Şampiyonlara uzaktan bakmaya alıştık mı?

Filenin Sultanları, büyük beklenti ve taraftar desteğiyle çıktıkları 2022 Uluslar Ligi’nin, Ankara’daki finallerinde dördüncü olarak madalya şansını kullanamadı

2022 Uluslar Ligi’ni yine madalyanın kıyısından döndüğümüz bir performansla bitirdik. Aslında madalyanın kıyısından dönmemizin performansımızla alakalı olmadığını söylemek lazım, zira turnuvanın finalleri Ankara’da düzenleniyor olmasa, ulusal takımın çeyrek finaldeki rakibi sekizinci Tayland değil, ikinci Brezilya olacak ve turnuvaya yüksek ihtimalle 5-8 arasında yer bularak veda edecektik. Bu aslında bizim alıştığımız bir son. Beklentinin yükselmesinin önemli sebeplerinden birisi, grup maçlarının son ikisinde Japonya ve ABD karşısında oynadığımız ikna edici oyunlar ve yükselen bireysel performanslardı. Fakat Tayland ile oynanan çeyrek final sonrası çıkılan İtalya ve Sırbistan maçları tam bir kabus oldu. Öyle ki İtalya maçında Eda, Sırbistan maçında Zehra dışında hiçbir oyuncumuz yüzde 50’nin üzerinde bir oranla hücum edememişti. Daha çarpıcı bir istatistik var. Bu 2 maçta, kullandığımız toplam 7 smaçörden aldığımız en yüksek yüzdeli performans Sırbistan maçında sadece 3 hücum kullanan İlkin’in yüzde 33’lük performansıydı. Kalan 6 smaçörün hücum performansından 5’i sıfır ve altındaydı. Kabus gibi bir rakam. Diğer yanda son 2 maçtaki rakiplerimiz İtalya ve Sırbistan’ın, kariyerleri son yıllarda düşüşte olduğu söylenen 2 smaçörü Bosetti ve Busa, düşük yüzdelerle olsalar da 9 ve 12 sayılık katkılar yaptılar.


Türkiye’nin performansına rakamların diliyle baktığınızda ortada pek parlak bir durum yok. Bunun dışında sahanın dışına çıkıp 1 adım geriye çekildiğinizde ve Türkiye Ligi’nin bitiminden bugüne kadar geçen süreye baktığınızda da konuşulması ve sorgulanması gereken birçok konu olduğunun farkındayız. Önümüzdeki 2 aylık süreçte, Dünya Şampiyonası’na hazırlanacağız ve Olimpiyatlar sonrasında kadın voleybolunun en prestijli turnuvasında, bugüne kadarki en iyi derecemiz olan 6.lığı daha yukarıya taşımaya çalışacağız. Bunun öncesinde birçok değerlendirme yazısı yazacağız, sıcağı sıcağına birkaç saptama ile başlayalım.

Oyuncu seçimi ve kadro planlaması: Takım sporlarında, ulusal takımların seçim aşaması birbirinden farklı kriterlere göre gerçekleşebilir. Oyuncuların turnuvaların öncesindeki form durumu en çok kullanılan kriterdir elbette. Bunun yanında tecrübe, ulusal takıma özel performansını artıran oyuncular veya takım uyumu açısından kritik rol oynama da diğer kriterler olabilir. Türkiye için bu kriterlerin hangisi olduğu konusunda kafamızda soru işaretleri var. Form durumunun bunlardan birisi olmadığına eminiz. Öyle olsa, federasyonun dünyanın en iyi ligi olduğunu iddia ettiği Sultanlar Ligi’nin en iyi liberosu ödülünü alan Gizem Örge, İtalya ile oynanan yarı final sırasında tatilde değil sahada olurdu. Ya da Brezilya Ligi’nde şampiyon olan ve o ligin en iyi smaçörü ödülünü alan Neriman Özsoy en azından bir alternatif olarak kadroya dahil edilebilirdi. Üstelik Guidetti’nin kendisi, gözü kapalı güvenebileceği bir smaçör olmadığını turnuva devam ederken itiraf etmişken ve smaçörlerimiz birkaç maç dışında vasat ve vasatın altında bir performans göstermişken. Bunları yapıyorsanız işin sonunda başarı kazanmalısınız, aksi halde eleştirileri göğüslemek zorundasınız. Kadro planlaması tarafı ise bambaşka bir konu. İlk haftanın son maçında en iyi performans gösteren 2 oyuncudan birisi olan İlkin Aydın’ın Akdeniz Oyunları’na gidişi, final maçları için kadroya dahil edilip bir anda 3 numaralı alternatif haline gelmesi, kadroda 5 smaçör tutmak için, Japonya ve ABD maçlarında smaçör forması giydirilen Aylin’in feda edilmesi, fakat Tuğba’nın ancak 3. lük maçında süre alabilmesi gibi sayısız sorgulanabilecek karar acaba federasyon tarafından sorgulanacak mı merak ediyoruz.

Mental problemler: İtalya maçının 2. setinin ortaları. Sahamıza bir top düşüyor, 2 kişi birbirine giriyor, bazen oyuncular birbirine bakıyor, bloğa ya da hücuma çıkan oyuncunun arkasında dublaj için kimse olmuyor, oyunculardan bazıları isyan ediyor. 1 sayı sonra sayı alıyoruz, tüm takım sevincini kızgınlıkla ve isyanla birleştiriyor, aşırı bir tepki gösteriliyor, hemen ardından rakibin hücumunda top sahamıza düşüyor ve en yakın oyuncumuz 1 metre uzakta, yine herkesin yüzünde bir soru işareti. Bazı oyuncular kenara bakıyor, suratı düşmüş bir antrenör görüyor. Takım maçlarda neden bu kadar büyük duygu dalgalanmaları geçiriyor, anlamak güç. Ankara’daki finallerde oynadığımız 3 rakip, mağlup ettiğimiz Tayland dahil, maç boyunca sakin kalıp kendilerini aşırı duygu gösterilerine kaptırmadılar. Bu yüzden de bir duygu seline kapılmış gibi oynamadılar. Belki de aynı sebepten, Sırp oyuncu Bjelica, 3.lük maçının son hücumunda, o gergin anda, Hande Baladın’ın smacına temas edecek elini son anda çekip madalyayı kazandıracak hareketi yapma olgunluğuna sahipti. Maalesef, Türkiye maçlarında sahamıza bakınca, aşırılıkların ardı arkasının kesilmediği Hint dizilerini izliyor gibi oluyoruz bazen.

Burada sportmenlik konusuna da değinmek lazım. Ebrar’ın Tayland, Tuğba’nın Sırbistan maçlarında rakiplerine karşı, sayı aldıktan sonra gösterdikleri tavırların utanç verici olduğunu ve bu takımın sempatikliğini antipatikliğe dönüştürmekten başka hiçbir işe yaramayacağını da belirtmemiz lazım. Üstelik Ebrar’ın maç sonrası açıklaması, bir özür değil, “Yaptım ama sor bakalım niye yaptım” mahiyetindeydi. Bu antipatiklik konusunu ülke çapında diğer dallarda çok çektik ve bunu maç içi adrenalin, yüksek tansiyon gibi bahanelerle açıklamak yerine empati yapmalıyız.

Oyuncu kalitesi ve hedefler: Herhalde çok lafı uzatmamak lazım bu maddede, zira bunu bu köşede daha önce pek çok kez dile getirdik. Federasyonun ve kamuoyunun turnuvalar öncesi ve sonrasındaki değerlendirmeler sırasında şuna cevap vermesi lazım: Takımımızın potansiyeli ve gelebileceği en üst nokta nedir, buna bağlı olarak da o turnuvaya özel hedefi ne olmalıdır? Bu noktada federasyon, antrenör ve taraftarlar arasında bir kopukluk olduğunu düşünüyorum. Federasyon ve taraftarlar altın hayali kuruyor ve bu 2 oluşum birbirlerini yücelterek beklentileri üst seviyeye çıkartıyor. Antrenör ise kadro yetersizliğinden ve çok çalışmamız gerektiğinden bahsediyor. Sporda, belli bir hedefe yönelen takımların ve onları yöneten kurumların tek bir sese sahip olması beklenir, ancak ortada bir karmaşa olduğunu düşünüyorum. Şahsen, orta oyuncular dışında kendi pozisyonunda dünyanın ilk 3’ünde olmayan oyunculardan kurulu bir takımın bu derece yüksek hedeflere gitmesinin anlamsız olduğunu düşünmekle beraber, doğal olarak şu soruyu da sorma gereğini duyuyorum. Bu teknik kadro, onlara yapılan maddi ve manevi yatırım, verilen büyük yetkiler, küstürülen oyuncular sonucunda elimize kalan şey bütün bunlara değiyor mu? Biz daha akılcı, her oyuncunun kucaklandığı ve hakkaniyetle seçilmiş bir takım ile başka bir formülü deneyebilir miyiz? Elimizde Dünya Şampiyonası için koskoca bir 2 ay var.

Turnuvanın geneli için de birkaç şey söyleyelim. Elbette turnuvanın şampiyonu İtalya’dan daha çok kazanan bir takım olduğunu söylemek abes kaçabilir, bununla beraber yeni hocası Santarelli ile, Tijana Boskovic’in yokluğunda dahi final kovalayan ve 2 ay sonrası için as kadrolarına Aleksic, Stevanovic ve Lozo gibi oyuncuları kazandırarak kürsüden inmeyen Sırbistan, harika pasörleri Pornpun ile ilk 8’de kendisine yer bulan ve Dünya Şampiyonası öncesi hedef yükselten Tayland ve grup maçlarının son anına kadar ilk 8 iddiasını sürdüren Kanada’nın önemli kazanımlar elde ettiği bir turnuva olduğunu söyleyebiliriz. Kaybedenler ise 3 şampiyonluk sonrası çeyrek finalde turnuvaya veda eden Amerika Birleşik Devletleri, son hafta bir çıkış yakalasa da beklentileri karşılamayan Hollanda oldu diyebiliriz.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Erden Timur: Tarikatçı dendiği için Alevi olduğumu söylemek zorunda kaldım Beşiktaş'tan Beyaz TV'deki Al-Musrati yorumları hakkında suç duyurusu! CHP’li Yavuzyılmaz: Maçın mutlaka incelemeye alınması gerekiyor Şike iddiası: Ankaraspor-Nazilli Belediyespor maçıyla ilgili inceleme başlatıldı İspanya basınında gündem Arda Güler