Kıyamet kopuyor. Yayımlanan GDO yönetmeliği tıpkı domuz gribi gibi her kesimi her aklı ikiye böldü. Bilen bilmeyen ekranlarda boy gösteriyor.

Kıyamet kopuyor. Yayımlanan GDO yönetmeliği tıpkı domuz gribi gibi her kesimi her aklı ikiye böldü. Bilen bilmeyen ekranlarda boy gösteriyor. İlginçtir ama yalnız ve güzel ülkenin tek bir üniversitesinin tek bir biyoloji bölümü başkanı tek bir programa davet edilmedi. Niye edilsinler? Bu uzmanlar yönetmeliği hazırlayan kurumlara bile davetli değillerdi ki ekranlara çağrılsınlar.
Kaldı ki medyanın GDO’lara bakışı yalnızca insan sağlığına etkisi ve tüketici açısından hukuksal durumu bakımından vaziyeti anlama üzerine kurulu. Uluslararası sermaye tarafından okutulmuş, bugünler için yetiştirilmiş ve finanse edilmiş uzmanlar ortalıkta geziniyor. GDO kanser yapmaz, GDO açlığa, garibanlığa çaredir diyorlar. Takiye yaptıklarını şimdi görüyoruz. Daha önce GDO üretiyorum diyemeyip, GDO’lu ürünleri tespit edebilmek, yurttaşlarımıza yardımcı olmak için bu işle uğraşıyoruz diye üfürenlerin ekranlarda nasıl heyecanla hop oturup hop kalktıklarını ibretle izliyoruz. Şimdi takke düştü kel göründü.
Türkiye GDO’ya geçecek. Ama bu geçiş kanlı mı olacak tatlı mı olacak hep birlikte göreceğiz.
GDO insanda kanser yapsa ne olur, yapmasa ne olur? GDO uzmanı ve savunucusu olan bilime bulanmış insanların sözleri size neyi anlatır? Hiç! Çünkü bu insanların ürettikleri yaratıkların nasıl bir tehlike yaratabileceği konusunda en ufak bir fikirleri bile yok. Bildikleri yanıldıklarına yetmez.
Doğada tek bir canlı türünün kanat renginin bir parça koyulaşması bile geri dönüşü olmayan travmatik değişikliklere neden olabilir. Bu sarsıntılar doğayı yeniden şekillendirir.
Bu değişimleri incelemek biliminsanlarının işidir.
Sonu olmayan bir iştir. Bu iş laboratuarda deney tüplerinde, dar dünyalarda, sponsorlar ile yapılmaz.
Tek bir türün yaşantısını anlamaya çalışmak bir ömür alır bazen.
Ama bu insanlardan hep vardı dünya tarihinde. Onlar bir zamanlar DDT zararsızdır diyenlerdi. Yaşar Kemal’in Çukurovası’nda çocukların boyunlarında DDT’li iplikler asılı idi. Sıtmaya karşı önlem olarak bazı bilimciler tarafından öneriliyordu bu iplikler. Yanıldılar. Davul gibi karnı şiş sıtmalı çocukların ağlayışları hâlâ gözlerimin önünde. Bugün, 30 yıl önce serpilen DDT halen toprakta olduğu gibi duruyor. Bir 10 yıl daha bozunmayacak. Pek çok başka böcek ilacı gibi. Zararsızdır denilerek her eve satılan kanserojen pek çok başka madde gibi. Patlayan nükleer santrallere karşı içilen çaylar ve verilen raporlar gibi. Bu zehirlerin hepsi balıklarda, göllerde, yeraltı sularında, toprakta olduğu gibi duruyor. Nefes alıyorlar.
Tıpkı bir zamanlar faydalıdır denilen hormonlar, bugün kullanımı ve satışı yasak olan on binlerce tıbbi ilaç gibi GDO’ların da yaratacağı felaketler yıllar sonra ortaya çıkacak.
GDO açlığa çare değildir. GDO’ların üretimi göze alınacak risk değildir. GDO’ların varlığı gerekli değildir. GDO ilaç kullanımına engel değildir. Bunların hepsi YALANDIR. Bu yalanların nedeni yalnızca ve yalnızca sermayedir. Olmaz olası paradır.
Eski filmlerden hatırlar mısınız, kralların iğrenç kazanlarda iğrenç şeyler kaynatan büyücüleri olurdu. Bunlar kralın emri üzerine şunu bunu kurbağaya çevirirler, elmaya ota gizli zehirler koyarlardı. Sonra da birlikte kahkaha ile gülerlerdi. Çatlayana kadar gülerlerdi. Görülen o ki kral aynı kral, gülen aynı büyücü. Sadece artık birinin üstünde beyaz bir önlük diğerinin elinde koca bir holding ve gıcır gıcır bir yönetmelik var.