Öğrencilerime, özellikle de çalışma geleneğine sahip olanlarına, aklı ve bilimi salt ders çalışma olarak görmeyenlerine, kısa yoldan...

Öğrencilerime, özellikle de çalışma geleneğine sahip olanlarına, aklı ve bilimi salt ders çalışma olarak görmeyenlerine, kısa yoldan mezun olmayı değil bir şeyleri birilerinden öğrenip bilim insanı olmayı düşleyenlerine, hem okuyup hem çalışanlarına, güler yüzlü olanlarına, üniversiteyi yüksek lise gibi görmeyenlerine, emeğe saygı duyanlarına, emek harcayanlarına, kitaplarda bulamayacakları farklı bir şeyleri görebilmek için benim sınıfıma gelmiş olanlarına karşı fazlasıyla saygılı olduğum bendenizi akademik hayatımdan tanıyanların malumudur. Günlük hayatımda da genelde son derece nazik bir insan olduğum söylenegelir.
Belki de tüm hayatım boyunca azarladığım tek bir öğrenci vardır. Biyoloji eğitimi son derece zorludur. Öğrenciler bazen geceli gündüzlü çalışmak zorunda kalır. Bazıları kısa sürede pes ederek kaçar, bazıları daha kolay işlere yönelirler ama bir kısmı mezun olarak geleceğin bilim insanı olmaya bir adım daha yaklaşır. Biyoloji bilimi ne Adnan, ne Fethullah sözde hocaların ne de benzerlerinin harcı değildir. Bu insanların kurdukları maaşlı ekiplerin yayınladıkları kitap ve dergilerin içerisindeki popüler biyolojiye ait örneklerin bilim dünyasında kuş kadar yeri ve değeri yoktur.  
Biyoloji zorlu bir kulvardır ve ben öğrencilerimin her birini son derece dikkatle izlerim. Sanıyorum ilk Körfez savaşının hemen öncesiydi. O yıl çalışmaya başlayan dört öğrencimiz vardı. İki tanesi bugün çok başarılı çalışmalara imza atan birer bilim insanı, diğeri doktorasını tamamladıktan sonra NTV Bilim Dergisi’nde çalışmaya başladı. Öyle güzel işler yapıyorlar ki… Üçü de evladım, üçü de arkadaşım, üçü de ayrı birer emeğin ürünü, meslektaşım. Ama dördüncüsü hayatımda azarladığım tek öğrenci olarak halen Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyor. Veda etmek üzere odama geldiği günü hiç unutmuyorum.
Hocam ben artık burada çalışmayı bırakıyorum. Amerika’ya gitmeye karar verdim demişti. Sen bilirsin dedim, ne kadar kalacaksın? Ben orada yaşamak istiyorum ve biyolojik savaş konusunda çalışacağım.
Çok sevinmiştim. Benim biyolojik savaştan anladığım, tarım zararlısı böcek ya da kurtların sayısını ya da bir anlamda nüfusunu kimyasal ilaç kullanımına gerek kalmadan “zarar eşik değeri” adı verilen bir miktarın altında tutmayı sağlayan bir yöntemdir. Biyolojik savaş ya da daha doğrusu mücadele ile başka bir böcek ya da bakteri kullanılarak doğaya zarar vermeden tarımsal üretim yapılır. Zararlı grubun bir kısmı hayatta kalır ancak bu miktar zarar yaratacak düzeyin altındadır. Bu iş için kullanılacak canlılar zaten doğada mevcuttur. Siz yalnızca belirli bir teknikle ve zamanlamayı ayarlayarak tarım yapılan alana bunları aktarırsınız. Tarım ilaçları yüzünden meyvelerimiz zehirli paçavralara dönmez, sularımız, topraklarımız temiz kalır. Torunlarımıza aç kalmadan yaşanabilir bir yerküre bırakabilmenin özellikle Avrupa’da iyi bilinen yöntemlerinden birisidir ancak Türkiye’de uzman sayısı çok az olan bir konudur. İşte ben de tam bu nedenle çok sevinmiştim. Yeni bir uzman yetişir, bu işleri öğrenir ve getirir diye.
Yok hocam dedi. Yanlış anladınız. Ben biyolojik savaş yani biyolojik silah yapımı konusunda uzmanlaşacağım.
Önce çocukları ve yaşlıları öldürecek biyolojik ajanları yapmayı öğrenmek istiyor, nitelikli katil olmayı düşlüyordu.
Elim ayağım buz kesmişti. Gerisi benimle onun arasındadır. Ama şu kadarını söyleyeyim sonraki yarım saat onun için yaşamı boyunca unutulmaz olmuştur. Şimdi ne zaman Irak ile ilgili bir şeyler görsem baba ve oğul Buşların “Saddam’ın biyolojik ve kimyasal silahlarını yok etmeye ve size özgürlük vermeye geldik” deyişlerini ve sonraki yıllarda suratlarının ortasına yedikleri (neredeyse) ayakkabıları hatırlıyorum, içim sıkılıyor.