Bu hafta 40'tan fazla muhalif gazeteci gözaltına alındı. Her şey olmasını beklediğimiz gibi...

Bu hafta 40’tan fazla muhalif gazeteci gözaltına alındı. Her şey olmasını beklediğimiz gibi... 12 Eylül referandumundan önce ve sonra AKP-Cemaat koalisyonunun yapabileceklerine dair ne yazdıysak; eksiği yok fazlası var, yapıyorlar.

Referanduma sunulan anayasa değişikliğinin asıl amacının, AKP’nin önünde engel gördüğü yargıyı ele geçirmek olduğunu yazmıştık. Nitekim öyle oldu. HSYK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Özel Yetkili Mahkemeler derken... Artık polis-savcı-yargıç üçgeni tıkır tıkır işliyor.

Kendilerine muhalefet eden herkesi içeri tıkıp bütün ülkeyi hapishaneye çevirmekte kararlılar. Yalan, iftira ve dezenformasyon ayağı da medya eliyle yürütülünce, gel keyfim gel! Bu tür rejimlere literatürde ne isim verildiğini söylemeye gerek yok herhalde.

O referandumda AKP’ye destek veren solcular şimdi ne düşünüyorlar, bileniniz var mı? Hayır, liberallerden söz etmiyorum; kendisine o gün de ve hâlâ “sosyalist” diyenlerden bahsediyorum... Olup bitenle ve bundaki sorumluluklarıyla ilgili bir yerlerde bir şeyler yazıyorlar mı? Yazıyorlarsa bana da haber verin, okumak isterim.

* * *

Bakın ne diyeceğim... Bugün 12 Eylül faşizmiyle mukayese edilebilir bir baskı rejimi altındayız. Kimileri “abartma” diyebilir. O dönemi de yaşadım, abartmıyorum.

Arada fark yok mu, tabii var.

Mesela?

Söz gelimi işkence 12 Eylül’ün rutin uygulamalarından biriydi. Şimdi aynı ölçüde uygulandığını söyleyemeyiz. Sebep, “asayişten sorumlu bürokrasi”nin demokrasi ve insan haklarına bağlılığı mı? Hayır. Böyle bir kaygılarının olmadığına dair sayısız örnek verilebilir. Son bir haftanın gazete haberlerine bakmanız kâfi. Öyleyse? Mesele, bugün teknolojik imkanların o döneme kıyasla daha etkin kullanılması. 12 Eylül döneminin “soruşturma teknolojisi” manyeto ile sınırlıydı. Yani insan vücuduna elektrik vermek için kullanılan alet. Şimdilerde teknik takip denilen telefon dinlemeler, ortam dinlemeler, yatak odalarına kamera yerleştirmeler, bilgisayarlara virüs marifetiyle dosya yüklemeler gibi şeyler var.

Hasılı insanları suçlamak için askı, elektrik, falaka gibi ekipmana ihtiyaçları kalmadı. (Bu arada Kürt vilayetlerinde işler nasıl yürütülüyor; bilemiyorum. Eskiyi aratmadıklarını düşünmek için epey işaret var.) Telefonda yapılmış iki-üç konuşma yetiyor. Hatta bazen ona bile gerek olmuyor. Niye puşi taktın? Niye bu kitabı bastın? Falancaya niye selam verdin? Bu haberi niye yaptın? Mahir Çayan’ı nerden tanıyorsun? Uzayıp gidiyor...

* * *

Tabii ki hepsi bu değil. Başka farklar da var bugün ile 12 Eylül rejimi arasında...

Bu iddia size tuhaf gelebilir ama, bugün aylardır, yıllardır tutuklu yatan insanların çoğu 12 Eylül’de gözaltından salınırdı. En kötü ihtimalle 2-3 ayda çıkarlardı. Hukuka saygı duyan savcı ve hakim sayısı o koşullarda bile az değildi. Elbette dönemin iktidarı yargıya müdahale ediyordu. Artık müdahale etmiyor! Nasıl mı? Basit. İktidarla yargı arasında bir mesafe kalmadığı için müdahaleye de gerek yok. Niye olsun ki? Zaten slogan atan öğrenciyi aylarca yatırıyor; adam öldüren polisi salıveriyorlar.

* * *

Dahası... “Şimdi Diyarbakır Cezaevi mi var, Mamak Cezaevi mi var” denilebilir. Bugün de F Tipi cezaevleri var. Toplama kampına dönmüş cezaevleri... Devletin ve devlet gücünü elinde tutan siyasi iktidarın muhaliflere uyguladığı şiddet, muhalefetin dozuyla doğru orantılıdır. 12 Eylül’ün başa çıkması gereken bugünkünden çok daha yaygın ve köklü bir toplumsal hareketti; o ölçüde şiddet uyguladı. Şimdi uygulanan devlet terörü bugünün muhalefet düzeyi için yeterli görülüyor. Yarın yeni Diyarbakır’ları, Mamak’ları faaliyete geçirmeyeceklerini sanmak bu devleti ve şimdilerde onun başındaki iktidarı hiç tanımamak, hiç anlamamaktır.

* * *

Eh, yine de şanslıyız mı demeliyiz acaba? 90’ların ölüm listelerini şimdi tutuklama listeleri aldı. Muhalifseniz sonu belirsiz bir tutukluluk için kodesi boyluyorsunuz. Bir köşe başında kafanıza sıkmıyorlar. Bugünlerin kıymetini bilelim!