Geçen yıldı. Belçika Mons Üniversitesi’nden hocam Prof. Dr. Pierre Rasmont Ankara’ya bir seminer vermek için gelmişti. Rasmont tam bir Türkiye aşığıdır. Laboratuarında...

Geçen yıldı. Belçika Mons Üniversitesi’nden hocam Prof. Dr. Pierre Rasmont Ankara’ya bir seminer vermek için gelmişti. Rasmont tam bir Türkiye aşığıdır. Laboratuarında Emel Sayın dinler (Emel Hanım kendisine bir de CD imzalamıştı, onu baş köşesinde saklar), Leman Sam şarkılarını kendince uydura uydura söyler (henüz Leman Sam imzalısı yok, BirGün okuduğunu bildiğimden iletmiş olalım), günde üç demlik çay içer, pestil sever, ayran yapar, asistanları neredeyse bütün gün Türkiye anılarını dinlemekten fenalık geçirir. Ama o coşku içinde anlatmaya devam eder.

Tuhaf adamdır. Metropolleri sevmez, paralı otobanda araba sürmez, dağ yollarından gerekirse saatlerce dolaşa dolaşa gideceği yere varır.

Bu huyunu bildiğim için uçaktan indiğinde neden o kadar heyecanlı olduğunu anlayamamıştım. Sanki dağlardaymışız gibi sürekli etrafına bakıyor, bir şeyler aranıyordu. Konuşuyor, şakalaşıyor ama yol boyu sağı solu kolluyordu. Dayanamadım. Ne aradığını sordum.

- Evleri, dedi. Evleri arıyorum. Burada olduğum için çok mutluyum.

- Sen kentleri sevmezsin ki dedim. Hem ne eviymiş bu?

- Kartpostallarda görmüştüm, tepeler üzerinde küçük küçük Ankara evleri. Binlerce.

Ne aradığını anlamıştım. Esenboğa Havaalanı yolu üzerinde sağlı sollu dizili gecekonduları kastediyordu. Şimdi tamamı yıkılmış olan, geriye sadece üç beş minarenin sözde bırakıldığı gecekonduları boş yere arıyordu. Utandım.

-O yoldan gitmiyoruz dedim. Kestirmeden gidiyorum.

Sıkıldı. Biraz sonra unuttu. Baklavadan konuşmaya başladık. Üç-dört gün sonra evine döndü. Akıllı adamdır, konuyu bir daha açmadı.

Ben gecekonduları severim. İçinde yaşamayı değil, sağlıksız koşullarını, akan damlarını, olmayan yollarını değil. Fakirliği, çaresizliği değil ama gecekonduları severim. Gecekonducu ekolojisttir. Evini yaptığı hızda etrafını da ağaçlandırır. Ulu ağaçlar bir yerde ne kadar uzun süredir yaşadığınızın nişanesidir. Gecekonduyu yapan etrafına “kavak” gibi hızlı büyüyen ağaçları diker ki evi uzun süredir oradaymış izlenimi yaratsın. O yüzden gecekondu semtleri hep ağaçlıktır. Şimdi gecekonduları yıkıp yerine TOKİ evleri yaptılar. Kayalar üzerinde birbirinden çirkin onlarca apartman bozuntusu. Mimarlığın yüz karaları. Şehirlerin utanç duvarları. Dikey gecekonduları yaptılar.

Sağ iktidarların refah işareti iki tanedir. Apartman yaşantısı ve yabancıların beğeni oranı. Gecekonduları yıkıp yerine tam 337.000 TOKİ evi yapınca insanlara sağlıklı ve yeni bir hayat sunduklarını zannederler. Çalıp çırpmaktan kanayan vicdanları böylece huzur bulur. Oysa gecekondudaki yine gecekonduda kalır, yıkılan evinin yerine ya yıllarca borç ödeyip, dikey bir gecekondu sahibi olacaktır ya da yeni bir semtte yeni bir gecekondu yapacaktır. Sonuçta olan budur.

Bu evlerin mimarlarının adını bilen var mı? Avrupa’da evler mimarları ile bilinir. Mimarların forsu kimsede yoktur. Mimar, medeniyetin timsalidir. Oralarda ekolojist mimar denildi mi, herkes bir soluklanır, saygıyla esas duruşa geçer.

TOKİ mimarları tarihe kara bir sayfa olarak kayıt edildiler. Belki adalet ve insanlık önünde işledikleri “estetik suçunun” bir cezası yok ama tarih önünde hesap verecekleri kesindir.

Aziz Nesin’in bir öyküsü vardı. Galiba ismi “Bizim Eve Amerikalı Misafir Gelecek” olacak. Aziz Usta öyküsünde eve yemeğe gelecek Amerikalı aileye rezil olmamak için elinden gelenin fazlasını yapan orta gelirli bir ailenin traji-komik çabasını anlatır. Mahalleli gençlerin gösteriş için topluca marş söylemeleri, bir tanıdığın halısını depozito karşılığı kiraya vermesi gibi alt konuları da içinde barındıran olağanüstü bir öyküdür (bir vesile ile en son sevgili İlhan Kural’dan dinlemiştim). Bizim Belçikalı Hoca ile sohbetimizi hatırladıkça aklıma hep o aile gelir. Düştüğüm durumdan bir daha utanırım. Yoksa aralarda sağdan sağdan bana da mı geliyorlar? Derim. İster misiniz yavaş yavaş modaya uyup biz de TOKİ yoluna eskimiş YÖK Başkanları gibi Amerikancı olalım.