Seneye, seneye…

Birbiri ardına yayımlanan videolarla, esnaf gezilerinde hedef alınan siyasilerle, olup bitenlerin asla kabul edilemeyecek bir dille savunulmasıyla hayatın mafyöz haller aldığı şu günlerde, yeterince konuşmadığımız sıradan ve sahici hayatlar da var.

Ankara’nın köylerinde Afgan çobanların hikâyelerini kovalarken, köyün ve köylülerimizin haline de tanıklık ettim. Şimdi, ben kenara çekilip, köşeyi Beyobası köyünden hayvancılıkla uğraşan Bülent Sarıoğlu ve Hüseyin Ayşen’e bırakacağım:

Köylünün çilesine bir de kuraklık eklenmiş bu yıl. Adam boyu ot olan meralarda ot yok. Aslında mera da yok! Büyükşehir yasasıyla köyler mahalle olunca, meralar TOKİ’nin apartman diktiği arsalara dönüşünce, hazine arazilerinin çoğu satılınca, köylüye hayvan otlatacak yer kalmamış. Kuraklık yüzünden tane tutmayan arpa, ot olarak biçilmeye başlanmış.

Covid buralara bir başka uzanmış. Şehirden kaçanlar köy arazilerinden, tarlalardan kendilerine bir yer alıp etrafını çevirmişler. Çevirdikleri yeri ağaçla, çiçekle yeşertmişler. İçine küçük de olsa başlarını sokacakları bir yer yapıp, gelip soluklanacakları bir alan açmışlar kendilerine. Hayvanların otlağını biraz da onlar azaltmışlar!

Köyde o işi yapacak genç kalmamış. Nasıl kalsın ki? Hayvancılıkta kazanç yok. Biz ete biraz zam olunca isyan ediyoruz, haklı olarak. Hükümet de o isyanı dışarıdan et getirerek bastırmaya çalışıyor. Birilerine kazandırıp, üreticiye kaybettirerek! Hayvancılığı öldürerek…

Haklı olarak pahalı dediğimiz ete bir de köylünün gözünden bakın!

Bir kuzu satılabilecek hale gelene kadar 3-4 çuval yem yiyor. Yemin çuvalı 160 TL. Sadece yemine 600-640 lira harcadığınız kuzunun başka masrafı da var. İğnesi var, onu barındırması var, çobanı var; kaba yemi, yoncası, arpası var… Varın ne kadar harcandığını siz hesap edin. Sattığınızda alacağınız para en fazla 1000 TL. Kazanç neredeyse sıfır!

Gençleri böyle bir işte nasıl tutacaksınız? Onlar sanayide asgari ücretli, sigortalı bir iş için köyü terk ediyorlar. Çobanlık da sigorta istemeyen, kendisine ne denirse yapan, başlık parası peşinde ya da savaştan kaçarak buralara gelmiş Afganlara kalıyor.

Borçlu olmayan yok köyde! Mallar hep bankanın olmuş. Köylü kendi borç alıyor, yetmiyor, asgari ücretle bir yerde iş bulan oğluna da borç aldırıyor. Onu da borçlandırıyor.

Köylü olmayan ama devleti, prosedürü, sistemi bilen insanlar işletme kuruyor, teşvik alıyor, hibe alıyor, “hayvancı” oluyorlar. Onlar hayvancı, köylü değil!

“Adam keçi ile koyunu ayıramaz. Koyunu göster; hangisi erkek hangisi dişi bilemez. 200-300 koyun alıyor. Bir çiftlik kuruyor. Başına bir Afgan çoban koyuyor. Hayvanı hiç görmüyor. O hayvancı. Biz koyun kuzulayınca ağılda yatıyoruz. Kuzuya bebek gibi bakıyoruz. Gece 3’te yatıp sabah 5’te kalıyoruz. Biz hayvancı değiliz. Hibe diye Ankara’ya 150 koç dağıtılacakmış! 150 koç bu köye yetmez.”

Beyovalı hayvancı Bülent bir mesel anlatıyor; köylü 70 yaşında ölmüş, 70 yaşına kadar hep “Seneye seneye” diyerek yaşamış, umudunu bir sonraki yıla erteleyerek. Mezarda hâlâ “Seneye seneye” diyormuş.

Bu sene hayvancının “seneye” diyecek mecali de kalmamış. Hüseyin, aynı zamanda kasap; “Bir haftada 30 kişi geldi, koyun satacağız diye” diyor. Tarlada bir şey yok, köylünün bekleyecek hali yok, koyununu kasaba satıyor. “Ağzı dili de bağlı köylünün. Ne versen satıyor. Borçlu, mecbur!”

“Köylü milletin efendisidir” sözünü kim ne kadar ciddiye aldı, bilmiyorum. Ama biraz köy dolaşınca anlıyorsunuz ki köylüsüne efendice bir hayat yaşatamayan milletlere, birileri efendi oluyor mutlaka!

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sınavı: Türkiye birincisi mülakatta elendi Mülakatı savunan bakanın eşine ‘yürü ya kulum’ denmiş! SGK vurgunundan eski bakanın hastanesi çıktı Selahattin Demirtaş'tan aylar sonra ilk paylaşım Yasak meşru değil, halk Taksim’de olacak