İstanbul’un kültür başkentliğini gördünüz mü, duydunuz mu? İnsanların biraraya geldiği sanatçıların üretimlerde bulunduğu kültür başkentliği kavramını...

İstanbul’un kültür başkentliğini gördünüz mü, duydunuz mu? İnsanların biraraya geldiği sanatçıların üretimlerde bulunduğu kültür başkentliği kavramını doğrusu kentimde hâlâ hissedebilmiş değilim. Beni çağıramıyor, göremiyorum, duyamıyorum hâlâ…
Gazetelerin arka sayfalarına tam sayfa verilen kültür başkenti aylık program ilanları gözüme ilişiyor zaman zaman, ama inanın merak edip hangisine gitsem diye bir tanesini işaretlemişliğim yok bugüne kadar.  Bunun neden olduğunu da bilmiyorum ama sanki “gazeteye bakıp gidilecek etkinliklerin olduğu bir kentte yaşamadığımdan” düşüncesiyledir deyip geçiştiriyorum. Belki de önüme çıkmasını bekliyorum bu kalabalık şehirde, görünür farkedilebilir olmasını istiyorum kültür başkentinin. Caddede omuzuma çarpan olmasını istiyorum, üzerime sürerken korna çalmasını istiyorum, vapur yolculuğunda bacasından çıkan is olmasını istiyorum.
Bu kent yani İstanbul, diğer bazı Avrupa kentleri gibi sokak kültürünü sağlıklı yaşayamamış; karnaval, eğlence ya da sokak sanatı ile buluşması engellenmiş, dogmatik ve kolluk dürtülerle oriente edilmiş bir mozaik kent. Geçen hafta gece kulüpleri  eğlence esnasında yüksek sesli müzik dinlettiği için bir bir kapatılmaya başlandı. Yani kentin atardamarlarında hayatın 23.59’da son buluyor olması biraz tuhaf. Şöyle ki; Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın da belirttiği gibi “anlaşılır değil”.
Kültür başkentinde, “Globalleşme, küreselleşme” deyip, kendi törelerimizin içinde evrenseli arama aymazlığı şaşırtıcı geliyor bana. Düşünseniz İtalya’dan, kültür başkenti İstanbul’a  gelen ve gün boyu Kapalıçarşı’da dolaşıp alışveriş yapan ve akşam da biraz eğlenmek için Boğaz’a kıyısı olan eğlence merkezlerine giden bir turist grubu saat 23.59’u gösterdiğinde, kendini böyle bir durumda nasıl hissedecektir?
Farkındaysanız son günlerde içeride ve dışarıdan yeni yeni dillendirilmeye başlanan “2013’de Türkiye Avrupa Birliği’ne dahil edilmeli” söylemini ciddiye almamız için, önce varolan durumu değiştirmek için başkalarını suçlamadan kaçınmamız gerekmez mi?
Yaşamdan tekrar kültür olgusuna dönecek olursak. Çağdaş Sanat (Global Art) ne zaman, sokaktaki İstanbullu’nun anlayabileceği platforma çekilecek? (Dar bir gruba servis edilmekte olan küratöryal şizofreniyi kastediyorum) Şu ana kadar kenara itilmiş alt kültür nasıl etkilecenecek bu süreçten? Toleranssız toplum için İstanbul’un kültür başkenti olması ne ifade ediyor? Hâlâ bu kavramların içini dolduramadık. Bu kültürel başkentlik onlar için bir yabancılaştırma mı yoksa bir efekt mi? Kimileri bunu bir yarışma olarak mı görüyorlar yoksa?
Hatırlanacağı üzre, yılın ilk aylarında fazla misyon yüklendiği için Kültür Başkentliği Ajansında yaşanan istifalardan sonra, yılın ortasında durup değerlendirme gereği hissettim şu bizim kültür başkentliğinin gidişatını. Hele bir de Almanya’da Ruhr 2010’da olan biteni biraz yaşama fırsatı bulunca tansiyonum yükseldi. Bu süreçte İstanbul’da neler değişti ya da değişime uğradı? Ya da bugüne kadar yaşananlardan sonra kültür başkentliği kentte bir kültürel değişime neden olacak mı?
En belirgin eksik olarak gözlemlediğim etkinlik, farklı mekanları kullanma düşüncesi nin biz de hiç olmaması. Ümitlerim yıkılmasa ve  yılın 2. yarısında hayata geçebilse de, şehrin sakinleri kültürü taşıyabilseler evlerine. Yanısıra, okul öğrencilerinin kültür başkentliği ile buluşabildiğini hiç sanmıyorum. Ve katılımcı  insan sayısı nasıl zenginleşebilir diye düşünüldüğünü de hiç sanmıyorum. Belli merkezlere yığılmış etkinliklere, belli ve belirli katılımcıların geldiğini yakından gözlemliyorum. Yani “projelerin görünebilirliği, kentte görünebilirlik” adına kime sesleneceğimizi kestiremiyoruz sanırım. Taksim Suları’nın yanında açılan sanat galerisinin girişinde şeffaf bir ayaklı tabela üzerinde belli belirsiz bir yazı olmamalı kültür başkentliği. (Gidin ve öylece oraya bir belediye kamyonetinden bırakılmış gibi duran o kültür başkentliği  tabelasını görün lütfen, terk edilmişliği, ilgisizliği, sahipsizliği kısaca her şeyi çok iyi anlatıyor) Öte yandan; Yunanistan, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Romanya, Kıbrıs,Yunanistan, Bulgaristan’dan çeşitli grupların şu ana kadar merak edip : “Aaa İstanbul kültür başkenti olmuş hemen bir tur organizasyonu yapalım ve ziyarete gidelim” dediğini hiç sanmıyorum. Bu komşularımız hemen yanıbaşlarındaki kültür başkentine neden gitmiyorlar?  Satamıyoruz da ondan. Çevresel ülkeleri de yakalayamadık.
SONUÇ
Avrupa Kültür Başkentliğini dar bir gruba indirgeyemeyiz. Şehrin tarihi ve kültürel dokusuna uygun bir programın yansıtıldığına dair kuşkularım hâlâ var. Örneğin koskoca İstanbul Boğazı’ndan geçen gemiler hiç mi dikkatimizi çekmiyor? Bu gemilerle bir performans yapılamaz mı? En kolay yol olan havaifişekler yerine, boğazda yapılacak  böyle bir iş daha etkili ve kalıcı olmaz mı? Hepimizi heyecanlandırmaz mı? Şehrin sakinleri için, Olimpiyat stadı, Büyükçekmece TV Kulesi , Veliefendi Hipodrumu, Hisarlar, Adalar vd. hâlâ güçlü mekânlar olarak görkemli işleri görünebilir kılmak için bomboş duruyorlar. Ama ne yapıyoruz ? Şiirsel olanı oynamak her zaman daha kolaydır diyerek var olan mekanlarda böyle gelmiş böyle gitsin diyerek ve aynı şarkıyı çalmaya devam ediyoruz sessiz harflerle.