Vuruşa vuruşa çekilmek

Geçmişin koyu faşizm dönemlerini, askeri rejimleri, sıkıyönetimleri, olağanüstü halleri, daha da öncesinde, yani Cumhuriyet öncesi dönemde maruz kaldığımız ağır istibdat süreçlerini bir kenara koyarsak, son 20 yılın AKP rejimi yılları sona ermek üzeredir.

"İlahi güçlerin izni" ile değil, "bu ülkenin; demokrasiye bağlı, boynunda zincirler, ayaklarında prangalar, bileklerinde kelepçeler, ağızlarında kalın bantlarla yaşamak istemeyen halkının mücadelesi ile", er ya da geç, bu dönemi geride bırakacağız.

Muhalefet partileri ve blokları, önümüzdeki süreçte (zaman zaman yapageldikleri gibi) çok hayati ve ciddi hatalara imza atmazlarsa, seçimin fiilen icrası döneminde, yani o gün gelip de sandığa oylarımızı atarken ve attıktan sonra, utanmazca bazı hukuk ve demokrasi ihlalleri yaşanmazsa, bu ihlaller yaşanıp da (geçmişte yaptıkları üzere) muhalefet partileri bunlara sessiz kalmamayı tercih ederse, "hukuksuzca çalıp da, Üsküdar’ı geçmeye çalışabilecekleri atın" önünde durup da "Dur!" demeyi becerebilirse, bu iktidardan kurtulacağız.

Ama bunun için temel şart, önümüzdeki 7-8 aylık süreci çok iyi okuyabilmek, doğru kararlar ve tavırlar alabilmeyi becerebilmek gibi görünüyor.

Süreci doğru tahlil edebilenler, iktidarın her alanda ortamı germeye, çatışmayı keskinleştirmeye ve demokrasi güçlerini "güvenlik ve hukuk sopasını kullanarak" etkisiz hale getirmeye çalışmak için, bilinçli bir plan icra ettiklerini açıkça görebiliyorlar.

Özellikle de, son aylarda birbiri ardına gelen yasaklar, medyaya yönelik baskılar, hukuksuz yargılamalar, Anayasa ve yasaların hiçe sayılması anlamına gelen binbir türlü uygulama, rejimin adeta "vuruşa vuruşa çekileceğine" dair önemli ipuçları içeriyor.

***

İktidarın hoşuna gitmeyen, sorgulayan, eleştiren ve üzeri örtülmek istenen gerçekleri ısrarla açığa çıkarmak için uğraşan basın-yayın organları üzerindeki baskının, giderek daha da artırılacağına dönük işaretler peşpeşe geliyor.

Gazetecilere açılan davalar, "düşman" gibi görülen gazetecilerin evlerine ve bürolarına yapılan şafak baskınları, peşpeşe yargılamalar, ilan kesme cezaları, ekran karartma cezaları, TV yayınlarına konuk çağırılanları bile eleştirel kanallardan uzak tutma çabaları, muhalefet partilerine mensup her bir milletvekiline neredeyse "bire bir markaj" anlamına gelecek yıldırma ve karalama amaçlı yayınlar, bu sözünü ettiğim iklimin en bariz göstergeleri niteliğinde.

Zaten hiçbir zaman "boş bırakmadıkları" meslek örgütleri üzerindeki baskıları da daha da yoğunlaştırma çabalarında, bugünlerde vites büyütüyorlar. En son örneği, Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın, adeta "terörist muamelesi" yapılarak, bir şafak baskını ile gözaltına alınıp daha sonra da tutuklanmasıdır. Burada hedef, Sayın Fincancı’nın "terör örgütünün ağzı ile, TSK’yı suçlar içerikli iddiaları sahiplenmesi" üzerinden TTB Başkanı değil, bizzat hekimlerin meslek örgütünün bir tür mecazen "bombalanması"dır. Zaten bu olayda, iktidar mensupları (koalisyonun her iki ortağı - AKP ve MHP Başkanları) bu niyetlerini gizlemeye dahi gerek duymamışlardır.

En basitinden "TTB’nin yönetimi değişsin, ismindeki ‘Türk’ ifadesi kaldırılsın, hekimleri tek başına örgütleme ve temsil etme hakkı elinden alınsın" mealinde çağrıları, avaz avaz dillendirmektedirler. MHP Genel Başkanı, "Vatandaşlıktan atılmalı, vatansız kalmalı" bile diyebilmiştir. Fincancı gözaltına alınırken, 10 yıl öncesinin kumpas davaları şovlarına benzer "görüntü ve karalama şovlarına" başvurulması ibret vericidir.

Maksat, dün bizzat Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın duyurduğu üzere, acilen önce Türk Tabipleri Birliği, ardından (ve belki de birlikte) Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) üzerinde de benzer bir tasarruf gündeme getirmektir.

***

Amaç çok açıktır: "Bize (iktidara) yandaş insanların elinde olmayan mesleki örgütlenmeler lağvedilmeli ve başka yollarla ele geçirilmelidir." Buna, avukatların örgütlendiği barolar konusunda "çoklu baro sistemi" oluşturarak (başarısız biçimde) gayret etmediler mi?

Bu çabalar ve adımlar, "Bana bağlı değilse, var olmasın", yani buz gibi faşizan bir zihniyetin ürünü değil midir?

Medya, "Bana bağlı ve bağımlı ve yandaş değilse, hayat hakkı tanımayalım. Boğazını sıkalım. Nefes alamasın."

Hattâ ve hattâ, "Siyasi partiler benim istediğim gibi davranmıyorsa, hayat haklarını ellerinden alalım. Kapatalım. Mensupları tek tek içeri alalım. Her konuşmalarını dava konusu yapalım" demiyorlar mı?

Daha 2015 Haziran seçiminden başlayarak, hileli 2017 Nisan (rejim değişikliği) referandumu ile devam ederek ve 2019 Mart ve Haziran yerel seçimlerde ağır bir yenilgi tadarak iktidarı kaybedeceklerini anlayan rejim temsilcileri, artık "vuruşa vuruşa ve en azından karşıtlarına ağır darbeler indirerek" çekilmeyi tercih etmiş görünmektedir.

Bunu niyeti belki de kısmen gizlemek için bugün açıklayacakları "Türkiye Yüzyılı Vizyon Belgesi"nde bir takım şirinliklere, "kapsayıcı görünme numaralarına" başvuracakları kesindir. Hatta, bu "lansman toplantısına" karşı cenahta gördükleri medyadan bazı isimleri davet etme oyununa bile başvurmuşlar (ne mutlu ki büyük oranda geri tepti) ve sahte bir "şirinlik gösterisine" bile başvurmuşlardır.

Kimse bunları yememeli ve bu "hırçın çekilme harekatını" herkes iyi okumalıdır.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Özgür Özel'den 'Erdoğan görüşmesi' hakkında açıklama Bahçeli, Mehmet Şimşek'e sahip çıktı: Ferdi Tayfur'lu paylaşım hakkında açıklama Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sınavı: Türkiye birincisi mülakatta elendi İstanbul Valiliği'nden 1 Mayıs kararı: Avrupa Yakası ablukaya alınacak! Yasak meşru değil, halk Taksim’de olacak