Sendikal kriz ve KESK (2)

Kamu emekçileri sendikal haklar ve özgürlükler mücadelesi açısından, KESK ve bağlı sendikalar açısından bir sendikal kriz var mı sorusunun yanıtı, kocaman bir EVET’tir…

Yıllardır genelde emek hareketi, özelde sendikal tartışmaların yoğunlaştığı temel gündemlerin başında sendikal kriz tartışmaları yer alıyor. Dünyada nerdeyse son çeyrek yüzyılın temel tartışmalarından olan sendikal kriz konusu neden ve niçinlerin çeşitliliğinin yanı sıra birçok çözüm yolunu da bağrında barındırıyor. Akademik düzeyde yürütülen çalışmalarda kriz var mı, yok mu tartışmalarının kriterleri ve krizin somut göstergesi olarak iki temel olgu öne çıkıyor:

Çalışan sayısındaki artışa rağmen sendika üye sayılarının düşmesi, temsil yeteneğinin azalması, ekonomik ve sosyal haklarda gerileme, hak kayıpları.

Dünyada sendikal krizin belirginleşmeye başladığı 1990’larda, dünya emek hareketinde farklı arayışları da açığa çıkarırken, ülkemizde kamu emekçileri hareketinin kendini “yoktan var eden” fiili meşru mücadelesine sahne oldu. 89 bahar eylemleri sönümlenmeye yüz tutarken, bu rüzgârdan etkilenen KESK öncülleri -krize rağmen- aşağıdan yukarıya örgütlenmeyi, hak almayı başardı. Aradan geçen 18- 20 yıllık sürede başlangıçta krizden çıkış “reçetesi” olarak tanımlanabilecek KESK ve bağlı sendikaların gelinen aşamada krizin neredeyse merkezine oturmaya başladığını söylemek mümkün.

Kamu emekçileri sendikal haklar ve özgürlükler mücadelesi açısından, KESK ve bağlı sendikalar açısından bir sendikal kriz var mı sorusunun yanıtı, kocaman bir EVET’tir. Çünkü son yıllarda yukarıda belirtilen krizin iki somut göstergesi de mevcuttur. Çalışan sayısındaki artışa, yeni alt sınıfların üretim sürecine katılmasına rağmen üye sayıları düşüyor, temsil yeteneği azalıyor. Kamusal alana dayatılan neoliberal politikalarla iş güvencesi başta olmakla birlikte ekonomik ve sosyal haklar geriliyor.

Şüphesiz mücadelenin tarihsel gelişim seyri içerisinde türlü kırılma noktaları var. Krize zemin hazırlayan, krizin nedeni olarak gösterilebilecek ve bir kısmı geçmişte tespit edilmesine rağmen üstesinden gelinemeyen türlü etmenler var. Kamu emekçileri alanının KESK ve bağlı sendikaların özgünlüklerini atlamaksızın genel sendikal kriz tartışmalarında akademik düzeyde tanımlanmış krize neden olan beş ana başlık üzerinden KESK ve bağlı sendikaların durumunu sorgulamak bugünün asli görevlerinden olsa gerektir.

Sendikal krizin nedenleri, kamu emekçileri hareketine, KESK ve bağlı sendikalara etkisi:

1- Sendikal krizde sendikacıların rolü:

Başlangıçta işçi sendikalarında belirgin olan kaba, bürokratik, işyerlerinden, emekçilerden kopuk, sendika yöneticiliğini meslek haline getirerek kendine uyarlayan sendikacı kimliği, sendikal krizin en önemli nedenlerinden birisi olarak karşımıza çıkıyor. Kamuoyunda lüks arabalara binen, ayrıcalıkları, dokunulmazlığı olan, emekçilere, işyerlerine yabancılaşmış bir imaj oluşturan; sosyal diyalog adı altında uzlaşmacı, sıklıkla teslimiyetçi, tarihte sarı sendikalar olarak bilinen sendikal anlayış dünyada olduğu gibi ülkemizde de emekçilerin sendikalara güvenini azaltmış ve sistemin her türlü saldırısına karşı sınıfı savunmasız bırakmıştır.

KESK öncülü kamu sendikaları bu sendikacı tipine ve bu sendikal anlayışa alternatif olarak kurulmuş; bize rağmen çıkarılan 4688 sayılı yasanın yaratacağı bürokratikleşme ve yabancılaşma riskine karşı -sendika yöneticiliğinin meslek haline gelmemesi için- yöneticilik süresini iki dönemle sınırlandırmış, yönetici ücretlerinde işyerini temel almıştır. Ancak tüm önlemlere rağmen özellikle sınıf ve kitle sendikal anlayışına uygun işyeri esaslı karar alma, örgütlenme ve mücadele ekseninin yakalanamaması nedeniyledir ki KESK ve bağlı sendikalar da bu krizi derinden hisseder olmuştur. 

2- Kapitalist sistemden kaynaklı sendikal kriz:

Kapitalist sistemden kaynaklı sendikal krizin temelinde, emek örgütlerinin kapitalizmi aşan emek ideolojisinden yoksun olmaları ve kendilerini sistem sınırlarına hapsetmeleri yatıyor. Bu durum sol ideolojik hegemonyanın zayıflığından kaynaklı olduğu gibi bazı sendikaların kuruluş misyonlarıyla da yakından ilintilidir.

KESK ve bağlı sendikalar açısından değerlendirildiğinde ise bu kongreler döneminde belirginleştiği üzere emek ve demokrasi mücadelesi bütünselliğinde emek aleyhine, sınıf mücadelesi ve kültür-kimlik-demokrasi mücadelesi bütünselliğinde sınıf mücadelesi aleyhine bozulan dengenin kısa ve orta vadede yaratacağı olumsuzlukların altı çizilmelidir. Kapitalist sistemin son çeyrek yüzyılda ürettiği ve toplumsal hegemonya oluşturduğu neo-liberal politikalara, programlara karşı KESK ve bağlı sendikalar bütünlüklü bir mücadele hattı oluşturmada zorlanacaktır.

3- Konjonktürden kaynaklı sendikal kriz:

Sendikal kriz tartışmalarında kamusal alanı, kamu emekçilerini en çok etkileyen, en çok tartışılan ama en az çözüm üretilen kriz nedeni kapitalizmin konjonktürel yansıması neo-liberalizmin sendikalara etkisidir. Evet, kamusal alan daralıyor, tarifi değiştiriliyor, devlet yeniden yapılandırılıyor, üretim ve istihdam biçimi değişiyor, ücret rejimi farklılaşıyor ve tüm değişim süreçleri sendikal örgütlenmeyi, mücadele dinamizmini olumsuz etkiliyor. Özellikle güvencesiz çalışmanın yaygınlaşması, tarihte “zincirinden başka kaybedeceği olmayan”ları bir anda işsizlikle burun buruna getiriyor. Böylesi bir kısırdöngüden çıkışta güvencesizlerin güvenecekleri ve güvencesizlikten kurtuluşun tek alternatifi olabilecek sendikal örgütlenmelere duyulan ihtiyaç her geçen gün artıyor. Oysa sendikalar sıklıkla bu tarihsel görevden kaçmayı tercih ediyor, üretim ve istihdam biçiminin parçaladığı emekçi katmanlarını birleştirecek yeni örgütlenme ve mücadele yöntemlerinden yoksundurlar. KESK ve bağlı sendikalar yıllardır ortak mücadele, ortak örgütlenme, hatta ortak çalışanlar yasasını savunmasına rağmen, sıklıkla “mevcutla yetinen” bir pratik sergiliyor, kamusal hakların gasp edilmesine karşı toplumla birlikte verilecek mücadelede yetersiz kalıyor. 

4- Sendikal krizde yerel etmenler:

Yerel etmenler ülkeden ülkeye değişen siyasal ve toplumsal etmenleri içermekte olup Türkiye açısından sendikal kriz tartışmalarında çokça dillendirilen demokrasi, insan hakları, sendikal hak ve özgürlükler düzleminde önemli bir yer tutuyor. Hemen her sendikal tartışmanın giriş cümleleri yakın tarihimizin kanayan yarası 12 Eylül açık faşizmine göndermelerle başlıyor. Şüphesiz darbeler ve özellikle 12 Eylül darbesi toplumsal alanın tamamını özellikle de sendikal örgütlenmeleri derinden etkilemiştir ve etkisi -yer yer farklı karakterlere bürünse de- devam ediyor. Örgütlenme, grev, TİS başta olmak üzere çalışma yaşamında birçok antidemokratik uygulama niteliksel varlığını koruyor.

KESK öncüllerinin, kamu emekçileri hareketinin tarihsel çıkışının bir başka özelliğinin de 12 Eylül"le, faşizmle hesaplaşma olduğunu ve bu açıdan bakıldığında ülkemiz demokrasi mücadelesinde toplumsal muhalefetin yüzünü güldüren onurlu bir mücadele geleneği yarattığı gerçeği gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde tüm çevrelerin ortak değerlendirmesidir. Gelinen aşamada kısmi demokratik açılımlar sağlanmakla birlikte hâlâ antidemokratik uygulamalar devam ediyor, buna rağmen KESK ve bağlı sendikaların bu konudaki mücadele gücü zayıflıyor. AB sürecinin bireysel hak ve özgürlükler getireceğine dair liberal anlayış farklı düzeylerde de olsa mücadelede atalete, özgüven yitimine yol açıyor.

5- Sendikal krizde ulusal reflekslerin rolü:

Sendikal krizin nedenlerinden birisi olarak gösterilen ulusal refleksler, neoliberal değişim sürecinin yanlış kavranması ve mücadelenin geçmişe özlem, geçmişi savunma çizgisine çekilmesinden kaynaklanıyor. Devletin, kamusal alanın yeniden yapılandırılması toplumsal mağduriyeti artırırken, çare, kolayca eskiye sığınıyor, böylece emperyalizm eliyle dayatılan neoliberal programa karşı bütünlüklü bir mücadele yerine mevcut durumu korumakta arıyor. Bu arayışın ideolojik yansıması emperyalizmin içselliğinden, sistemin bütünlüğünden kopuk bir tür antiemperyalist yanılsama yaratıyor. Nitekim ortaya çıkan tablo milliyetçiliği ve şovenizmi körükleyerek emekçileri parçalıyor ve nihai olarak yine emperyalizmin, neo-liberalizmin stratejilerini kolaylaştırıyor.

Gerek AB süreci, gerekse emperyalizmin bölgesel politikalarına karşı sıklıkla sınıf mücadelesinden tavizler veriliyor, sendikalar “ulusal çıkarlar” adı altında sömürü sistemini koruma misyonu üstleniyor. Bu tablo ülkemizin kanayan yarası Kürt sorunuyla birleştiğinde milliyetçi, ırkçı akımları besliyor, bir arada yaşam, sınıf dayanışması ve sendikal bütünlüğü örseliyor.

Son yıllarda KESK ve bağlı sendikaların tabanında da sınıfsal refleksler yerine ulusal reflekslerin güçlendiğini, giderek örgütlü bir güce dönüştüğünü gözlemliyoruz. Kongreler sürecindeki politik tercihler, ilk bakışta milliyetçiliğe göndermeler yapılarak açıklanmaya çalışılsa da milliyetçiliğin temel özelliklerini kavramaktan hayli uzaktır. Zira bir sendikal-konfederal yapılanma olarak KESK’in Kürt sorununa duyarlılığı emek alanının temel sorunlarından ve önceliklerinden koparılamayacağı gibi her iki görev de hassas bir terazide tartılmak durumundadır. Tercih, Kürt sorununun çözümü için emek alanını önemseme tercihi değil; emek alanının sınıf mücadelesi temelinde, sisteme karşı temel mücadele alanı olarak kavranması ve bu donanımıyla Kürt sorununu önemsemesi tercihi olmalıdır.

KÖKSAL AYDIN SES MYK üyesi

Günün Manşetleri için tıklayın

Çok Okunanlar
Hoş geldin kadınım Hafriyat Karaköy açıldı BUGÜN BENİM, YARIN SENİN, HİÇBİR ZAMAN KİMSENİN:Küçük Asya incisi Sinasos -3 BUGÜN BENİM, YARIN SENİN, HİÇBİR ZAMAN KİMSENİN:Küçük Asya incisi Sinasos -2 Abdülhamitçiler, Osmanlıcılar, İslamcılar; nerdesiniz?