“Eylül 2008’de, 2015 itibariyle yoksulluğu azaltmak için kabul edilen uluslararası hedefler olan Milenyum Gelişim Hedefleri....

“Eylül 2008’de, 2015 itibariyle yoksulluğu azaltmak için kabul edilen uluslararası hedefler olan Milenyum Gelişim Hedefleri üzerine yapılan Birleşmiş Milletler (BM) zirvesine katılmak amacıyla New York’taydım.
Delegeler arka arkaya açlığı yok etmekten, çocukların ve hamile kadınların önlenebilir ölümlerini önlemekten, temiz su ve sağlık hizmetleri sağlamaktan, kız çocuklarının eğitimi için daha fazla fon ihtiyacından bahsettiler. Milyarlarca insanın hayatı ve onuru tehlikede olmasına rağmen, maddi ihtiyacı karşılamak için sadece sınırlı bir niyet söz konusuydu.
BM binasından ayrıldığımda, borsa durumunu gösteren şeritlerin, Manhattan’ın diğer yakasından gelen farklı bir hikâyeyi anlattığını görebiliyordum. Konu, Wall Street’deki en büyük yatırım bankalarından birinin batmasıydı. Zengin ve güçlü hükümetler acilen, önceden bulunanlardan çok daha fazla kaynak buldu. Başarısız olan bankalara yüksek miktarlarda yardımda bulundular ve yıllarca kötü gitmesine izin verilmiş ve şimdi batmış ekonomiler için canlandırma paketleri sundular.
2008 sonu itibariyle, birkaç kişinin hırsını tatmin etmek üzere çoğunluğun süründüğü, açgözlülük ve yoksunluk olarak ikiye bölünmüş dünyamız kendi içine çöküyor...
Zenginler zarar verici faaliyetlerin çoğundan sorumlu, fakat en kötü sonuçları zaten mağdur olan yoksullar yaşıyorlar. Kimse ekonomik durgunluğun ağır etkilerinden kaçınamazken, zengin ülkelerdeki sorun, yoksul ülkelerde gelişen çöküşlerle karşılaştırıldığında hiçbir şey. Dünya Bankası son on yılın tüm kazanımlarının kaybedildiğini, geçen yıl gıda krizinden etkilenen 150 milyon insanın üzerine, bu yıl 53 milyon kişinin daha yoksullukla karşı karşıya olacağını açıkladı. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verileri 18 ila 51 milyon kişinin bu yıl içinde işlerini kaybedebileceğini öngörüyor. Hızla yükselen gıda fiyatları daha fazla açlık ve hastalığa, zorla tahliyelere ve daha fazla evsizliğe, yoksulluğa yol açıyor.”
(Irene Khan, Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri, 28 Mayıs 2009 Hürriyet)
•••
“...Alakazam bana sihirlerini nasıl yaptığını açıklıyordu; nesneleri kaybedip ortaya çıkartıyor, insanların düşüncelerini okuyordu. Ben pek anlamıyordum, ama o bana, insanlar bir eline bakarken öbür eliyle nesneleri nasıl sakladığını ya da ortaya çıkardığını anlatıyordu. Politikacılar gibi mi, diye sordum, senin başka bir şeye bakmanı sağlayıp öte yandan kötülüklerini yapıveriyorlar. Alakazam öyle olmadığını, çünkü politikacıların sihirbaz değil, birer orospu çocuğu olduklarını söyledi, böyle dedi. Sonra Alakazam bana, örneğin, iki ajanda olduğunu açıklamaya koyuldu. (...) güçlülerin ajandası ve sikilmişlerin ajandası. Güçlülerin ajandası zenginliklerini ve güçlerini artırmaya yaradığı için en önemli şeymiş. Sikilmişlerinkiyse bizim için en önemli şeymiş, çünkü özgürlük için mücadele etmek anlamına geliyormuş. Alakazam daha sonra bana güçlülerin, yani kötü hükümetleriyle zenginlerin, herkesi kendi ajandalarına ikna etmeye çalıştıklarını açıkladı. Kendi ajandalarının herkesin, hatta sikilmişlerin bile ajandası olmasını isterlermiş. Bize durmadan kendi kaygılarını dinleterek bunun en önemli şey, yapmamızı istedikleri şeyin de acil olduğuna inanmamızı isterlermiş. Bizim bir yana bakmamızı sağlar ve biz öteki yana bakmazken de her şeyi çalarlar, Vatan’ı; su, petrol, elektrik enerjisi, hatta insanlara kadar doğal kaynakları satarlarmış. Biz farkına vardığımızdaysa, onlar biz öte yana bakarken yani, çoktan her şeyi çalıp çırpmış olurlarmış. Kötülük, yalnızca aklımızın böyle başka yere çelinmiş olmasında değil, zenginlerin kaygılarını kendimizinkiler gibi kabul etmemizdeymiş de. Modern politikada, dedi Alakazam, demokrasi çoğunluğun yani sikilmişlerin, azınlığın yani güçlülerin keyfi yerinde olması için durmadan çalışması ve kaygılanması anlamına gelir. Ayrıca, biz sikilmişlerin onlar toprağımızı, işimizi, belleğimizi ve haysiyetimizi çalarken başka yana bakmamızı da gerektirir. Ayrıca, güçlüler oylarımızla onlara alkış tutmamızı ister...”
(Meksika’nın güneybatı dağlarından Subcomandante Insurgente Marcos, ‘Huzursuz Ölüler’, Agora Kitaplığı)