Sanatçı dünyası ve ifade özgürlüğü

Tarih, hapis, sürgün ya da ölüm cezalarıyla muhaliflerini sindirmeye çalışan nice iktidarlar gördü. Çoğunun adlarını bile anımsamıyoruz ama boyun eğdiremedikleri sanatçılar yapıtlarıyla aramızda.

Geçen hafta ifade özgürlüğünün tarihçesine değindiğim yazımı tamamladığım sırada, yeni bir bomba patladı. Gene bir gece yarısı yayınlanan ‘Cumhurbaşkanlığı Genelgesi’ ile kamu kurumları, sanat ve iletişim alanlarında ‘milli ve manevi değerlere aykırı içerikler’ konusunda teyakkuz durumuna geçirildi. “Milli kültürümüzü yabancılaşmaya ve yozlaşmaya karşı muhafaza etmek“miş amaç. Bu genelge uygulamaya nasıl yansıyacak hep birlikte göreceğiz. İlk kurbanın Fox TV olması şaşırtıcı değil tabi, ‘Satanizm propagandası’ yapan (!) “Maske, Kimsin Sen” programı vaktinden önce sonlandırılacakmış. Sen misin programda maskeli sanatçılara Sezen Aksu şarkıları söyleten!


Muktedirler her dönemde icraatlarını sorgulayanları kah hapisle, kah ‘dillerini kopartmakla’ tehdit ettiler. Tehditle kalmayıp, söylemlerini eyleme dökenler de oldu. Otokrat yöneticiler, eski çağlarda filozoflardan korkardı, şimdi ise iletişim alanında çalışanlardan ve sanat erbabından… Elbette, korkunun ecele faydası olmuyor. Önünde sonunda korku imparatorlukları yıkılıyor ve geriye o zor dönemlerde cesaretle yaratılmış sanat eserleri ve kitaplar kalıyor. Çağlar boyunca siyasal iktidarların baskıcı yöntemlerine karşı mücadele eden çok sayıda sanatçı oldu. Bu bağlamda öncülüğün yazarlarda olması şaşırtıcı değil. Geçen haftaki yazımda sözünü ettiğim Antik Çağ filozoflarının varisleri olarak görebiliriz onları. Aristo’nun ya da Eflatun’un açıkça eleştiremediği bazı konuların üstüne, Euripides, Aeschlus gibi oyun yazarları cesaretle gidebilmişlerdir. Orta Çağ’da düzenle uzlaşmayan sanatçıların akıbetlerinden söz etmiştik. Rönesans ve Reform hareketleri ile aydınlara, özellikle sanatçılara yönelik farklı yöntemler devreye girdi. Muktedirler, sanat hamisi rolleriyle sanatçıya yaşam güvencesi sağlayarak, onları susturmayı denediler. O günlerde de kralların ve kilisenin şakşakçılığını yapan saraydan beslenen sanatçılar vardı elbette. Ama ‘İlahi Komedya’ yazarı Dante Alighieri gibi sanatçılar dini dogmaları eleştirmekten geri durmadılar. Dante yaşamının son yıllarını sürgünde geçirdi, eserleri yakıldı.

ORTA ÇAĞ’DAN GÜNÜMÜZE

16. ve 17. yüzyıllarda yaşamış pek çok sanatçı korkuya dayalı dini hurafeleri eleştirip, insanlığı kardeşlikte buluşmaya çağıran bir tanrı anlayışını savunurken, Moliere, Cervantes, Shakespeare, Milton gibi yazar ve şairler, aklın egemenliğini savunarak, her türlü iktidarı eleştirmekten geri durmadılar. 18., 19. ve 20. yüzyıllarda dogmatik düşünceyi eleştiren çok sayıda sanatçı çıktı tarih sahnesine: Stendhal, Flaubert, Shelley, Wordsworth, Petöfi, Emile Zola, Anatole France, Çarlık Rusyası’nda Puşkin, Lermontov, Gogol, Dostoyevski, Tolstoy, Gorki… Sovyet devrimi sonrası Mayakovski, Yesenin, Meyerhold, Ahmatova, Pasternak, Soljenitsin, Şostakoviç, Visotskiy ve diğerleri… İtalya, İspanya ve Almanya’daki faşist rejimlerle mücadele eden Hans Fallada, Miguel de Unamuno, Klaus Mann, Avrupa’da siyasetin ve bürokrasinin özgürlüğü sınırlayan uygulamalarına tepki gösteren Camus, Huxley, Orwell, Koestler, Brecht, Russell, Pinter, Havel, Kundera, ABD’de Arthur Miller, James Baldwin, Sinclair Lewis, Upton Sinclair, Ray Bradbury, Phlip Roth, Latin Amerika’da Pablo Neruda, Mario Vargas Llosa… Öteki disiplinlerden de, Pablo Picasso’dan Victor Jara’ya yüzlerce sanatçı katabiliriz bu listeye.

1960 yılında Fransa’da Les Temps Modernes’de yayımlanan “121’ler Manifestosu” ifade özgürlüğü tarihinin simgesel durakları arasındadır. Fransa’nın Cezayir’deki sömürgeci konumunu sorgulayan 121 aydın, Cezayir Savaşı sırasında suskun kalanları uyaran bu önemli bildiriye imza koyanlar arasında Arthur Adamov, Simone de Beauvoir, Andre Breton, Nathalie Sarraute, Jean-Paul Sartre, Tristan Tzara, Marguerita Duras gibi büyük yazarlar, Alain Resnais, Claude Lanzmann, Alain Robbe-Grillet, Simone Signoret, Frsançois Truffaut gibi büyük sinemacılar yer alıyordu.


Karartma Gecesi


Ülkemizde ise, Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa, Mithat Paşa, Tevfik Fikret gibi aydınların özgürlükçü görüşlerini Marksist bir bakış açısyla yoğurarak günümüze taşıyan Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Kerim Korcan, Vedat Türkali, Bekir Yıldız, Yaşar Kemal, Erdal Öz, Sevgi Soysal, Çetin Altan, Mehmet Uzun gibi yazarların, İsmail Beşikçi, Ayşe Nur Zarakolu, Fikret Başkaya, Doğan Özgüden gibi düşünürlerin ödedikleri bedelleri, yasaklanan kitapları, oyunları, filmleri sıralamaya yerim yetmez… En iyisi, ‘hakikat cengaverleri’nin yaşamlarını konu alan birkaç filme işaret ederek bu yazıyı tamamlamak. Ola ki, merak edip, bu filmleri izlemek istersiniz…

BEN DE HALİMCE BEDREDDİNEM

Geçen hafta, yeni bir filmden söz etmiştim. Hakan Alak’ın yönettiği, Suavi, Bülent Emrah Parlak ve Saygın Soysal’ın başrolleri paylaştığı “Hakikat Şeyh Bedreddin” adlı yapım, Nâzım’ın destanından yola çıkarak, Bedreddin ve yoldaşları Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in ‘hakikatten yana’ mücadelesini anlatıyor. Filmde, ‘hakikat cengaverleri’ olarak nitelendirilen, din ayrımı gözetmeksizin, bu topraklar üzerinde yaşayan tüm halklarla birlik olan Bedreddin ve yoldaşları, ‘hepsinin katli helaldir’ deyip üstlerine asker salan Osmanlı sultanına yenik düşüp yaşamlarını yitirseler de, dünya tarihinin ‘ortaklaşmacı’ düşünceyi savunan öncü kahramanları arasına girmiş, kendilerinden sonra gelen nice aydının yolunu aydınlatmışlardır. Bedreddin ve yoldaşlarının, katliamla sonuçlanan ‘hakikat’ mücadelesi 15. yüzyılda Anadolu’da yaşanmış.

Daha eski çağlardan bir başka özgürlük savaşçısından daha söz etmiştim geçen hafta. M.S. 4. ve 5. yüzyıllarda yaşamış, yaşamı korkunç bir ölümle noktalanmış İskenderiyeli Yunan bilim insanı Hypatia’dan… Bu cesur kadının yaşamını konu alan ve Alejandro Amenabar’ın imzasını taşıyan 2009 yapımı “Agora”, döneme ışık tutan önemli bir yapıt (Amenabar, 2019 yılında da, “Savaşın Gölgesinde” adlı filminde Franco İspanyası’nda düşünce özgürlüğünü savunan yazar ve akademisyen Unamuno’nun yaşamını konu almıştı). Orta Çağ’da kilisenin emirlerine karşı çıkan Jeanne d’Arc’ı, Güney Afrika’da siyahların mücadelesini ve McCarthy dönemini konu alan filmler, Avrupa’da 20. yüzyılın ikonik davalarından biri olan ‘Dreyfus Davası’nı beyazperdeye taşıyan Roman Polanski’nin “Subay ve Casus” (J’Accuse / İtham Ediyorum) ifade özgürlüğünü savunan önemli yapımlar arasındadır.

ABD’de, 1940 yılında Humphrey Bogart’tan Katharine Hepburn’a, John Huston’dan Judy Garland’a pek çok sanatçı komünistlikle suçlanmıştı. 1946’da medyadaki ‘komünist’leri içeren ‘kara liste’ler yayınlanmış, ‘cadı avı’ 50’lerin sonuna dek sürmüştü. McCarthy’nin ‘Amerikan Karşıtı Eylemler Komitesi’nde ifade vermeyi reddedenlerin bir bölümü on yıl süreyle Hollywood’da işsiz kalmış, bir kısmı da yaşamlarının geri kalanını ülke dışında geçirmek durumunda kalmıştı. Hollywood’un bu karanlık dönemi, “Bulunduğumuz Yol” (Sydney Pollack, 1973), “İyi Geceler ve İyi Şanslar” (Gorge Clooney, 2005) gibi çeşitli filmlere konu oldu. ABD yargısının ifade özgürlüğüne ilişkin hoşgörüsüzlüğünü konu alan “Chicago 7’lisinin Yargılanması” (Aaron Sorkin, 2020) filmini izlemiş olmalısınız…

OTORİTER REJİMLERDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

2. savaş sonrası oluşan Doğu Bloku (Kapitalist sistemin tanımıyla ‘Demir Perde’) ülkelerinde pek çok sanatçı, sisteme yönelttiği eleştirilerin bedelini sürgün ya da hapis cezalarıyla ödediler. Macaristan’da Istvan Szabo “Baba”, “Güven” gibi filmlerinde 1956 Macar ayaklanmasını ve Sovyetlerce bastırılmasını yansıtırken, Polonya sinemasının ustası Andrzej Wajda,“Mermer Adam”, “Demir Adam” gibi filmlerinde rejimin baskıcı yönlerini eleştirdi. Sovyet, Çek, Yugoslav sinemalarında baskıcı uygulamaları eleştiren filmler yapıldı. Bu filmlerin bir bölümü seyirciyle buluşmak için ‘Glastnost’u bekledi. İran’da Şah Pehlevi döneminde özgürlükçü düşünceleri nedeniyle hapis yatan bazı sinemacıların başı İran İslam Devrimi sonrasında da derde girmekten kurtulamadı. Marjane Satrapi’nin “Persepolis”i özgür düşüncenin sınırlandığı ülkelerde yaşanan dramı yansıtan filmlere tipik bir örnektir.

Bizim sinemamızda ifade özgürlüğünü savunan film deyince, aklıma Yusuf Kurçenli’nin Rıfat Ilgaz’ın romanından uyarladığı “Karatma Geceleri”(1974), Zeki Ökten’in “Ses” (1986), Şerif Gören’in “Sen Türkülerini Söyle” (1986), Zülfü Livaneli’nin “Sis” (1988), Oğuzhan Tercan’ın “Uzlaşma” (1991), Ömer Uğur’un “Eve Dönüş” (2006), dokuz yönetmenin imzasını taşıyan “F Tipi” (2012), Hüseyin Karabey, Özcan Alper ve Kazım Öz’ün tüm filmleri geliyor. Selam olsun, boyun eğmeyen, özgür düşünceyi savunan tüm sanatçılara…

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Baby Reindeer'ın 'gerçek Martha'sı Netflix'e dava açacak Ertan Saban'ın Atatürk'ü canlandırdığı filmden ilk kareler Oyuncu Sevda Ferdağ hayatını kaybetti Prof. Dr. Gülçin Aksoy yaşamını yitirdi Live-action olacak: Scooby-Doo efsanesi yeniden çekiliyor