehirlenmek söz konusu olur bu durumda. Herkes diline, kalemine geldiği gibi kavramları, kelimeleri yanlış kullanarak, kuralları bozup kendince yeni kurallar icat ederek konuşup yazmakta özgür mü olmalı? Bir tarihi, bir edebiyatı olan Türkçeye tasallut etmek serbest mi olmalı? Hatta şiir dizeleri, beyitler bile vezni ya da anlamı –ya da her ikisi birden- bozacak şekilde yanlış aktarılsın, deyimler yanlış kullanılsın, ziyanı yok yeter ki dumanı doğru çıksın öyle mi! Özür dilerim ama dingonun dili mi bu! ”

İyi ki doğdun anneciğim. İyi ki yazdın Füsun Akatlı.

Hamiş: Füsun Akatlı’nın bütün eserleri, Yazı Bahçesinden, Eleştirinin Sesi, Rüzgâra Yazılıdır, Ütopyalar İyidir başlıklı dört kitaplık bir seri ile edebiyat eleştirileri, denemeler, kültür ve dil yazıları, felsefe yazılarının kategorik ve kronolojik sıralamasıyla yeniden derlenerek Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayınlanmıştır. Yazarın edebiyatta 40.yılı nedeniyle kendi seçerek derlediği 40 yazıdan oluşan Kırmızı Gagalı Pelikan ve ilk kitabı Niçin Diyalektik’in de yakında ayrıca yayınlanması planlanmaktadır.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Yeşilçam'da erotik film furyası: Günah keçisi kadınlar oldu İSKİ açıkladı: İstanbul'da barajların doluluk oranında son durum Gözleri tamamen kapalı - 230 Çiçek Dilligil ile Bora Öztoprak’ın çocuğu cinsiyet uyum sürecine girdi Osmanlı Döneminde Yağmalanan Selçuklu Sarayı: Alaeddin Köşkü